Dünyada göçmenlerin sayısının artma eğiliminde olduğu görülüyor. İnsanları göçmenliğe zorlayan etkenler neler? Faşist/faşizan partilerin birçok ülkede güç kazanması ve iktidara gelmesi göçmenlerin durumunu nasıl etkiler?
Küresel göç endeksi yeryüzündeki göçmen/mülteci sayısını 300 milyon civarında gösteriyor. Bunlardan 180 milyon kadarı göçmen işçidir. Bir kıtayı oluşturacak kadar insan yüzergezer biçimde küreyi dolaşıyor ya da yerinden ediliyor. Öte yandan kapitalizm mobilize yedek işgücü ihtiyacını göçmenleri sömürü çarklarına sürerek karşılıyor.
Bölgesel savaş ve iç savaşlar, vekâlet savaşları göçün en belirgin nedeni. Göçlerin kaynağında durması, her şeyden önce haksız savaşların, emperyalist plan ve işgallerin durmasına bağlı. Bununla birlikte kuraklık, suya erişim, iklim değişikliği, deprem ve afetler, salgın hastalıklar da göçü tetikliyor. Dünya gelir dağılımındaki uçurum ekonomik göçleri çoğaltıyor. Özetle göç sorunu sınıflar ve siyaset üstü bir sorun değil, tam da kapitalizmin bağrında büyüyen bir düzen sorunu.
Yeni savaş düzeni çok daha büyük göç hareketlerine neden olacak. Bunu öngören merkezi kapitalist devletler yeni stratejiler geliştirdi. En kritik olanı azgelişmiş ülkelerde kendilerine “göçmen depoları” oluşturmak. Ruanda, Somali, Fas, Libya, Cezayir, Arnavutluk, Sırbistan bu ülkelerden bazıları. Geri Kabul Anlaşması ile Türkiye de AB’nin göçmen deposu oldu. Üstelik merkezden azgelişmiş ülkelere doğru sistematik ve zincirleme deportasyon söz konusu.
Yabancı ve göçmen düşmanlığı 20. yüzyıl faşizminin ana motivasyonlarından biriydi. Kanımca “aşırı sağ” tabir edilen popülist/neo-faşist partiler de aynı argümanı kullanıyor. Yeni türde bir ırkçılık örgütleniyor. Sınırın içindeki “yurttaşlar” sınıra gelen “istilacılar”a karşı savaşa çağırılıyor. Dolayısıyla gerek Kuzey ve Latin Amerika’da gerekse Avrupa ve Uzak Asya’da palazlanan 21. yüzyıl faşizmi amorf yeni propaganda üretiyor. Göçmen kökenli “yurttaşlar” dahi Trump’a, AfD’ye oy verebiliyorlar. Gelen göçmen işçi bir sonra gelecek göçmene karşı düşmanlaştırılıyor.
Popülist sağın ya da neo-faşist partilerin iktidar olması demek, 1951 Cenevre Mülteciler Sözleşmesi dâhil olmak üzere tüm göç ve iltica haklarının rafa kaldırılması demek. Öyle ki İsrail Gazze’deki tüm BM mülteci kamplarını vurduğu halde dünya sessiz kalabildi. Neo-faşizm şovenizmin ve barbarlığın kapısını açıyor. Fakat öte yandan ihtiyaç olan genç iş gücü açığı yine göçmen nüfustan sağlanıyor! “Mülteciler def olsun, yerine kalifiye/sözleşmeli geçici göçmen işçiler gelsin!” Kapitalizmin yeni göç şiarı böyle şekilleniyor.
Türkiye’nin/AKP-MHP iktidarının göçmenlere ilişkin genel yaklaşımı nasıl? Sermaye sınıfı –güvencesiz, ucuza çalıştırma vb. bakımından- olaya nasıl bakıyor?

Türkiye eskiden beri göç rotasında transit bir ülkeydi. Ege ve Edirne’de mülteci pazarlığıyla konan bariyerler durumu değiştirdi. Böyle olunca göçmenler artık “hedef ülke” olarak da Türkiye’yi seçmek zorunda kalıyor. Siyasal iktidar bolca “misafir”, “Ensar – Muhacir” söylemini kullandı. Bunda demografik olarak Osmanlı bakiyesi bir tebaa toplumu yaratma özlemi de vardı. Yani bir nüfus bilimi olan demografi, demografik pragmatik siyaset enstrümanına dönüştürüldü.
Özellikle Suriye savaşı sonrası kayıt dışı, merdiven altı üretimin yedek iş gücü Suriyeliler oldu. Afganistan, Pakistan, Irak, İran, Türki cumhuriyetler ve Afrika ülkelerinden gelen göç kolları da buna eklendi. Büyük patronlar kulübü (TÜSİAD, TİSK, MÜSİAD gibi örgütler) bu durumu rekabeti etkilemekle suçladı. Ardından Yabancı İşçiler Kanunu yeniden düzenlendi. Modern fabrikalara da göçmen/mülteci işçi alımının önü açıldı. Fakat hemen her sektörde göçmen işçiler ucuz, güvencesiz, sigortasız ya da sendikasız çalıştırıldı. Bu durum yerli işçiler üzerinde de dolaylı bir rekabet/baskı gücü olarak kullanılıyor.
Avrupa kadar olmasa da nüfusun yaşlanması Türkiye için de yakın tehdit görülüyor. Üç çocuk yapma çağrıları da yeni nesil iş gücü ihtiyacının sonucu bu bakımdan. Dolayısıyla Türkiye burjuvazisi göçmen işçilerin getirilmesi için çağrılar yapıyor. Kısacası sermayenin bir göç stratejisi var ama aynı şeyi sendikalar için söylemek mümkün değil.

2011 sonrasında başlayan Suriye savaşı nedeniyle Türkiye’ye gelen/getirilen göçmenlere ilişkin iktidarın planları/hesapları neler? 1 Milyon kadar Suriyelinin ülkesine döndüğü açıklandı. Suriyeliler ne kadar kalıcı, ne kadar gidici? Milyonları bulan sayıda Suriyelinin Türkiye’de kalacağı varsayılıyor. Bu durumun yaratacağı sorunlar ve olanaklar nelerdir?
Suriye’de savaşın sona ermesiyle dönüşler söz konusu. Sanırım Türkiye’de yaşayan 4 milyon Suriyeliden 1 milyon kadarı döndü. Hâlâ da dönmek isteyenler var. Fakat altyapı, konut, iş, geçim derdi ve can güvenliği nedeniyle ana gövde dönemiyor. Kimse onları zorla geri gönderemez, göndermemeli. Suriye ve bölge barışı bu işin teminatı olabilir ancak.
İkinci nesil Suriyeliler, hele de Türkiye’de doğanlar (800 bin bebek Türkiye’de doğdu) geri dönmek istemeyecek. Yaşlı kuşak dönmek istiyor ama ailenin parçalanmasından korkuyor. Dolayısıyla ekonomik, siyasi, psikolojik ve sosyolojik bakımdan dönüşler hemen ve kolay olmaz. Dünya iç savaşlar tarihi de bize bunu söyler. Örneğin Lübnan İç Savaşı sonrasında ilk dönenler ancak 20 yıl sonra dönebildiler.

Öte yandan AB, İngiltere gibi merkezi kapitalistler Türkiye üzerinden (işbirliği ile) Suriye’yi yeniden inşa etmek istiyorlar. Sözü edilen ilk tutar 500 milyar dolar. Türkiye kapitalist endüstrisinde öğütülen Suriyeli işçiler geri dönüşlerinde yine ucuz iş gücü olarak görülüyor. Fakat sınırlar aşan güçler yanlarında sınıf mücadelesinin deneyim ve birikimini de taşırlar. İyi değerlendirilirse bu işçi sınıfı mücadelesi için bir imkân olarak da görülebilir. Türkiye’de yaşayan mülteci işçiler iki önemli greve (iş bırakmaya) imza attılar: 2017 sayacılar grevi ve 2019 saya ile birlikte tarım işçileri grevi. Suriyeli ve Türkiyeli işçiler bu grevlerde ortak komiteler kurdular. Ama modern fabrikalar ve sendikalar henüz bu yola girmiş değil. Kaba milliyetçilik işçi sendikalarında da hâkim. Sendikal bürokrasi ayakta kalmak için şovenizme ve göçmen karşıtlığına yaslanıyor. Tabanda bir baskı olmadan değişim zor. Böyle giderse aşırı sağ partiler kadar sendikalarda da aşırı sağcılaşma görülebilir. Kaybeden bölünüp parçalanan işçi sınıfı olur.
Türkiye’nin sol/sosyalist güçleri göçmen sorununda nasıl bir tutum gösteriyor? Bu konuda ciddi açı farkları var mı? Sol/sosyalist güçlere düşen görevler nelerdir? Dünyada sol/sosyalist güçlerin konuya ilişkin tutumu nasıl? Ortaklıklar, ayrılıklar nelerdir? Dünya çapında neler yapılması gerekir?

Avrupa ölçeğinde baktığımızda aşırı sağa karşı toplanan bir “Sosyalist Enternasyonal” görüyoruz. İçi kof, sosyal demokrat bir platform. Ne sosyalist ne de gerçek enternasyonaller. Çünkü “aşırı sağ”ı durdurmak adına onlar da sağcılaşıyor. Göçmen düşmanlığını “aşırı sağcıların” elinden biz alıp kullanalım diyorlar. Bu rüzgâr maalesef Türkiye solunu ve sosyal demokratlarını da etkiliyor. Elbette gerçek sosyalistlerin tutumu çok farklı. Onlar din, dil, ırk ayrımına karşı işçi enternasyonalizmini savunanlar. Fakat güncel siyasetin hercümerci içinde göçmen sorunu tali planda kalıyor. Kimi zaman da oy kaybetmemek ya da yerli halktan tepki almamak adına topu taca atanlar var. Oysa göçmen işçileri ve göç sorununu ele alış biçimi burjuvaziye, şovenizme ve neo-faşizme karşı sosyalist ve gerçek demokrat olmanın turnusol kâğıdı sayılmalı.
Sol, sosyalist güçler, günümüzün en ağır meselelerinden biri olan ve doğrudan bir işçi sınıfı meselesi olan göç sorununa çok geç adapte olabildiler. Bunu Türkiye için söylüyorum. Yine de mesafeler alındı, örnekler yaratıldı, küçümsememek lazım.
Bugün bölgesel ya da ülkeler düzeyinde (özel olarak Türkiye’de) sosyalistler ve sol neden ortak bir strateji oluşturmasın? Örneğin, neden ortak bir sempozyum dahi örgütlenmedi? Bu yol açılırsa çok sayıda bilimci, araştırmacı, gazeteci ve akademisyenin katkı sunacağından eminim.
Tavsiyem, 1904 Amsterdam ve 1907 Stuttgart II. Enternasyonal tartışmalarına yeniden bakılsın. 100 yıl önce göçmen işçileri sağ ve sol kanat sosyalistler nasıl tartışmışlar, incelemekte fayda var.

* Ercüment Akdeniz (yukarıdaki siyah-beyaz resimde en solda pankartı tutan kişi) göçmenlik/mültecilik olgusu ve göçmen işçi sorunları hakkında uzun süre saha çalışmaları yapmıştır. Konuyla ilgili pek çok gazete yazısı ve, biri roman olmak üzere, 5 kitabı bulunmaktadır: Suriye Savaşının Gölgesinde: Mülteci İşçiler (2014), Ölüm Koridorundan Mülteci Pazarlığına: Sığınamayanlar (2016), En Güzel Şarkı (2018), Göçmen Emeğinin Küresel Devinimi: Sekizinci Kıta (2021), Göç ve Belediyeler: İktidar ve Muhalefet Perspektifleri (2024). Akdeniz, İlke TV’deki haftalık yazılarını da halen tutuklu bulundugu Silivri Cezaevi’nden göndermeye devam etmektedir.
(Siyasi Haber – Halit Elçi)