Sokaklar yine kalabalık, yine haykırışlarla dolu. Gençlerin sesleri haksızlığa karşı yükselirken, burunlarımızı yakan biber gazından çok, kalplerimizi dağlayan bir gerçek var: Umutsuzluk. Hiçbir biber gazı, umutlarını kaybetmiş bir gencin döktüğü gözyaşı kadar acı veremez. Çünkü biber gazı bir anlık yakar, ama umutsuzluk bir ömür boyu sürer.
Bu ülkede sokağa çıkmanın bedeli ağır.
Bunu en iyi, geleceğinden çalınan gençler biliyor. Her yeni mezun, çantasındaki diplomanın sadece bir kağıt parçası olduğunu fark ettiğinde, her yeni iş arayan, emeğinin yok sayıldığını anladığında, her yeni seçmen, oyunun hiçbir şeyi değiştirmediğini gördüğünde umut biraz daha eriyor. Bugün birçok gencin yegane hayali, bu topraklardan gitmek. Burada kalarak var olamayacağını, emeğinin karşılığını alamayacağını, hayallerinin duvarlara çarpacağını bilerek yaşıyorlar.
Ancak artık umutsuzluk sessiz kalmıyor.
İnsanlar, hakları için sokaklara dökülüyor. Son olarak Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, toplumda büyük bir öfke dalgası yarattı. İstanbul’un seçilmiş belediye başkanının cezalandırılması, demokrasiye yönelik ağır bir darbe olarak görüldü. İnsanlar meydanları doldurdu, adalet talep etti, susmamaya yemin etti. Polis barikatları kuruldu, biber gazı sıkıldı, ama öfke dinmedi. Çünkü mesele artık yalnızca bir siyasi figür değildi; mesele halkın iradesinin hiçe sayılması, adaletin ayaklar altına alınmasıydı.
Her Nesil Daha İyi Bir Hayat Yaşadı, Şimdikiler Hariç
Bundan önceki her nesil, anne babasından daha iyi şartlarda yaşamayı başardı. Kendi çocuklarını daha iyi bir geleceğe taşımak için çalıştı. Ancak bugünkü gerçeklik bambaşka. Şu anki kuşak, anne babasından daha kötü şartlarda yaşıyor. Ekonomik kriz, adaletsizlik, hak gaspı, sosyal çöküntü ve baskı ortamı, gençliği soluksuz bırakıyor. Ne sokakta güven içinde dolaşabiliyorlar, ne ev sahibi olabiliyorlar, ne güvenli bir işe sahip olabiliyorlar, ne de özgürce yaşayabiliyorlar.
İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesinin ardından İstanbul Üniversitesi’nde küçük bir öğrenci grubunun başlattığı protestolar bir isyan dalgasına dönerek her geçen gün biraz daha büyüyor. Gençler artık sadece irade gaspına ve ekonomik sıkıntılara değil, akademik özgürlüklerin yok edilmesine de karşı duruyor. Rektör atamalarındaki kayırmacılık, bilimsel özerkliğin hiçe sayılması, kampüslerdeki baskı ortamı üniversiteleri ayakta kalmaya çalışan birer direniş alanına çevirdi. Son protestolar ve boykotlarla gençler, seslerini daha güçlü duyurmaya çalışıyor. Derslere girmeyerek, amfileri terk ederek, meydanlarda birleşerek kendi geleceklerine sahip çıkmaya çalışıyorlar.
Bir zamanlar ‘çalışırsan başarırsın’ denirdi. Şimdi ise ne kadar çalışırsan çalış, torpilin yoksa, ekonomik durumun yeterli değilse, sisteme ayak uyduramıyorsan kaybediyorsun. Kendi emeğinle hayatta kalmak, nefes almak kadar zorlaştı.
İşte bu yüzden sokaktalar.
İşte bu yüzden protesto ediyorlar.
Hak ettikleri bir yaşamı talep etmek için.
Duyulmazsa bağırarak, görülmezse duvarlara yazarak, susturulursa yeniden konuşarak. Çünkü her kuşak, kendisinden sonraki kuşak için mücadele etti. Ve bu dönemin gençliği de, en azından kendisinden sonrakilere daha iyi bir dünya bırakabilmek için direniyor.
Onların sesi kesildiğinde hepimizin sustuğunu unutmamak gerek.
(*) Başlıktaki bu söz ODTÜ’lü bir öğrenciye aittir