Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi Eş Genel Başkanı Tuncay Yılmaz, 1 Kasım seçimlerinde SYKP’nin aldığı tavır, seçim süreci, seçim sürecinde gerçekleşmesi muhtemel olan ihtimaller, Türkiye devrimci hareketinin mevcut ahvali’nden Suriye’deki emperyalist müdahalelere dair Jiyan’dan Sultan Eylem Keleş’e konuştu.
‘’Biz HDP’yi desteklemiyoruz, biz HDP’yiz’’
1 Kasım seçimlerini Türkiye demokrasi mücadelesi açısından önemli bir eşik olarak görüyoruz. Sadece alınacak oy oranı, milletvekilliği ve meclis temsiliyeti bazında değil, yeniden şekillenmekte olan rejimde demokrasi güçlerinin konumlanışı açısından önemli bir pratik, eşik olduğunu düşünüyoruz.
Seçimler, meclis eşitlik ve özgürlük mücadelemizin enstrümanlarındandır. Buna ne daha fazla ne de daha az değer veriyoruz. Sistemin tek başına seçimler ve milletvekilliğiyle değişmeyeceğini biliyoruz ancak aynı zamanda oyuna girmeden, kenarda oturarak maç kazanılamayacağının da farkındayız.
SYKP olarak, 1 Kasım seçimlerinin demokrasi güçlerinin ortak mücadele aracı olan Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ve Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) eşitsizliklere, adaletsizliklere, baskılara, katliamlara, savaşa karşı duruşunu ve mücadelesini güçlendirecek şekilde sonuçlanması için çalışıyoruz.
Biz HDP’yi desteklemiyoruz. Biz HDP’yiz! HDP demokrasi güçlerinin ortak mücadele aracı olarak işlevli olduğu sürece (ki bizim tüm çabamız bu yöndedir) formülümüz belli: SYKP örgütlendikçe HDK / HDP güçlenecek, HDK / HDP güçlendikçe SYKP büyüyecek.
Türkiye’de seçimler hiçbir zaman “sağlıklı koşullarda” yapılmadı. Bugüne kadarki seçimlerin tamamı hile, hurda, eşitsizlik ve haksızlıklarla gerçekleştirildi. Şimdi bence farklı olan bu hileleri aşabilecek bir alternatifin, HDP’nin varlığıdır. Buna benzer bir süreç daha önce TİP’in meclise girmesini engellemek için tezgahlanmıştı. O zaman da TİP Türkiye’nin ezilenleri ve emekçileri için ciddi bir alternatif halini alıyordu, bunun önü kesildi.
Son süreçten yola çıkarak AKP öncesi iktidarlar temize çekilmek, mevcut durumun ortaya çıkmasında AKP dışı güçlerin etkisi görünmez kılınmak isteniyor. Bunlar burjuva partileri. Devlet sermaye devleti. Seçimler burjuva demokrasisinin seçimleri. Bunu hiç unutmamak gerek. Onlar hep hile yaptılar, yapacaklar, biz de bu hilelerle baş etmenin, önümüze konulan engelleri aşmanın yollarını bulacağız.
Tabi Erdoğan ve çetesinin özel konsantrasyonları da var. Onu da atlamamak gerekiyor. Erdoğan ve çetesi için bu seçimlerin sonucu şimdilerde burnu aşağı doğru dönen iktidar uçaklarını kurtarıp kurtaramayacaklarına ilişkin belirleyici olacak. O yüzden de onları iktidar yapan tüm güçlere, yerli ve yabancı sermayeye, manüple etmeyi başardığı halk kesimlerine ‘biz hala varız, güçlüyüz, belirleyiciyiz’ mesajı vermeye çalışıyorlar.
Bizim bu hile ve hurdalar karşısında yapabileceğimiz belli: örgütlenmek, örgütlenmek, daha fazla örgütlenmek. AKP’nin psikolojik savaşıyla baş etmek zorundayız. Kitleler nezdinde yaymaya çalıştıkları “ne yaparsanız yapın, biz çalıp, çırpıp tek başına iktidarı kazanacağız” algısını kırmalıyız. AKP bu algıyı yaygınlaştırıp kanıksatarak halkın sandıktaki mücadeleden vazgeçmesini sağlamaya çalışıyor. Ne kadar insanı umutsuzluğa düşürürsem kardır diyor. Bildik şeyleri söylemeye gerek yok, tabiî ki sandıklara, oylara sahip çıkmalıyız. Ama bunun yanında başetmemiz gereken asıl nokta, bu algı oluşturma hamlesini boşa düşürmek, HDP’yle umudun büyüyeceğine, diktatörün devrileceğine olan inancı güçlendirmektir.
”’HDK-HDP dışında kalarak denge değiştirilemez’’
HDK/HDP aslında 12 Eylül cuntasına karşı sosyalistlerin ve Kürt Özgürlük Hareketinin kurduğu “Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi”nin bir uzantısı, türevi, legal alanda kurumsallaşmış halidir. Daha yakın tarihten bakarsak, Emek – Barış-Demokrasi Bloku, Bin Umut Adayları, Çatı Partisi Girişimi, Demokrasi İçin Birlik Hareketi aşamalarından geçerek bu noktaya gelinmiştir.
Farklı azami programların, asgari demokrasi programı etrafında birlikte mücadelesinin en gerçek, kapsamlı pratiğidir. Üstelik sadece örgütlü sosyalistleri değil, sosyalist bireyleri, diğer demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren dinamikleri de kapsamaktadır. Demokrasi güçlerinin tamamını temsil edecek durumda mıdır? Hayır elbette. Hala HDK / HDP dışında olan demokratik güçler vardır. Ama Türkiye demokrasi mücadelesi gerçekçi bir şekilde değerlendirilecekse bunun en kapsayıcı, pratik başarı yakalamış, ezilenlerde ve emekçilerde (sadece örgütlü güçler içerisinde değil!) kısmi de olsa umut, heyecan yaratabilmiş tek seçenek HDK / HDP olmuştur.
Örneğin Birleşik Haziran Hareketi var HDK / HDP dışında kalan. Şüphesiz hesap dışı tutulamayacak, göz ardı edilemeyecek önemli bir özne. Ancak BHH’nin hem öznel hem nesnel durumuna baktığımızda HDK / HDP’yle bir biçimiyle ilişkilenmeden Türkiye Demokrasi mücadelesinde anlamlı bir konumlanış elde edemeyeceği de açık. Arkadaşlarımızın kendi içinde haklılık taşıyan Marksist güçlerin halklaşmış Kürt Hareketi karşında etkisiz kaldığı/kalacağı değerlendirmeleri, HDK / HDP dışında kalarak değiştirilebilecek bir denge değildir.
‘’BHH’nin seçimler sonrası konumlanışında HDK/HDP ile ilişkisi ana başlık olmalı’’
Ben HDK’yi burjuvazinin TBMM’sine karşı ezilen ve emekçi halkların meclisi, kongresi olarak değerlendiriyorum. Burada ezilenlerin ve emekçilerin tüm eğilimleri temsil edilmeli, birbirleriyle tartışmalı, birlikte hareket etmeli ve yeri geldiğinde ayrı tutum alabilmeli. Örneğin BHH ister tek tek bileşenleri olarak ister bütün olarak HDK içerisinde yer alabilir, almalı. HDK henüz bu işlevini yeterince yerine getiremiyor.
Bir süredir öyle bir siyasi tempo içerisindeyiz ki oturup serinkanlı, sağlıklı, derinlikli bir değerlendirme yapma, eleştiri-özeleştiri süreci organize etme imkanımız olamadı. Umarım seçimlerden sonra böyle bir imkanımız olacak ve çok daha sağlıklı bir yürüyüş hattını hep birlikte tartışarak bulacağız.
Belki bir geçiş süreci olarak HDK ve BHH arasında “birlikte mücadele protokolü” sağlanabilir. Bu her iki yapıyı birbirine yaklaştırabilir, önyargıları aşmaya imkan tanır ve aslında henüz kimsenin tam olarak ulaşamadığı “Gezi dinamiklerini” toparlamaya katkı sağlayabilir.
Bütün bu adımların atılabilmesi için BHH ve bileşenleri içerisinde azımsanmayacak etkileri olduğunu bildiğimiz “Kürt Hareketiyle birlikte yürümememeye yeminli” kişi ve kesimlerin aşılması gerekiyor. Bunun göze alınması lazım. Bu olmadan bahsettiğiniz şey sadece bir hayal olarak kalacaktır. BHH bunu göze alamadığı sürece etkili bir siyasi özne olma fırsatından adım adım uzaklaşmaya mahkumdur.
Gerçeklik ne durumda derseniz, ÖDP Eşbaşkanı Alper Taş’ın –henüz ÖDP’nin değil!- 1 Kasım’da HDP’yi destekleme açıklaması dışında kayda değer bir gelişme görünmüyor. Kuvvetle muhtemel ki herkes 1 Kasım seçimlerinin sonucunu görmek istiyor ve ondan sonra yeni bir konumlanış belirlemeyi düşünüyor. İşte bu yeni konumlanış tartışmalarının içerisinde mutlak ve mutlak HDK / HDP’yle nasıl bir ilişki geliştirileceği ana başlığı olmak zorunda.
‘’Emperyalist güçler ellerini Suriye’den çekmeden çözüm imkansız’’
Kalıcı ve devletlerin değil halkların çıkarından yana bir çözümden bahsediyorsak bir kere şartsız ve koşulsuz olarak emperyalist güçler, bölge devletleri Suriye’ye her türlü müdahaleyi durdurmalı. Bu müdahaleler olmasaydı belki de Suriye savaşı çoktan sonuçlanmış, demokratik bir gelişmenin önü açılmıştı.
Ancak ABD’den Almanya’ya, Çin’den Rusya’ya, İran’a, Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye, Katar’a tüm akbabalar Suriye’nin başına üşüşmüş durumda. Hepsi kendi çıkarları için çeşitli yerel ve ithal güçleri sahada oynatıyor, finansa ediyor.
Bu güçler ellerini Suriye’den çekmeden (ve asıl olarak yerel demokrasi güçleri bunu sağlamadan) kalıcı ve halkların çıkarına bir çözüm imkansız görünüyor.
Şimdilerde Rusya’nın da daha aktif ve görünür olarak sahaya inmesiyle denklem iyice karışmış durumda. Kim kime karşı, kiminle ittifak ya da savaş halinde çok ama çok karışık. ABD ve koalisyon güçleri YPG’yle birlikte IŞİD’e karşı savaşıyor görünüyor ama arka plandan IŞİD’in yok olmaması için gereken her türlü ilişkiyi kuruyor. İran ve Rusya Esad hükümetini destekliyor ama alttan alta Rusya ve Esad İran’ın bölgede genişleyen hakimiyetini, sınırlamak istiyor. Söz konusu olan kar, çıkar ve iktidar olunca her türlü ilkesizlik, pragmatizim, ihanet diz boyu sizin anlayacağınız.
Türkiye ve tabiî ki AKP ise başlangıcından bu güne Suriye dramının baş müsebbiplerinden biri. Hem iç hem dış/bölge politikası için Suriye halklarını kurban etti AKP. Önce Suriye’de iktidar değişikliği yaparak Suriye pastasından daha fazla pay almak ve Ortadoğu’da hegoman olma rüyasına yaklaşmak istediler. Ardından Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olduklarını fark edip tüm stratejilerini Ortadoğu’nun halklar lehine tek kazanımı olan Rojava’yı boğmaya çalıştılar.
Şimdi düştükleri bataktan çıkmalarına destek vermeleri için milyonlarca savaş göçmenini Avrupa’ya şantaj olarak kullanıyorlar. Esad gidecek dediler kendileri gidiyor. Kobane düşecek dediler kendileri düşüyor Şam’da Emevi Camii’nde Cuma namazı dediler, Cizre’de sokakta yürüyemiyorlar. Ellerinde yüzbinlerce insanın kanı, milyonlarcasının dramı varken şimdi utanmadan “geçiş Esad’la da olabilir” diyorlar. Nereden baksanız tutarsızlık! Nereden baksanız ahmakça!
Somut olarak ne yapılabilir derseniz; birinci olarak düzenleneceği basına sızdırılan ABD, Rusya, İran, Suriye, Arabistan, Katar ve Türkiye Zirvesinde dış güçler sahadaki tüm müdahalelerini durdurma kararı almalılar. İkinci olarak Suriye’nin yerel güçleri, elbette demokrasi güçleri birlikte davranarak demokratik bir Suriye’nin yeniden inşası için masaya oturmalı. Ve üçüncü olarak hem emperyal güçler, hem bölgesel güçler Suriye halklarına verdikleri zararın tazmini için Suriye’nin yeniden inşasına bütçe tesis etmeli.
‘’Syriza, kapitalist, emperyalist güçlerce teslim alındı’’
Syriza hem umut, hem hayal kırıklığı oldu Yunan halkı ve dünya solu için. Geldiği noktadan bakarak “hiç alakamız olmadı ki” deyip ıslık çalarak Syriza’nın yanından geçenlerin aksine açıkça belirteyim ki Yunanistan’da siyaset yapan bir parti olsaydık Syriza’nın içerisinde olurduk.
Syriza kuruluşu ve Yunanistan krizi içerisinde aldığı rolle Yunanistan emekçilerine ve ezilenlerine, halklarına bir umut olmayı başardı. Ama ne yazık ki bu rolünü sürdüremedi. Başta Almanya olmak üzere emperyalist, kapitalist güçlerce içerden, dışarıdan kuşatılan Syriza teslim alındı. Direnemedi sisteme. Şimdi yine birinci parti olarak çıkmasının hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Bu Syriza, o Syriza değil artık. Adım adım, hatta koşar adım sistemi revize eden bir parti olmaya doğru gidecektir bundan sonra.
Şimdi bu sonuçtan bakıp “biz demiştik” böbürlenmesine tutulan akıl bence siyasi olarak hep kaybeden olmaya mahkumdur. Bir savaşa girdiğinizde kazanabilirsiniz de kaybedebilirsiniz de. Ama savaşa girmezseniz kazanma şansınız yoktur! Steril siyaset yapma anlayışının Leninizm’le uzaktan yakından alakası yoktur. Evet, Lenin’in de söylediği gibi “Devrim’in yolu Nevski Bulvarı gibi düz ve engebesiz değildir”. Devrimci mücadelede her taktik, her hamle başarıyla sonuçlanmayabilir. Bu onun tartışmasız biçimde yanlış olduğu anlamına gelmez. Zaten her taktiğimiz başarılı olsaydı Devrime çok çabuk ulaşırdık, değil mi?
Şöyle iddialı bir spekülasyon yapayım; HDP önümüzdeki seçimlerde yükselişini sürdürürse ve üstüne egemenlerin yönetememe krizi devam ederse büyük olasılıkla HDP’ye hükümet ya da hükümet olmanın yolu açılacaktır. Ve o süreçte HDP hem içerden hem dışarıdan kuşatılmak istenecek, sistemi zorlayan, aşan değil, “makul” davranan sistem içi bir parti olarak sınırlanmak istenecektir. Bunun başarılması durumunda şimdi HDP’nin içerisinde böyle olmaması için çabalayan, müdahale eden, emek verenler mi haklı olacaktır, kenardan akıl verenler mi? Bu soruyu herkes sormalı kendine…
Aritmetik olarak değil, Yeniden Kuruluş’çu anlayışla geometrik olarak yan yana getirme hedefi
Partimiz Türkiye Devrim mücadelesinin önemli damarlarını aritmetik olarak değil, yeniden kuruluşçu anlayışla geometrik olarak yan yana getirmeye hedefleyen bir partidir. Parçası olduğumuz ya da olmadığımız bizden önceki birlik deneyimlerinden dersler çıkartarak ancak tarihsel birikimlerimizi harmanlayıp içererek aşacak bir girişimin karşılık bulabileceği noktasına ulaştık.
Kaldı ki SYKP referansını ve kerterizini sadece Türkiye devrim mücadelesinden değil dünya komünist ve işçi sınıfı hareketlerinden almakta.
Biz kendimizi evrensel komünist, Marksist hareketin yenilenme çabasının Türkiye damarlarından biri olarak görüyoruz. Bu yenilenmeyi ancak ve ancak ayaklarımız yerelimize basarak ve komünizm mücadelesinin evrensel gelişimiyle rezonans kurarak yapabileceğimizin farkındayız.
Kapitalizmi aşma noktasında işçi sınıfının tarihsel/belirleyici rolünü teslim eden, bunu söylerken sınıfın ve emek sermaye mücadelesinin yeni biçimlerini anlamaya, ona göre konumlanmaya çalışan; emek sermaye çelişkisi dışındaki güncel, konjonktürel, tarihsel çelişkileri komünizm mücadelesi programında sentezlemeye çabalayan; eşitsizliği azaltan, tahakkümü sınırlayan her türlü kazanımı önemsemekle birlikte bunun mutlak eşitlik ve tam özgürlük halini ancak mevcut sistemi yıkıp yerine emekçilerin v ezilenlerin kendi öz yönetimini/iktidarını inşa ederek olabileceğine inanan bir partiyiz.
Hopa’dan Sinop’a, Antep’ten Antalya’ya, Muğla’dan Edirne’ye örgütleri ve üyeleri olan bir parti olarak Türkiye devrim ve demokrasi dinamiklerinden her hangi birine, bir bölgeye, bir kültüre sıkışmış bir hareket değiliz. Tarihsel arka planı eski olmakla birlikte, henüz üçüncü yılını dahi doldurmamış yeni bir parti olarak, içerisinde örgütlenmek istediğimiz dinamiklerde, alanlarda konumlanmaya çabalıyoruz.
Kadın kurtuluş mücadelesinin, LGBTİ hareketinin, Ekoloji ve kent hareketlerinin, ezilen halk ve inanç hareketlerinin parçası olmaya (onların yerine kendimizi ikame ederek ya da bir komünist hareket olarak farklılığımız yokmuş gibi davranarak değil) gayret etmekle birlikte asıl olarak partimizi işçi sınıfının üretim ve yaşam alanlarının içerinde konumlanmaya konsantre ediyoruz.
Önemli bir tarihsel imkan olarak bölgesel bir devrim yürüyüşü için Kürt Özgürlük Hareketi gibi bir şansımız var. Ortadoğu’nun dört ülkesine yayılmış bir halkın önderliğini ilkel milliyetçi ya da radikal İslamcı olmayan sosyalist bir hareket yapıyor. Sosyalizm tahayyüllerimizde, bu tahayyüle hangi yoldan ulaşılabileceği konusunda kimi ayrımlarımız olsa da eşitsizliğe, tahakküme, baskıya ve yasaklara karşı bölgesel bir devrimci kalkışma için Türkiye sosyalist hareketiyle birlikte yürüme yönünde irade koyan çok önemli bir stratejik ortağımız var.
SYKP’nin asıl ve öncelikli yapması gerekenin Kürt Halk Hareketi dışında kalan toplumsal dinamiklerin örgütlenme sürecini hızlandırmak ve HDK / HDP’de sağladığımız birlikte yürüyüşe katılımlarını güçlendirmek olduğunu düşünüyoruz. Bu Kürt halkına ve hatta onun önderliğine söyleyecek sözümüzün olmadığı anlamına gelmez elbette. Ancak bunu bir rekabet değil, eleştirel dostluk, ortaklık, yoldaşlık zemininde yapmayı doğru buluyoruz. Biz Kürdistan’daki ayaklanmayla Gezi İsyanı’nı buluşturabilmenin ve birleşik bir devrim stratejisi çerçevesinde bir arada yürütebilmenin derdindeyiz. Bunun için de öncelikli görevimizin Gezi İsyanını yeniden ama daha sistemli, hedefli, organizeli şekilde tutuşturabilecek alanlara yığınak yapmak olduğunu düşünüyoruz.
Partimiz kuruluş öncesinde de, sonrasında AKP’nin ve şovenizmin, anti-komünizmin hedeflerinden biri oldu.
Şahsen kendim SYKP’nin emekçilerinden biri ve kurucu eşbaşkanı olarak AKP adaletsizliğinin gadrine uğramış durumdayım. Hem komünist hareket içerisinde gerçekleştirmeye çalıştığımız yeniden kuruluş hamlesi hem de Kürt Hareketi ve diğer ezilenlerle birlikte yaratmaya çalıştığımız demokrasi cephesi çalışmalarımdan dolayı AKP’nin hedeflerinden biri haline getirildim ve Çatı Partisi’nin koordinatörlerinden biri olduğum süreçte tutuklanarak cezaevine gönderildim. İki yıllık mahpusluktan sonra SYKP’nin kuruluşunu yeni tamamlamışken 9 yıllık cezam onaylandı ve yurt dışına çıkmak zorunda kaldım.
Pek çok arkadaşımız hakkında Gezi isyanı sürecinden açılan davalar devam ediyor. Bu süreçte hapis yatan yoldaşlarımız, hala cezasının onaylanması durumunda yatacak yoldaşlarımız var. Yine pek çok yoldaşımız Kobane’yle dayanışma eylemleri dolayısıyla yargılanır durumda. Uğur Özkan yoldaşımızı SGDF’nin düzenlediği Kobane’yle dayanışma etkinliğine katılmak için gittiği Suruç’taki hain saldırıda yitirdik.
Partimize yönelik baskılar sadece AKP ve devlet düzeyinde değil. Özellikle şovenizmin diri tutulmaya çalışıldığı Karadeniz bölgesinde yoldaşlarımız çok sert koşullarda SYKP’nin mor yeşil kızıl yıldızını ve HDP’nin hayat ağacını canlı tutuyorlar. Sinop’ta, Samsun’da, Ordu’da, Giresun’da, Rize’de, Artvin’de yoldaşlarımız neredeyse tek tek tehdit altında çalışmalarını sürdürüyorlar. Açılışını bizzat benim yaptığım Bulancak ilçe örgütümüz bilmem kaçıncı kez saldırıya uğradı. Arkadaşlarımız sivil ve resmi faşistlerce tehdit edildi. Sadece Karadeniz’de değil, Sakarya, Edirne, Denizli, Balıkesir’de de benzer saldırılar oluyor sürekli.
Hatay’da ise özel bir kuşatma var partimize karşı. Arap Alevi dinamiği içerisindeki güçlü örgütlenmemiz sadece AKP ve devlet güçleri tarafından değil, bu dinamiğe ilişkin farklı planlamaları olan tüm güçler tarafından hedef haline getirilmiş durumda yoldaşlarımız.
Ancak şunu çok iyi biliyoruz ki tüm bu saldırılarla baş etmenin yolu net bir strateji/program etrafında örgütlenmiş partimizi güçlendirmek, diğer demokrasi güçleriyle birlikte kurduğumuz HDK/HDP’yi büyütmektir.
‘’HDK / HDP Sosyalist Yeniden Kuruluş’un mayalandığı bir habitat’’
Biz teorik ve örgütsel açıdan Yeniden kuruluşu bir çırpıda tamamlanabilecek bir hamle olarak düşünmedik hiçbir zaman. Bu bir süreç ve praksis işi. Yaşadıklarımızdan çıkardığımız sonuçlarla Sosyalist Yeniden Kuruluş Paradigmasını oluşturduk, şimdi de onu hayatın deney taşına vurarak sınıyoruz, yeniliyoruz, geliştiriyoruz gerçeklemeye çalışıyoruz.
Biz Yeniden kuruluş hamlesinin tek sahibi olarak da kendimizi görmüyoruz. Özellikle HDK/HDP içerisinde kimi hareketler ve pek çok birey bu hamlenin parçası durumunda zaten doğal olarak. Bu bakımdan da biz HDK / HDP alanını aynı zamanda Sosyalist Yeniden Kuruluş’un mayalandığı habitat olarak da görüyoruz. Gerek HDK / HDP içinden, gerekse dışından doğrusal ilerleme kalıplarını kırmış, Marksizmin temellerine bağlı ama aynı zamanda yenilenmeye açık birey ve çevrelerle Yeniden kuruluş hamlemizi büyütmek, ilerletmek istiyoruz.
”Yeniden Kuruluş, bizim varlık yokluk nedenimizdir”
Bir süredir içerinde olduğumuz politik türbülans Yeniden Kuruluş fikriyatının kamuoyuna yansımasını sağlama konusunda tasarladığımız kimi adımlarımızı ertelemek zorunda bıraktı bizi. Seçimlerden sonra gelişmelere bakarak ya görece bir normalleşme içerisinde bu adımları atacağız, ya da (ve büyük olasılıkla) bu türbülansın devam edeceğini görecek ve bu adımları ona göre uyarlayacağız. Yeniden kuruluş bizim için “ilerde de” ele alınabilecek bir mevzu değil, varlık yokluk nedenimizdir.