Mustafa Peköz yazdı: Darbe girişiminin başarısızlığı ve Türkiye’nin geleceği (seçtiklerimiz)
MUSTAFA PEKÖZ
4 Haziran 2011 tarihinde, Sendika.Org sitesinde yayımlanan “İktidardaki İmamın Kuvvetleri” makalemde Gülen Cemaati’nin devlet içerisindeki çok yönlü örgütlenmesine dikkat çekmiştim. Emniyet, Yargı ve Ordu içerisindeki örgütlenmesine dair geniş bilgiler vermiştim. Gülen Cemaati’nin devlet kurumları içerisindeki örgütlenmesi tahmin edilenden çok daha derin ve etkilidir. Genelkurmay’daki güç dengelerini değiştirmeden atılacak her adımın başarısızlıkla sonuçlanacağını bilen Gülen, ordu içerisindeki örgütlenmesine çok ciddi bir önem verdi. Söz konusu yazımda şunları belirtmiştim: “İktidar güç ilişkilerinde ordular her zaman stratejik öneme sahiptir. Orduyu kontrol edemeyen bir gücün gerçek anlamda iktidar olma şansı yoktur. İktidarın çok önemli bir aracı olan silahlı birliklerin kontrolü hemen her ülkede aynı derecede önemlidir. Cemaat bu gerçeğin farkındadır. İktidarı sağlamlaştırmak için ordudaki kontrolünü güçlendirmek istiyor…” Bugün ortaya çıkan tabloda, Cemaat’in ordu içerisinde çok kapsamlı bir örgütlemeye gittiği çok daha net olarak görüldü.
Gülen Cemaati ile AKP iktidarı arasındaki işbirliğinin çatışmaya dönüşmesi, güç dengelerini ve ittifakları yeniden şekillendirdi. Gülen Cemaati, devletin üç stratejik kurumu içerisindeki örgütlenme düzeyine güvenerek, AKP-Cemaat ittifakına dayanan iktidarın paylaşımını tek elden kontrol etme istemeye kalktı.
İktidarı kaybetme korkusu taşıyan Erdoğan ise, genelkurmay merkezi ile anlaştı. Öncelikli olarak tutuklu bulunan bütün generaller serbest bırakıldı. Onlardan bir kısmını Kürtlere yönelik operasyonlarda yeniden göreve getirildi. Erdoğan-Genelkurmay ittifakı, Ordunun politik etki gücünün artmasına, stratejik politikalarda yeniden inisiyatif almasına yol açtı. Generallerin etki gücünü arttıran bir kısım yasalar hızla uygulanmaya konuldu. Yani Erdoğan’ın tek adam görüntüsünün arka planında esasen Genelkurmay’ın politik gücü ve yönlendirmesi bulunuyor. Erdoğan, bütün uygulamalarıyla ordunun politik ve askeri yönelimlerine ve istemlerine göre hareket ediyor.
Genelkurmay merkezi, Gülen Cemaati’nin devlet içerisindeki örgütlenmenin boyutlarını çok iyi biliyordu. AKP iktidarının Gülen Cemaati’ne karşı emniyette ve yargıda başlattığı operasyonların, orduyu kapsayarak genişletilmesine izin vermedi. Ordu içerisindeki güç dengeleri bakımından bunun ciddi sorunlar doğuracağı hesaplandı ve özellikle emir-komuta zincirinin bozulmamasına özel bir önem verdi.
Gülen Cemaati’nin ordu içerisindeki güçleri tarafından yapılan darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanması çok yönlü nedenleri bulunuyor. Bunun iki noktası öncelikli olarak ön plana çıktı. Birincisi, bu darbe girişimi Genelkurmay merkezli ve kuvvet komutanların iradesine bağlı olarak ve emir-komuta zinciri içerisinde gerçekleşmedi. Tersine ordu içerisindeki Gülenci ekibin, Genelkurmayı da hedefleyen bir darbe girişimi oldu. Ordunun çok önemli bir kısmının içerisinde yer almadığı bir eylem olarak başlatıldı. Darbenin başarısız olmasının en önemli faktörlerden biri, Genelkurmay merkezli olmamasıdır. Eğer söz konusu girişim, 1960 ve 1980 darbesi gibi doğrudan Genelkurmay merkezinde organize edilmiş olsaydı, bugün çok farklı bir Türkiye gerçeğiyle karşı karşıya olacaktık. Ordu içerisinde geleneksel Kemalist devlet çizgisine bağlı olan hakim grupla Gülenci güçler arasındaki çatışma ve rekabet, darbenin başarısız kalmasında ciddi bir faktör olarak ön plana çıktı.
İkinci nokta ise darbe girişiminin uluslararası güçler tarafından desteklenmemiş olmasıdır. Sanıldığı gibi ne ABD ne de AB, Gülen ekibi tarafından yapılmak istenen darbeye destek sunmadı. Darbecilerin, küresel güçlerle görüşüp onların onayını almadıkları çok net olarak görüldü. Pentagon, bu tür girişimlerin tek başına başarılı olmayacağını bilir. Ayrıca ABD, darbeyi içeride azınlık olan bir güç tarafından değil doğrudan Genelkurmayı yönlendirerek yapar. 1980 askeri darbesi için “Bizim çocuklar darbe yaptı” diyen ABD’nin Türk Genelkurmayında bu gücü halen var. Bu bakımdan, darbe girişiminin ABD’nin onayı ile gerçekleştiğini düşünmüyorum ve ayrıca bu tarz bir yönelime ihtiyacı da yok. Mısır’da Genelkurmay merkezli askeri darbe ABD ve AB tarafından çok açık olarak olmasa da fiilen desteklendi ve bugün iktidar gücüdürler. Aynı şekilde ABD, Türkiye’de olası bir darbeyi, Genelkurmay merkezli yürütür ve aktif olarak destekler. Gülen’in ABD tarafından korunması, bu tarz bir darbe girişimini destekleyeceği anlamına gelmez. İkisinin oynadığı ve oynayacağı rol birbirinden farklıdır.
Darbe girişiminin bastırılmasında diğer önemli bir faktör de, politik partilerin ve sivil toplum örgütlerinin bu tarz bir darbeye açık tutum almış olmalarıdır. Böylelikle içte toplumsal destekten yoksun kalması, tersine tepkinin yoğunlaşması darbecilerin daha ilk saatlerde etki gücünü kırdı. Darbecilerin parlamento binasını bombalamaları da politik bir desteğin olmadığı ve olmayacağı anlamına geliyor. Doğrudan Genelkurmay tarafından organize edilmemiş ve politik parti ve gruplar tarafından da kesinlikle desteklenmeyen bir darbenin başarılı olma şansının bulunmayacağı bu nedenle açıktır. Politik parti ve sivil kurumların, hangi gerekçeyle olursa olsun tutum almış olması küçümsenmemelidir.
Burada silahlı bir güç olarak polisin rolüne dikkat çekmek gerek. Darbe girişiminin kimler tarafından yapıldığı netleşmeden polisin hiçbir tepkisi ve reaksiyonu olmadı. Öyle ki ağır silahlarla donatılmış polis gücü, sokağa çıkan askerlere karşı bir tepki göstermedi ve hatta tersine birçok yerde önünü açtı. Bunun bir başka ifadesi, eğer darbe Genelkurmay merkezli olmuş olsaydı, Erdoğan’ın imamları olarak lanse edilen polis kuvvetleri doğrudan darbecilerin yanında yer alır ve darbenin aktif unsurları haline gelirlerdi. Darbe girişiminin Genelkurmay merkezli olmadığı anlaşıldıktan, güç dengesinin darbeciler aleyhine olduğu görüldükten sonra pozisyon almaya başladı. Bu aynı zamanda önümüzdeki dönemde polis teşkilatına karşı yeni önlemlerin alınmasına yol açacaktır.
Bu temel faktörler darbenin başarısız kalmasında belirleyici oldu denebilir. Buna paralel olarak, darbe girişiminin ortaya çıkarttığı ve önümüzdeki dönemi etkileyecek önemli gelişmeler olacaktır.
Burada birkaç nokta kaçınılmaz olarak etkisini hissettirecektir. Öncelikle olarak Genelkurmayın durumudur. Bu darbe girişiminden sonra Genelkurmayın askeri ve politik etki gücünde bir zayıflama olur mu? Ben böyle bir zayıflamanın olacağı kanısında değilim tersine etki gücünün artmasına hizmet edebilir. Genelkurmay’ın içerisinde yer almadığı bir darbenin başarısız olacağı ortaya çıktı. Böylelikle kuvvet komutanlarının onay vermediği bir darbe girişimi Erdoğan’ın hem fiziki yaşamını güvence altına aldı hem de politik geleceğini korumuş oldu. Darbe girişiminin başarısızlığı, Genelkurmay merkezli bir darbenin olmayacağı anlamına gelmez. Türkiye’nin iç politik dengeleri, bölgesel ilişkilerdeki değişimler ve küresel güçlerin ihtiyaçları belirleyici olacaktır.
Darbe girişimi karşısında politik pozisyonunu koruyan Erdoğan artık eskisi gibi davranamaz. Türkiye’nin iç dinamiklerini zorunlu ve kaçınılmaz olarak hesaba katmak zorundadır. Tek adam olma politikasının yarattığı ve yaratacağı olumsuz sonuçların tehlikelerini artık çok daha güçlü bir şekilde hissedecektir. Darbeye karşı toplumun farklı kesimleri çok açık tutum aldılar. Bu bakımdan bu güçlerin etkisini görmezlikten gelemez. Erdoğan iç politik barışa ihtiyacı olduğunu çok daha net anladı ya da anlamalıdır. Gelişmelerin her an aleyhine dönebileceğini fiilen gördü ve yaşadı. Erdoğan’ın hem politik geleceğinin hem fiziki yaşamı bakımından ciddi riskler taşıdığı hemen herkesin bildiği ama dillendirmek istemediği bir gerçeği ifade ediyor. Türkiye’nin iç politik dinamiklerdeki kırılganlığın aşılması, toplumsal uzlaşıyı sağlaması bakımından gerekli adımların atılması artık zorunlu ve kaçınılmaz hale gelmiş bulunuyor. Toplumsal tepkinin oluşması esasen darbenin Genelkurmay merkezli olmadığı ve Gülen Cemaati’ne bağlı güçlerin bir girişimi olduğu, girişimin başarılı olmayacağı anlaşılınca Erdoğan ve diğer politik partiler çağrı yaptı. Toplumsal tepkinin, darbe başarısızlığının görülmesine bağlı olarak gelişmesi ayrıca bir soru işareti olarak düşünülmesi gerekir. Buna rağmen darbecilere karşı sokağa çıkılması küçümsenmemelidir.
Darbe girişimi, iç politik krizin aşılmasına hizmet edebileceği gibi tersten bir sonuç da doğurabilir. Bu tamamen iktidarın belirleyeceği politikalara bağlıdır. İçte ciddi bir sorun yaşayan ve çok yönlü krizlerle iç içe olan Türkiye’nin kendisine bir çeki düzen vermesi ve demokratikleşme hamlelerini hızla atması son derece önemlidir. Bunları görmezlikten gelmeye devam edilirse, sonraki hamleler beklenilenden çok daha ağır sonuçlar doğuracaktır. Uluslararası alanda prestiji sıfırlanmış ve Birleşmiş Milletler dâhil olmak üzere uluslararası kurumlarda tartışılmaya başlanan politik durumu çok daha sorunlu hale gelecektir.
Ayrıca ordunun prestijinde önemli bir kırılma yaşandığı açıktır. Uluslararası ve bölgesel ilişkilerde etki gücünü kaybetmiş bir ordu gerçeğiyle karşı karşıyayız. Ordu içerisindeki bu iç çatışma, etki gücünü çok yönlü etkileyecektir. Genelkurmay bu darbe girişimini atlatmış da olsa da, ordu içerisindeki krizin aşılacağı anlamına gelmiyor tersine çok daha fazla derinleşmeye yol açabilir. Bugün birbirine çok fazla ihtiyaç duyan AKP iktidarı ile Genelkurmay ittifakı kısa süreli pekişecektir ama bunun uzun süreli olması oldukça zor görünüyor.
Bugünkü politik tabloda; nedeni ne olursa olsun darbeler meşru görülmez ve desteklenmemelidir. AKP iktidarına karşı duyulacak tepki nedeniyle darbecileri göreve çağırmak son derece yanlış ve tehlikelidir. Ayrıca darbe girişiminde bulunanların TRT’de yayınladıkları bildiri dikkate alındığında, 12 Eylül 1980 darbeci generallerinden farklı bir bildiri olmadığı görülür.
Bu bakımdan başta Kürt sorunu olmak üzere, Türkiye’nin iç politik barışının acilen sağlaması ve bütün sorunların demokratikleşme süreci içinde çözümü için kararlı adımlar atılmalıdır. İçte sürdürülen savaşın sonuçları politik ve toplumsal olarak çok daha ağır olacaktı. Toplumsal uzlaşıya ve barışa belki de en çok ihtiyacı olan Erdoğan’ın kendisi olduğu unutulmamalıdır.
(Bu yazı Sendika.Org'da yayınlanmıştır.)