SEÇTİKLERİMİZ- Nazan Üstündağ’ın Özgürlükçü Demokrasi’deki Yazısı: Yangın
Ölüm elbette politiktir. En basitinden ölüm yaş ortalamalarına baktığınızda yoksulların zenginlerden daha erken öldüğünü görürsünüz. Yoksulların tutuldukları hastalıklar, başlarına gelen kazalar farklıdır. Hangi zengin şofbenden, tüp gazdan zehirlenmiştir? Hangi kadın kocasını, boşanıp da başkasıyla flört ediyor diye öldürmüştür? Kaç tanınmış ailenin çocuğu şehit düşmüş, kaç sağ siyasetçi faili meçhul olmuştur? Kaç işadamı iş kazasında ölmüştür. Ölüm elbette politiktir. Kimi zaman ve mekanlarda kalp krizi, kanser lükstür. Ki dünyamızda ne kanser ne de kalp krizi eşit dağılmıştır.
Sadece ne zaman ölündüğü değil, ölüm biçimleri de, ölüm biçimlerinin neyine ilgi duyulduğu da içinde yaşadığımız toplumu ele verir. Ne seksenlerde siyasi baskılar içinde nefes alamayan insanların bilinç altının “karabasan” haberleriyle dışa vurması, ne 90’larda savaşın konuşulmadığı yıllarda, toplumsal sezginin polis ve/veya asker baba cinnetleriyle kendini duyurması, ne de 2000’lerde derin devletin yoldan çıkışını, Bilge köyünde gerçek olan ancak, çok daha önceden dizi finalleriyle hayatımıza girmiş düğün katliamları ile ifade edişimiz birer rastlantıdır.
Gecekondulu yılların elektrik kaçağı, çöp gazı kaçağı, grizu kaçağı bir neslin şehre tutun-ama-masının, ucuz hayatlarının, teknoloji ve yoksullukla imtihanını ne kadar da topyekün ve bir o kadar da incitici bir biçimde anlatır. Şimdi kentsel dönüşümle silinen hafızalarda ölümün ne denli politik olduğunun bilgisi nerelere gömüldü? Onlarca ev yıkılıp semtler mutenalaştırılacağına bir tek elektrik kaçağı anıtı dikileydi keşke emekçi ve çileli kent yoksullarının anısına.
Yanmak, yanarak ölmek. Soma’da, Cizre’de, kapısı açılmayan servis aracında, ablası evlenmeyi kabul etmedi diye bir orman köşesinde, reddedilen akrabasının çaktığı kıvılcımda… Yanmak, yanarak ölmek bir yurtta yangın merdiveninin kilitli kapısı önünde. Yanmak yanarak ölmek bir göçmen çadırında…
Van’da ve İzmit’te Kürdün ve Türkün paylaştığı kader “müteahhit” müessesinin, yap-sat yolsuzluğunun, ölü bedenlere beton karmasıydı.
Cizre’den, Soma’ya, göçmen çadırından, kız yurduna yanmak ortak kaderimiz. Her bir yangın faili tam belli bir cinayet. Korkunç bir suç. Ağıza alınmaz bir hırsın sonucu. Ablası reddeden akrabanın kardeşi alıp, bağlayıp, yakıp sonra kim yaptı diye ortalarda gezmesinin aynısı, tıpkısı. Apar topar, kontrolsüz, kim bilir hangi kıyakla, politik himayecilikle, din kardeşliğiyle, yoksulluklarından faydalanılarak bir yere tıkıştırılmış can ciğer güzel kızların yangın merdiveni kilitli bir yurtta, tüm günahlarını gizleyen, tüm suçlarını inkar edenlere karşı alev alışı. Cizre’den güzel gençler karşılamıştır onları…
Adalet bir ismin konulması, bir tanınma, bir tarihe yazılma, suçun yok ettiği ve acıttığının tüm mutlaklığı ve bircikliğiyle bir kez daha parıldamasıdır. Ruhanidir. Tanrısaldır. Size adalet söz veremeyiz. Unutmayacağımıza bile söz veremiyoruz artık. Fakat karıldığınız taş ve toprak bir gün gelecek daha güzel günler de görecek.