TÜLAY HATİMOĞULLARI yazdı: “Trump’un Arabistan seferinin içeriği ve sonuçları bölgede taşların güçlü bir şekilde yeniden oynamasına, bölgede yeni dizilişlere, bir süredir uykuya yatırılmış olan Şii-Sünni çatışmalarına kapı aralıyor.”
TÜLAY HATİMOĞULLARI
ABD ve Çin merkezli devam eden emperyal güçlerin paylaşım mücadelesinde Ortadoğu hala belirleyici önemini koruyor. ABD ve Batılı emperyalist güçlerin bölgeyi tam anlamıyla istedikleri gibi parselleyemedikleri ortada. Bunun önünde duran en büyük engel yerel dinamikler ve bu dinamiklerin kurdukları ittifaklardan aldıkları destektir. ABD ve Batılı emperyalistler yıllardan beri “şeytan üçgeni” diye tabir ettikleri Irak-İran-Suriye eksenine çarpıp duruyorlardı.
ABD 2003’te Irak’ı işgal etti. 1,5 milyonun üzerinde insanın yaşamını yitirdiği savaşın bilançosu Irak halkları için çok ağır oldu. Neticede parçalı bir Irak çıktı ortaya. Ne ABD isteğine tam kavuşabildi, ne de halklar kendi özgür-bağımsız sistemlerini kurabildi. Kaos hali devam ediyor.
Suriye’de 2011’den beri süregelen, vekâleten başlayan ama şimdi asıl aktörlerin de sahneye indiği savaş devam ediyor. Astana, Cenevre gibi görüşmelerin anlaşmalarla sonuçlanacağı umudu pompalansa da Ortadoğu gerçeğini bilen hiç kimse Suriye’de kısa vadede bir çözüme ulaşma umuduna kapılmadı. Parçalanmış bir Suriye hayaliyle yola çıkan emperyalist güçler bölgesel güçlerin (tabii ki müttefiklerinden aldıkları destekle) direnişi ile karşılaştı. Dengelerin sıklıkla değiştiği Suriye’de şu sıralar Rakka operasyonu önemli bir belirleyen konumunda. IŞİD’in başkent ilan ettiği ve şeriat kanunlarını uyguladığı pilot bölge olma hasebiyle oldukça önemli bir yere sahip olan Rakka’yı ele geçirme operasyonu birçok güç açısından kilit bir rol oynuyor. Rakka’yı kurtarmadan ziyade, Rakka’yı IŞİD’ten sonra kimin denetleyeceği konusu asıl soruna dönüşmüş durumda. Belli ki ABD burayı Suriye’ye bırakma niyetinde değil. Bu durum Suriye’yi fiilen bölme ve yönetme anlamı taşır ki Rakka bunun fiilen tezahür ettiği yer haline getirilmek isteniyor. Bu Suriye için yepyeni bir durumdur. “Şeytan üçgeni”nin bu parçasında çetin bir savaş devam ederken yeni cephelerin açılması an meselesidir.
Baş düşman İran
İran, “şeytan üçgeni”nin ağırlık merkezidir. Bu üçgene tamamen hükmetmek İran’ı yenilgiye uğratmaktan geçer. ABD, Obama döneminde bölgedeki gelişmeler neticesinde İran ile bazı anlaşmalara gitmeyi uygun buldu. Trump ise Obama yönetiminin Ortadoğu politikasını alt üst eden hızlı bir girişim yaptı. Arabistan ziyareti, Suriye/İran hariç tüm İslam devletleriyle toplantı yapması, sert bir biçimde İran’ı baş düşman ilan etmesi ve akabindeki gelişmeler baş döndürücü nitelikte.
İran, ABD başta olmak üzere Batılı emperyalist güçlerin bölgedeki hesabını bozan bir ülkedir. İran’da başlayacak bir istikrarsızlık, şiddeti, sınırlarına dâhil etmek şu an Trump yönetimindeki ABD’nin en büyük arzusudur. Çünkü İran; Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’da etkili bir askeri ve siyasi güç olarak varlık gösteriyor. Savaş kapısını çalmadan düşmanlarıyla sınır ötesinde savaşıyor. Güçlü diplomasisi ile Arap ülkeleriyle gerilimi zayıflatmaya çalışıyor. Kışkırtılmak istenen Şii-Sünni çatışmalarını ustaca başka yönlere kanalize edebiliyor.
ABD’nin Obama döneminde İran’la yaptığı anlaşmalardan rahatsız olan Arabistan Trump yönetiminin politika değiştirmesinden gayet memnun. Şeyh Trump’ın ziyaretini her anlamda can simidi olarak gören Arabistan Kraliyet ailesi emirlere amade olup Katar’ı hedef haline getirdi.
Katar ama İran
Trump’un Arabistan seferinin içeriği ve sonuçları bölgede taşların güçlü bir şekilde yeniden oynamasına, bölgede yeni dizilişlere, bir süredir uykuya yatırılmış olan Şii-Sünni çatışmalarına kapı aralıyor. Arabistan’ın Katar’a sert ve hayati yaptırımlar uygulaması, bölgedeki başka ülkelerin buna katılarak Arabistan’ın yanında saf tutması, şayet bir anlaşma sağlanamazsa yeni savaşların habercisidir.
Arabistan’a bu çıkışı yaptıran nedenler iç içe geçmiş çıkarlar silsilesidir. Fotoğrafı tepeden resmetmek gerekirse Trump’lı ABD-İran çatışması ortaya çıkar. Obama yönetimi döneminde İran’la nükleer anlaşma yapılmıştı. Anlaşma sonucunda İran’a uluslararası düzeyde uygulanan ambargolar kalkmaya başladı. Bu anlaşma İran’ın elini rahatlatan bir gelişmeydi. İran bir yandan Suriye ve Irak’ta sahadaki gücü sayesinde ABD, Batı ve Rusya ile ilişkileri bir düzeye taşımaya çalışırken, öte yandan bölge ülkeleriyle özellikle de Körfez ülkeleriyle kimi anlaşma kanalları açmaya çalışıyordu.
İran Dışişleri Bakanı Zarif, Körfez Ülkelerinin sözcüsü konumunda görünen Arabistan için şunları söylemişti: “İran ve Arabistan’ın birbirine zarar vermesi iki ülkenin de menfaatine değildir. İran ve Arap ülkeleri aynı gemide. Bu gemi batarsa gemideki herkes boğulur.” Birleşmiş Milletler’in İran üzerindeki yaptırımı ortadan kalktıkça İran Arap ülkelerine ortaklık tekliflerini arttıran bir strateji izleme eğilimindeydi. Nitekim bu yaklaşım Katar’da hızla karşılık buldu. Katar Emiri de 28 Eylül’de BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada İran’la iş birliği ve yakınlaşma gereğine odaklandı. Emir şu ifadeyi kullandı: “Doha ve Tahran arasındaki ilişkiler ortak menfaatler ve iyi komşuluk ilişkileri temelinde değişiyor ve istikrarlı bir şekilde gelişiyor.” Emir ayrıca “nükleer anlaşmanın bölgede güvenlik ve istikrara katkı yapmasını umutla beklediklerini” ve “İran’la Körfez ülkeleri arasında diyaloğa ev sahipliği yapmaya hazır olduklarını” belirtti (Al Monitor 4 Kasım 2015). Katar’ı bu görüşe sevk eden en önemli etmenlerden biri İran ile ortak gaz havzalarına sahip olması ve sağlanacak bir ortaklıktan kazançlı çıkacağını hesaplamasıdır. Bir diğer neden Körfez Ülkeleri’nin lideri konumunda olan Arabistan ile rekabetidir.
Katar krizi patlak verir vermez İran Parlamentosu ve Ayetullah Humeyni Türbesi’ne saldırı düzenlenmesi manidar. Nitekim IŞİD birçok yerde Şii inanç merkezlerine ve Şiilerin yaşam alanlarına saldırı düzenlemişti ama İran’ın sınırları içinde ilk kez bir saldırı düzenliyor. Bu saldırının büyük bir anlamı var. Bu saldırıların ABD ve Arabistan’ın onayı ve desteğini aldığı düşünülmelidir.
Türkiye bu oyuna girmemeli
Türkiye Katar’a yapılan uygulamaları yanlış bulduğunu ifade ediyor. Ve Katar’da askeri üs kurma anlaşmasını alelacele TBMM’ye onaylatıyor. Bu telaşenin nedeni nedir? İki kubbe arasında kalan Türkiye’nin Arabistan’ı hızla eleyip Katar’ın yanında saf tutması bu ülkeye ne kazandıracak? Türkiye’nin Katar’a 3000 asker yollayacağı söyleniyor. Katar’da hâlihazırda 11.000 ABD askeri var. Türkiye bu askerlerle mi savaşacak?
Türkiye Katar’ın yanında tavır açıklamasını; ABD’nin YPG’ye sunduğu desteğin ve Rakka operasyonuna dâhil edilmemenin karşılığını verdiği şeklinde okuyabiliriz. Sadece bu değil tabii. AKP iktidarına Katar’dan akan sıcak paralar unutulmamalı. Bu cenderenin içinde Katar’ın parası ile Türk askerinin kanının mübadelesi kurtarıcı olamaz. AKP de bunu çok iyi bilir ama kaz/tavuk hesabıyla politika yapıldığı ortadadır.
Yapılan pazarlıklarda asla söz hakkı olmayan yoksul halkların çocuklarının kanı, her hesabın içinde binlerce hesabı olan emperyalist güçler ve yerli işbirlikçilerin çıkarları için neden aksın? Daha düne kadar Arabistan ve diğer Körfez Ülkeleri ile beraber selefi cihatçı örgütleri destekleyen Katar’ın hamiliği Türkiye’ye mi kaldı? Meclisin onayladığı bu karar Türkiye’ye değil iktidardaki zümreye yarayacaktır. Bu asla kabul edilemez.