önceki sabah uyandık. Dağlardan bir haber geldi. Bir halk, kendi çocuklarının canıyla büyümüş bir isyanı durdurdu.
Dile kolay, yarım asır süren bir yangın. Kimi zaman yerini yaktı bu toprağın, kimi zaman yüreğini.
Ve bir halk, o yangının küllerinden yeniden barış diye konuştu. PKK, silahları susturduğunu ilan etti. Öyle meydanlarda zafer narası atarak değil… Sessiz ve onurlu bir vedayla.
Yıllarca barışın önüne “ama” koyanlar, şimdi silahlar susunca da ne diyeceğimi bilemedi.
İnsanlar ellerini taşlardan, silahlardan, öfkeden çekmiş. Hayatta kalmanın değil, bir arada yaşamanın yollarını arıyor. Bir halk, elli yılın yükünü omzuna alıp “tamam” diyor, “biz hazırız.”
Ama biri var ki hazır değil.
Tek kişi.
Ve onun gölgesindeki rejim.
Dün sabah Erdoğan yine sahnedeydi. “Terör belası sona erdi” dedi. “Yeni bir Türkiye başlıyor” dedi. O yeni Türkiye’nin içinde kimlerin olduğunu adeta unutarak.
Bakıyorum da o “yeni Türkiye” dediği şeyde ne Kürt halkının mücadelesi geçiyor, ne işçilerin, ne kadınların. Ne LGBTİ+’ların yaşam hakkı, ne Alevilerin inancı, ne gençlerin geleceği. Barış dedikleri şeyde ne adalet var, ne yüzleşme. Oysa bir barış olacaksa, o barışa en çok onların ihtiyacı var. Her gün karın tokluğuna ter dökerken aralarından birkaçını da iş cinayetlerine kurban veren işçilerin, hayatta kalma mücadelesi veren kadınların, sokakta “sapık” ilan edilen lubunyaların, üniversitede dövülen gençlerin, mezarlarına bile saygı gösterilmeyen halkların…
Barış saraydan değil, sokaktan başlar.
O yüzden bu konuşmalar, bu törenler bize uzak.
PKK, tarihin belki de en önemli kararlarından birini verdi. Sessizce geri çekildi. Daha ne yapsın?
Peki Erdoğan ne yaptı?
Kürsüye çıktı, barışa dair bir cümle kurdu. Ama o cümle halkın değil, iktidarın dilinden kurulmuştu.
Bir kez olsun “eşit yurttaşlık” demedi.
“Ana dilinde eğitim” demedi.
“Cezaevlerindeki siyasetçileri serbest bırakacağız” demedi.
“İşçiler emeğinin hakkını alacak”, “Kadınlar özgür olacak”, “LGBTİ+’lar güvende yaşayacak”, “kayyımlar gidecek” demedi.
Sadece kendisini anlattı.
Çünkü onun için barış, halkların değil sandığın, sandıktan kendi iktidarını yeniden çıkarmanın bir aracıdır
Seçimi kazanmaksa mesele, konuşur.
Ama barışın kendisini kurmak için adım atmaz.
Oysa bu ülkede barış, sadece silahların susmasıyla gelmez.
Barış, yaşamakta zorlanan herkesin artık rahat nefes alabildiği gündür.
Barış, iş cinayetlerinin ve kadın cinayetlerinin son bulduğu, lubunyaların “var olma hakkı” diye bağırmak zorunda kalmadığı, Alevilerin yakılmadığı, gayrimüslimlerin yabanci sayılmadığı bir ülkedir.
Barış, Kürtlerin hem kimliğiyle hem iradesiyle tanındığı bir düzendir.
Ve biz çok iyi biliyoruz;
Barış, tek bir kişinin lütfedeceği bir şey değildir.
Barış, halkların iradesidir.
Bir halkın iradesi elinden geleni yaptı.
Artık sıra devletteydi…
Ama o hâlâ kendi iktidarını düşünüyor.
Bir padişah edasıyla ümmetten, din kardeşliğinden söz ederek, ötekileri hiçe sayıyor…