Sömürgeci sisteme dayalı feodalizm çözüldükçe yeni Kürt ortaya çıkıyor. Yeni Kürt, çizilmiş, belirlenmiş, ölçülmüş, sınırlanmış alanları kabullenmiyor, bir adım ötesine geçiyor; yasaklara, setlere, sınırlara meşru olanı dayanıyor. Kendi hayatını ötekine, Doğu’ya, Batı’ya Güney’e Küzey’e katıyor; kardeşleşiyor. Ortak sorunlar, acılar ve yokluklarda buluşuyor. Kafasını kuma gömmüyor, sınırları çözen, engelleri kaldıran bir sevgi ve tutkuya yardımlaşıyor.
Böylece çok yeni, çok güzel bir şey oluyor: “böl, parçala, yönet” tarihe karışıyor. Dayatılmış, parçalanmış “küçük meraları”, “kasabaları”, “küçük köyler”i, “küçük hayatlar”ı andıran “küçük Kürdistan”lar kayboluyor. Kuzey’den Güney’e, Doğu’dan Batı’ya, Batı’dan Kuzey’e, Doğu’dan Güney’e bir sürkülasyon, ne yaptığını ve nereye gittiğini bilen bir akış başlıyor. Sadece kendi için yaşamayan ve kendi hayatına kardeşlerini, ötekini de alan bir duyumsayış, bir hissediş, giderek ruhsal bir tamamlanış başlıyor.
İnsanlık tarihi göstermiştir ki izolasyon; yani halklar arasına ve halkın kendi arasına setler çekmek duvarlar örmek hendekler kazmak, sadece fiziki yalıtılmışlığı sağlıyor. Ancak duvarın ardındakini görünmez bilinmez kılamıyor. Ruhsal duygusal ve kültürel bağlar akıl gözünü, gönül gözünü açık tutuyor ve bu da bir süre sonra setleri sınırları anlamsızlaştırıyor. Sonra da düşünsel sevgisel geçişleri, fiziksel geçişler tamamlıyor ve halk, parçalardan oluşan bu güzellik özgürlük arayışçıları, bütünleşerek kendini tamamlıyor. Kendi dünyasını, kendi hayatını, kendi komününü kuruyor. Böylece acıma hissiyle sınırlı kalan duygusal tepkilenimlerin yerini katılımlar, somut hareketlenmeler, adım atmalar, dayanışmalar alıyor. İnsanlar ötekinde kendi hayatını kendi trajedisini kendi yoksunluklarını yine kendi yarınını gördükçe, kendini ötekinde değiştirme, ötekinin hayatına katılarak kendini onarma bilinci ediniyor ve çoğalıyor. Önceleri savaş mağduru ac, yoksul insanların susuz dudaklarını ve çıplak ayaklarını gördüklerinde sadece açıyan ve gözyaşı dökenler bugun dudaklara su, ayaklara ayakkabı oluyor. Acıyı yokluğu sadece duygularla değil, komünlerle paylaşıyor.
Bu açıdan bir kahvehanedeki “GELİRİMİZ ŞENGALE” yazısı bu öz değişimi anlatıyor. Yeni Kürt ve Kürdistan’dır bu. Devlet olmayan devlete gerek de duymayan, sınırlar çizmeyen bir halkın yeni vatanı… Bu vatanda insanlar, kaçmak görmezden gelmek yerine yüzleşmeyi mücadele etmeyi seçiyor ve bu seçim, yeni bir Kürt karakterini, Kürt kişiliğini de şekillendirmiş oluyor.
Bu değişim, “hakikat özgürlük arayışı” olarak tanımlanabilecek “uzun yürüyüş”ü de beslemiş, tekarürden, kısırdöngülerden kurtarmış oluyor. Halkın destansı direniş ve dirayeti, kaçma, sığınma, aman dileme yerine savunma, toprağa değerlere bağlı kalma refleksi, parçalar kolektifine dönüştükçe bireydeki aidiyet duygusu da değişiyor. Ve aitlik, “gelirimiz Şengale” tutumunda görüldüğü gibi sözsel değil, eylemsel bir nitelik ve nitelik kazanıyor. Ve Şengal ve Kobani ve Lice bu eylemsellik, bu özdeyişimle ayakta kalıyor, güzelleşiyor. Her dayanışma her duyumsayış her adım ve arayışla hayat ağacı yeşil kalıyor; bir hayat/bin hayat kurtarılıyor.
(Delil Karakoçan – Özgür Gündem)