İsrail, yaklaşık iki buçuk yıl önce yaşanan ve dokuz Türkiye vatandaşının hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan Mavi Marmara baskınıyla ilgili Türkiye’den özür dilediğini açıkladı. Arap isyan hareketi süresince sessizliğini koruyan ve süreci takip eden İsrail, Obama ziyareti sonrası yeniden atağa geçti. Bölgesel gelişmeler göz önünde tutulduğunda hem Obama’nın ziyaretinin hem de özrün zamanlamasının önemi daha net anlaşılacaktır.
Aslında hepimizin bildiği üzere Türkiye ve İsrail ilişkilerinde yansıtılmaya çalışılanın aksine gerek ekonomik gerekse askeri ilişkilerde hiçbir kesinti olmadığı gibi bu dönemde daha da geliştirilmiştir. Eylül 2011’de Türkiye tarafının aldığı 5 maddelik yaptırım kararlarında, ekonomik ve askeri ilişkilere zarar vermeyecek tarzda diplomatik sınırlamalar yer alınmıştır.
Türkiye bu süre zarfında İsrail’le ticaret hacmini yüzde 50 oranında artırmış, İsrail’in dış ticaretini artırdığı 4. ülke sıralamasına girmiştir. Türkiye, PKK’ye karşı kullandığı insansız hava araçları Heronlar’ı bu dönemde İsrail’den satın almıştır. İran’ın İsrail’e olası bir saldırısına karşı, NATO füze kalkanı radar sistemi ve hava savunma sistemi Patriot’lar Türkiye topraklarına yerleştirilmiştir. İsrail’in bir dönem kabusu olan HAMAS, Türkiye üzerinden yürütülen ABD merkezli Ortadoğu’yu dizayn hamlesinin bir parçası haline gelmek üzere ikna edilmiştir (tabii burada Katar parasının da ikna sürecinde ciddi bir katkısı olmuştur). Türkiye son süreçte İsrail’in Suriye topraklarına dönük düzenlediği tüm saldırılara ses çıkarmadığı gibi Suriye’yi hedef alan açıklamalar yapmıştır vb.
Aslında yaşanan, ABD’nin bölgesel stratejisinin iki temel müttefikinin iç politik hesapları nedeniyle yarattıkları pürüzlerin giderilmesidir. Bir diğer değişle, askeri ve ekonomik alanda kesintisiz süren ilişkinin siyasi alanda da yolunun cilalanmasıdır.
Türkiye’nin model ortaklık zemininde ABD’nin açtığı kulvarda Ortadoğu’ya açılmanın meşruluk zemini olarak kullandığı “one minute” ve “Mavi Marmara” hamleleri miadını doldurmuş görünüyor. ABD’nin bölgesel politikalarının hayata geçebilmesi için Türkiye ve İsrail’in koşulsuz işbirliğine ihtiyaç duyulmaktadır. Bunun için bir süredir yürütülen diplomasi trafiğinin sonuçlandığı görülmektedir. Önce Erdoğan’ın Avusturya’daki BM Forumunda Siyonizm’i faşizm gibi insanlık suçu olarak gören sözlerine bir ayar verildi. Sonra da Obama, coşkuyla karşılandığı İsrail’e ilk ziyaretini gerçekleştirerek Benyamin Netanyahu’nun özür dilemesini sağladı. Erdoğan da, daha önce Gazze ablukasının kaldırılması şartını yutarak özrün kabul edildiği ve ilişkilerin normalleşeceği sözünü verdi.
Durumu İsrail gizli servisi (Mossad) yetkilisinin yaptığı açıklama özetledi: ABD’nin bölgesel planları doğrultusunda, NATO tarafından kurulan Patriot sistemi ve Füze Kalkanından tam randıman alınabilmesi için İsrail’in Heron ve AWACS casusluk uçakları teknolojisine ihtiyaç duyulmaktadır.
Yani önümüzdeki günlerde Suriye’de ortaya çıkan dengeler çerçevesinde olası bir müdahalenin planları hayata geçecek gibi görünüyor. İsrail zaten bir süredir taciz ateşleriyle denemeler yapıyordu. Ancak İsrail bir taraftan Esat’ın gitmesini isterken diğer taraftan onun yerine gelecek yönetimin radikal İslamcı (El Kaide, Selefiler) unsurlarla dolmasını istememektedir. Diğer taraftan küresel sermayenin yaşadığı kriz, Suriye’de yaşanan tıkanmayı aşma zorunluluğunu ABD’ye dayatıyor.
Türkiye açısından durum çok daha boyutlu bir hal almıştır. Bir taraftan küresel krizin etkileri, bölgesel politikalarda Suriye meselesinde yaşanan kısmi yenilgi ve Kürt sorunun içte yaşattığı krizin ağırlığı AKP iktidarının üstüne bir karabasan gibi çökmüştü. Şimdi AKP iktidarı ve Türkiye sermayesi için bu çok yönlü yaşanılan krizleri fırsata dönüştürme kanalları açılmış gibi duruyor. Suriye’de ortaya çıkan gelişmeler sonrası bölgesel anahtar işlevi gören Kürt halkının, Öcalan üzerinden kurulmaya çalışılan Türk -Kürt ittifakı üzerinden sisteme entegre edilebilme olasılığı bütün dengeleri alt üst edebilir. İkincisi Türkiye’nin hem İsrail ile hem de Suriye muhalefetiyle geliştirdiği ilişkiler sonrası kaybettiği itibarını kazanma ve bölgesel hesaplarını zor yoluyla gerçekleştirme fırsatı doğmuş gibi görünüyor.
Yaşanan gelişmeler, tüm bu bölgesel hesapların kesişiminin ortaya çıkaracağı bölgesel bir savaşın ayak sesleri gibi duruyor. Bölge halkları emperyalist her tür müdahaleye karşı seslerini ve güçlerini birleştirmelidir.