Celal Başlangıç yazdı: Kürtler kararını vermiş: Ya özyönetim ya diktatörlük! – Seçtiklerimiz
Sur'dan gelen mermi ve bomba sesleri zaman zaman kesiliyor. Ara uzadıkça seviniyor Diyarbakırlılar: "İki saattir patırtı yok. Haydi hayırlısı…"
Bir süre sonra yeniden alevleniyor çatışmalar. Hani İstanbul'da havai fişek atılsa herkes kafasını kaldırıp bir bakar ya… Burada yok öyle birşey. İnsanlar, onca gümbürtü kopmamış gibi olağan işlerini sürdürüyorlar. Ama akılları Sur'da… Sadece Sur'da da değil, Cizre'de, Silopi'de, Dargeçit'te… Sokağa çıkma yasakları olan kentlerden sivillere ilişkin ölüm haberleri geliyor ard arda.
Sur'da verilen 17 saatlik ara dışında 25 gündür sürüyor sokağa çıkma yasağı. İnsanlar ölüyor, evler yıkılıyor.
Dargeçit'te sokağa çıkma yasağı 15 günü doldurmuş. Haber alınamıyor içeriden. Silopi'deki yasağın 12. gününde 70 yaşında bir din adamı olan Hasan Sanır'ı öldürüyor keskin nişancılar. En acı haberlerden biri de Cizre'den geliyor. Keskin nişancılar üç aylık Meray bebeği vurmuşlar evinde. Polise haber verip ellerindeki beyaz bayrakla hastaneye götürülürken bu kez 80 yaşındaki dedesi Ramazan İnce'yi öldürüyor keskin nişancılar. Meray bebek 4 Eylül'de Cizre'de ilan edilen ilk sokağa çıkma yasağında doğmuş.
Bugün de süren beşinci sokağa çıkma yasağının 12. günün de öldürülüyor. İki sokağa çıkma yasağı arasındaki kısacık bir yaşamı, bir keskin nişancının namlusundan çıkan mermiyle sonlandırmanın yüreklerde yarattığı o büyük kırılmanın vebali bugünkü iktidardadır. Aile, dede ile torununun evlerinin karşısına konuşlanan Özel Harekatçı keskin nişancılar tarafından öldürüldüğünde ısrarlı. Ancak, "gazete taklidi" yapan iktidar bültenlerinin siteleri yalanlarını hemen servise koyuyor: "Çatışmanın ortasında kalan üç aylık bebek öldürüldü…", "PKK'lı teröristler üç aylık bebeği kurşunladı…"
İşte böylesine ağır, kentlerin kuşatıldığı, insanların öldürüldüğü bir ortamda "olağanüstü" toplanıyor. Demokratik Toplum Kongresi. Tek gündemi "özyönetim" olan toplantının yapıldığı Kayapınar Spor Kompleksi'nin ne çevresinde, ne girişinde resmi polis var. DTK'lılar kendi güvenliklerini kendileri almışlar. Toplantıya gelen herkesin neredeyse ortak konusu bir gece önceden bugüne dek uzanan süreçte kuşatılmış, yasaklı kentlerden; Sur'dan, Cizre'den, Silopi'den, Darageçit'ten gelen zulüm ve ölüm haberleri… Siyasi parti ve hareketlerin Eşbaşkanlarından, milletvekilleri, belediye eşbaşkanları, gençlik ve kadın örgütlerinin temsilcileri ile halktan seçilmiş delegelerden oluşan bölgenin en büyük sivil toplum şemsiye örgütü DTK'nın kongresi titizlikle organize edilmiş.
Kapıda yaka kartlarını alan delegelerle gazeteciler salonda kendilerine ayrılan yerlere oturuyorlar. Bölgede yaşanan bütün acılara karşın değil isyan eden, kızgın görünen, sesini yükselten bile yok. Ayrımsız herkes çoktan tercihini yapmış insanların sakinliğinde ve kararlılığında. Elbette bu kadar geniş bir yelpazede olan kongre bileşenleri içinde bağımsızlığı ya da federasyonu savunanlar da vardı. Ama hakim olan görüş özyönetimden yanaydı. Dışarıdaki kararlılık salondaki konuşmalara da yansıyordu. Hatip Dicle'den Selma Irmak'a, Sebahat Tuncel'den Kamuran Yüksek'e, Selahattin Demirtaş'tan Sırrı Süreyya Önder'e kadar kongrede kürsüye çıkan tüm hatipler genel olarak aynı noktanın altını ısrarla çiziyordu.
Birincisi, "özyönetim ilanında, bunu hayata geçirmekte ve Kürtlerin statüsünün tanınmasında ısrarlıyız." İkincisi de "biran önce çatışmalı süreci sonlandırıp sorunları müzakere yoluyla çözmek için masaya geri dönelim." Üçüncüsü de "bu önermeler Türkiye'nin bölünmesini değil, tam tersi bir arada yaşama koşullarının pekişmesini getirecektir." Açış konuşmasını Kürtçe yapan DTK Eşbaşkanı Selma Irmak, “Son kez elimizi uzatıyoruz. Bu yüzyıl bizim yüzyılımızdır. Kendi kararımızı kendimiz vermek istiyoruz. Tek Kürt kalsa bile özyönetimden vazgeçmeyeceğiz” dedi. Şu soru akla gelebilir; DTK'lılar özyönetime karar verdiğine göre niye bu olağanüstü kongre "Kürtlerin karar verme toplantısı" olarak niteleniyor?
DTK Eşbaşkanı Dicle konuşmasında amaçlarının taleplerini daha anlaşılır kılmak, hangi yetkilerin özerk bölgelere devredileceğine ilişkin projeyi somutlamak olduğunu anlatıyordu. Dicle'ye göre demokratik özerklik modeli bütün sorunları çözecek bir anahtardı. Sebahat Tuncel "Türkiye'ye bir teklif sunacağız. Kürtlere değil, zaten. Kürtler 2005'ten beri söylüyorlar" derken, Kürt Özgürlük Hareketi'nin özyönetim modelini ne zamandan beri gündemine aldığını anımsatıyordu. Daha 2006'da DTK kurulurken özyönetim programında vardı. HDP'nin parti programı da, seçim bildirgesi de özyönetimi savunuyordu..
"Barikat ve hendek; Kürt halkı öz yönetim istediği için kazılmadı. Barikat ve hendek; Ankara’da katliam planları yapanlar, o planları hayata geçirmeye başladığı için kazıldı" diyen Demirtaş, bu kongrede özyönetim önermelerinin çerçevesini netleştirip içini dolduracaklarını ve ondan sonra adım adım inşa sürecine geçeceklerini söylüyordu. Bir de sorusu vardı Demirtaş'ın; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, darbe anayasasında olmayan başkanlık sistemini tartışma hakkı vardı da, Kürtlerin niye o anayasada olmayan özyönetim modelini tartışma hakkı yoktu?
"Masaya dönme" taleplerindeki ısrarı dile getirirken 7 Haziran seçimlerinden sonraki sürece ilişkin de bir bilgiyi açıklıyordu Demirtaş: "Üç defa ciddi bir diyalog girişiminde bulunduk, üçünü de reddettiler." Kamuran Yüksek, “Sessiz kalarak bu zulüm bitmez. Bunun yolu birlik olmaktan geçer. Bütün Türkiye halklarına şu çağrıyı yapıyoruz. Ortak bir gelecek için kendi tarihimizi yapalım" görüşündeydi. Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk toplantı arasındaki sohbet sırasında; barikatlarda, hendeklerde direnen Kürt gençlerini konuşurken haklı çıkmanın üzüntüsünü yaşıyordu: "İki, iki buçuk yıl önce söylemiştim bizim konuşabilecekleri son kuşak olduğumuzu. Maalesef haklı çıktım." Konuşmacıların gündeminde Başbakan Davutoğlu'nun anayasa değişikliğine ilişkin HDP'den talep ettiği randevu vardı. Görüşme 30 Aralık'ta gerçekleştirilecekti. Sırrı Süreyya Önder randevuyu değerlendirirken "Bölgedeki çatışma halinin, halkın temel yaşam hakkından vazgeçtim, nefes alma hakkını ve kayıplarını defnetme hakkını tanımadan bizi ziyaret ederse kaçak çayını içer gider" demişti.
DTK toplantısı sürerken Ankara'dan gelen, Davutoğlu'nun, muhtemelen kongrede yapılan konuşmaların yansımasından sonra "HDP ile masaya oturmanın anlamı kalmamıştır" diyerek görüşmeyi iptal etmesi, "kongre salonuna bomba gibi düştü" demeyeceğim. Gördüğüm kadarıyla kimsenin de pek umurunda olmadı. Hatta "Demek ki kaçak çay sevmiyormuş" esprilerine yol açtı. Görün o ki, aslında Kürt Özgürlük Hareketi yolunu çizmiş, hatta yöntemini belirlemiş. Tercihinin de bedelini ödemeye hazır. Zaten ödüyor da. Hatta kongre katılımcıları, Davutoğlu'nun görüşme iptalinden çok, Suriye Demokratik Güçleri'nin, ki siz bunu "YPG" diye okuyabilirsiniz, Fırat'ın batısına doğru "çaktırmadan" yaptığı hamleyle, sağlanan askeri başarıyla, Tışrin Barajı'nı ele geçirmesiyle daha ilgiliydiler.
DTK kongresi için geldiğimiz kentte edindiğimiz izlenim o ki, çatışmalı sürecin getirdiği dezavantajı Kürt Özgürlük Hareketi artık lehine çevirmeye başlamış. Bunun yansımaları önümüzdeki günlerde hem bölgede, hem Türkiye genelinde, hem de uluslararası platformalarda daha belirgin çizgilerle ortaya çıkacak.
Kongre çalışmasının ikinci gününde DTK, önündeki sürecin yol haritasını, özyönetimin çerçevesini, bölgesel parlamentolardan kent meclislerine kadar tüm Türkiye'ye önerecekleri modeli ortaya koyacaklar. Ancak bugünden belli olan bir çizgi var ki, zaten Kürt Özgürlük Hareketi net olarak kararını çoktan vermiş:
Ya özyönetim ya diktatörlük!