Eviçi emek mücadelesine katılmadan, sermayenin ataerkiyle ilişkisine darbe vurulamaz. Bu emeğin kapitalist sisteme ve devlete karşı mücadelede özgürleştirilmesi/değer kazandırılması gerekir ki, sermaye, kadının görünmez kıldığı emeği üzerinde bir krizini daha aşamasın, yeni bir eşik atlayamasın.
Geçtiğimiz yıl katıldığım “Kadın İstihdamı ve Güvencesizlik” konulu çalıştayda katılımcılardan bir profesör kadın arkadaş, Davos’ta toplanan dünya ekonomi kurmaylarının Türkiye’nin önüne söz konusu politikaları koyduğunu anlattı. O ana kadar toplantıda mesele AKP’nin kadın düşmanı politikaları, daha çok da muhafazakarlık ekseninde tartışılıyordu. Şimdi de emperyalist küreselleşmenin seyri konuşulmaya başlamıştı. Kadının üretim sürecindeki rolünü esnekleştirerek, evden çalışma işleriyle fabrikadan ve bürodan olabildiğince çekiyor, evde konumlandırıyordu. Böylece kadının eviçi emeği bir de buradan değersizleştiriliyordu. Maddi zemin, evin özel ve eviçi emeğin değersiz haliydi demek ki, bu yeni uygulamaya alan açan. Eviçi şiddet meselesi de düpedüz kadının evin özel halinin/emeğinin değersizliğinden güç alıyordu. Ben de bunları söylemiştim.
Şimdi ise önümüze o gün sözü edilen her şey, “Kadın İstihdamı Yasa Tasarısı” ile geldi. Üç-beş haftadır bunu tartışıyoruz. Yasa taslağından söz edilirken kadın cinsin eve daha fazla kapatılacağı tehlikesi vurgulanıyor haklı olarak. Evet, doğru. Taslak, kadını eve kapatmak üzere kurgulu. Fakat eve kapatma dünkü süreçlerde olduğu gibi değil ve esasen AKP’nin muhafazakarlığından da üretilmiş değil. Tam bu nedenle taslağa karşı çıkış, taslağın ele aldığı, dışarıda çalışan kadın üzerinden geliştirdiği tasarımları üzerinden ve yalnızca onlara alternatif önerilerle başarılı olamaz. Saldırının bütünün görmek kadar bugün, bütün kadın cinsin ortak halini gündem yapmak gerekiyor.
Emperyalist kapitalist sistem çoktandır küreselleşme evresini yaşıyor. 21. yüzyılı karakterize eden bu halihazırda. Bu evrede esnek üretim ve taşeronlaştırma denen sistem işçiliği esnettikçe işgücü, üretim maliyetleri içinde en ucuz girdi, kadın işgücü ise daha da ucuz oldu. Yüzyıl içinde kazanılmış bütün hakların gasbıyla tam bir vahşi kapitalizme dönüşün acılarını yaşıyor insanlık. Kadın aleyhine cinsiyetçi politikalar da buna paralel, her seferinde yeni unsurlar eklenerek sürüyor. AKP Hükümetinin Kadın İstihdam Paketi Taslağı’nın arka planında bu olgular yatıyor. Yani, konu sadece AKP’nin kadını eve hapsetmek isteyen ataerki siyasetinden ibaret değil. Emperyalist sermayenin dönüşüm programları (burada sadece konumuzla ilgili yanını alıyoruz, çok boyutlu ve çok yönlü bu programın) Dünya Bankası yönetiminde Avrupa fonları ile engelli okulları, kadın ve aile merkezleri açıyor, evde yaşlı ve engelli bakımı için evdeki akraba kadınlara asgari ücret maaş veriyor. Yani güvencesizlik kadın cinsi için baştan beri güvencesizliğin merkez üssü eve çekiliyor.
Kapitalist sistemin ataerkiyi içerdiğini, üretim ve yeniden üretimde gereğince kullandığını hepimiz biliyoruz. Varoluşundan beri kapitalizm, evdeki emeği “üretken olmayan” ve “değersiz” sayar. Şimdiki program ise eski iddiasını sürdüremiyor. Hatta program, sermaye düzeninin halihazırda ev dışında çalışan kadınla sınırlı olsa da ev ile eviçi emeğiyle ilişkisini yeniden kurma denemesi de diyebiliriz. Kapitalizm, bütün tarihinde kadın emeğini gizli bir sömürü alanı olarak kullanmıştı. 1857’den günümüze çifte sömürüye karşı mücadele vermektedir kadın kitleleri. Gelinen süreçte artık gizli yapamıyor bunu. O yüzden de programda emperyalist küreselleşmenin kategorilerindeki ortaya çıkmış olan değişim çizgisi, ev ve kadın üzerinden de ifadelendiriliyor. Bize sunulan taslak da bu yeni durumun bir özeti gibidir.
Taslakla gelecek yıkıma ve bütün kötülüklere karşı mücadele edilecek elbet. Ancak kadın hareketini ilgilendiren yeni unsur, dolayısıyla yeni görev, tüm kadın emeğinin, evdeki tüm zamanlardaki gaspın sona erdirilmesi için bir başlangıç yapmaktır. Çalışan kadının evdeki işleri belli koşullar altında -mesela çocuk doğurma/büyütme- dışarıdaki işin devamı ve yarım gün maaşı/ücretiyle karşılanacağının söylenmesi, evdeki emeğin artık değersiz -mesela soyun üretimi- olmadığının kabulüne bir başlangıçtır. Nasıl gerçekleşeceği, ulaşılır olup olmayacağını şimdilik ayrı bir tartışma konusu ve gerektiğinde ayrı mücadele konusu olarak bir kenara bırakalım. Sistemin hala evkadını tanımı ile andığı, son rakamlara göre Türkiye’de 12 milyon olan kadının adı yine yok elbet ve programı oraya doğru genişletmekte olduğu da kesin. Bu kapitalist üretim tarzında yeni bir eşiktir. Neden eşiktir?
Kapitalist üretim sürecinde kadın emeğinin tarihine çok genel hatlarıyla bakınca eşeği görebiliriz. Kapitalist üretim tarzı başlangıçta kadın ve çocuk emeğini, ucuz işgücü olarak fabrikalara çekmişti. Engels’in İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu kitabında anlattığı gibi, kadın fabrikaya çekilince işçi ailesi ilk dağılmasını yaşamış, işçinin ne evi eve benziyordu, ne de çocuk bakımı diye şey kalmıştı işçi kadına. Bu durum burjuva hükümetleri bile paniğe sürüklemiş, çare arayışına girmişti.
Tekelleşmenin başladığı evrede işçi sınıfının mücadelesi, sosyalist kadınların çabası ve baskısıyla kadın haklarını, çocukların bakımını gündeme almaya girişti. Böylece işçi kadınların hakları biraz genişledi, işçi eşi kadınlar da “aile ücreti” çuvalına sokuldu. Giderek çocuk yardımı, sosyal kalemlere ve toplusözleşmelere girmeye başladı. İşçi ve çalışan kadınlara kreş-çocuk yardımı gibi paylar düştü zamanla. Tabii aynı zamanda tekelci burjuvazi sömürgelerin yağması sayesinde Batı’da bu tür tavizler vererek, ayrıcalıklı aristokrat tabaka oluşturarak işçi hareketinde ilk oportünist bölünmeyi mayalamış, mücadelenin baskısından paçayı kurtarmayı da başarmıştı. 1. Dünya Savaşı’nda kadınlar bir bütün olarak erkekler askere alındığında fabrikalara çekilmiş, bu tüm sorunları kadın ve çocuk aleyhine daha da ağırlaştırmıştı. Savaş bitince yeniden eve döndürülen kadın kitlelerinin, dönüşü kabullenmemeleri de bir gerçektir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan önce ve sonra durum bir değişiklik daha geçirdi. Bu kez farklı dinamikler devreye girdi. Kapitalizmin karşısında hem sosyalizm pratiği vardı ve hem de giderek güçlenecek bir kadın hareketi çıkacaktı. Kapitalist sistemin büyük mücadelelerle santim santim alınabilen haklar, SB’de yürürlüğe konan ilk sosyal politikalardı. Kreş, bakımevi, okul, aşevleri, toplu çamaşırhaneleri yaygınlaşmış, eğitim tümden kamu işi haline gelmişti. İkincisi, 70’te ise, feminist kadın hareketinin baskısıyla ikinci bir eşiğe atladı kapitalist sistem; kreş, gündüz bakım evi, ana ve çocuk sağlığı merkezleri açıp yaygınlaştırdı. Kamu ve özel sektör ayrımları korunsa bile ev dışında ücretli çalışan kadınlar evdeki işin bir bölümünü bu yeni kurumlara aktarabiliyorlardı. Mücadeleden doğdu ama sermaye için yeni bir karlı yatırım alanı/sektörü haline gelmekte gecikmedi bakım işleri. Yaşlı bakımı, psikiatriler, güzellik klinikleri vb. bir zincir gibi uzadı gitti.
Kapitalizm yüzyıllar boyunca doğada ne varsa her şeyi metalaştırdı. Kadın cinsi de bu metalaşmadan payını aldı. Ucuz işgücü olarak işyerlerini doldurmasından başlayarak, reklam, güzellik, cinsellik metası olmaktan başlayarak pek çok alanın adıyla sayabiliriz metalaşma sınırlarını. Özellikle son 30-40 yılda kapitalist sistemin evriminde kadının eviçi emeği ve cinselliği çok özel bir yerde duruyor. Özelleştirilen sağlık ve eğitim alanında, hizmet sektöründe kamu yükleri arka arkaya kadının üzerine atılıyor. Mesela, 20. yüzyılın ikinci yarısında bakım yurtlarına aktarılan yaşlı ve hasta bakımı yeniden kadına, “evde bakım parasına” kadına devrediliyor. Hastanede personel kısıtlamalarının yarattığı açıklar daha çok kadın elemanlara gördürülüyor. Eğitim sektöründe ise artan oranda kamu kısıntıları velilere yıkılırken, kadınlar buralarda da ücretsiz işçi haline getiriliyor. Okulların temizliğinden badanasına kadar katılım payı ödeme karşılığı kadınların çalıştırılma örnekleri basına yansıdı. Bundan daha genişçe görülen ise çocukların anneleri, okulların sınıf anneleri, aile birliklerine katıldılar, okul işlerinin çoğu işini yüklenmiş durumdalar. Okulun içeride ve dışarıda dün devlet memurları ve idari kadro ile yaptıklarını bugün onlar yapıyor. Branş hocalarını bulmak, ücretlerini toplamak, okul kantini, okul korosu, tiyatrosu kurmak yönetmek, okulda idari kadronun yerine nöbet tutmak gibi sayısız işleri var. Bunların hepsi okul bütçesine “gönüllü katkı”. Benzer bir dizi kamusal alan kadınların ücretsiz emeğiyle, angarya çalışmayla dolduruluyor. İstihdam paketindeki ücretli çocuk doğurma-büyütme maddelerini bu gelişmelerden bağımsız sayamayız.
Öncelikli bir sonuç çıkarmamız gerekirse eğer, evdeki konumun devamı olan bu tür angaryalara karşı durabilmek için bile kadın emeği, devlete, emperyalist sistemin bütün yapısına karşı mücadele konusu olmalıdır. Demek ki gerçeğin bu tarafından bakarsak, yeni istihdam taslağına karşı mücadelede bile çok daha geniş bir perspektife ihtiyacımız var.
Taslakla önümüze gelen bütün kötülüklerle savaşmalı kadın hareketi, savaşacaktır da. Ancak, eviçi emek mücadelesine katılmadan, sermayenin ataerkiyle ilişkisine darbe vurulamaz. Ataerkiye karşı mücadele -ki AKP iktidarı politikalarının katkısı en çok buradandır- ev ve eviçi emek mücadelesini başlatarak sisteme cepheden karşı durmayla birleşecektir. Kadın cinsin evsel köleliği olan bugünkü aileye, evden gelen şiddete karşı duruşun eviçi emek mücadelesiyle güçlü bir temele kavuşacağını artık daha rahat bilince çıkarabiliriz. Eve kapatmanın artışı ve eviçi emeğin değersizliği, onları politize edecek bir yaklaşımla kadın örgütlerinin gündemine girmeli. Kadının ev emeği bugünkü karşılıksızlığıyla bir angarya/köle emeği. Bu emeğin kapitalist sisteme ve devlete karşı mücadelede özgürleştirilmesi/değer kazandırılması gerekir ki, sermaye, kadının görünmez kıldığı emeği üzerinde bir krizini daha aşamasın, yeni bir eşik atlayamasın.
* Atılım Gazetesi’nin 27 Aralık 2013 tarihli 96. sayısında yayımlanmıştır.