Sanat; sanatçıları ve düşüncelerini izleyenlerle buluşturan önemli, önemli olduğu kadar da belirleyici bir araçtır. Buna da bağlı olarak izleyicinin neyi ne kadar aldığı, aldıklarının ne olduğu ve onları nasıl yorumladığı önem kazanır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan bir akım Zero, akım da denemez aslında aynı vizyonu paylaşan umut, iyimserlik ve şeffaflık içeren büyük bir sanat hareketi. On yıl (1957-67) insanları etkilemiş, taşımış, gönendirmiş; etkisi ise aradan geçen 50 yılda akıldan akıla, dilden dile dolaşmış.
İşte Türkiye’de…
İstanbul Bienali kapsamında bugün (2 Eylül) Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılan Zero, Türkiye’de ilk kez sergileniyor. Sanat sıfırdan (Zero) başlamalı diyen akımın sergisinde 100 eser birden yer alıyor.
Sanat insanı alıp götürmekse, bir kez daha düşünmesini sağlamaksa, yeni bakış açıları kazandırıp da çözüm yolları buldurmaksa, gelecek güzel günleri müjdelemekse ve bunu sınırları yok ederek yapacaksa; bunların tümünü yapmak için Heinz Mack, Otto Peine, Günter Uecker kuruculuğunda Yves Klein, Piero Manzoni ve Lucio Fontana’nın da katkılarıyla kalıcılık kazanan Zero, çok şey anlatacaktır bizlere de…
Savaşı sanat yener!
Ülkemizin içinde bulunduğu -yeniden/tekrar seçim, tabanın desteğini al(a)mayan hükümet, terör ya da savaş ile barış beklentileri- zorlu süreçte güvenle sarılabileceğimiz tek dayanak sanat; sanattan başkasına güvenmek neredeyse imkansız. Sanat, çünkü sanatı biz yorumluyoruz, biz sonuca ulaşıyoruz. Ama yukarıda saydığım sorunlarda biz sıradan yurttaşların hemen hiç söz hakkı yok, katkısı yok.
İnsanı; rengi, formu, biçimi, şekli gibi fiziki değerlerin ötesinde ışıltısı, şeffaflığı, hareketliliği ve güzelliğiyle sınırların olmadığı bir özgürlüğe götüren Kurucusu Zero için şunları söylüyor: “Daha iyi bir dünya düşlüyorum, evet.” Yapılan resim, heykel, çekilen fotoğraf, film, çalınan müzik bizi sanatçının düşlediği o daha iyi, daha güzel, daha anlamlı dünyaya götürecektir. Her ne kadar karamsar gözükse de, her ne kadar içine çekmekte zorlansa da sanat (ve sanat ürünleri) o bitimsiz coşkuya, heyecana, umuda ve mutluluğa ulaştıracaktır. Tam da bu noktada belirtmekte yarar var: Bunca kaos içinde (ister siyasal, ister ekonomik, isterse ailevi olsun) bunalmış herkes için geniş bir soluklanma olanağı sunuyor sergi.
Benzerlikler…
İkinci Dünya Savaşı sonrası yer yer yıkılmış, her şey bozulmuş, elde avuçta hiçbir şey kalmamış… eğitim hele yerle yeksan (sahi, aradan geçen bunca yıl sonra aynı şeyler, aynı duygular yaşanıyor bizim ülkemizde de). Bir şey yapmak, duyguları sergilemek gerek… Sergilemek yetmez, insanların da fark etmesini sağlamak gerekir… O da yetmez, aynı duyguları yaşamalarına fırsat tanımak gerekir.
Böylesi koşullar altında; sanatçının sanat diliyle dışa vurduğu duygu, tuvaldeki bıçak darbelerinde kendini buluyor. Aynı şekilde içindeki hırsla birbiri ardına çakılıyor çiviler. Buna ateşi, buna rengi, buna hacmi ekleyin, buna bir de zamanı ve zemini (koşulları) ekleyin ortaya geleceğe geri sayım çıkıyor: Dört, üç, iki, bir, Zero…
Zero: Geleceğe geri sayım, sergi (2 Eylül – 10 Ocak), Sakıp Sabancı Müzesi, Emirgan İstanbul