Ekolojik kriz, yerleşik bütün kurumlarda radikal değişiklikler dayatırken modern hukukun da temel taşlarını yerinden oynatıyor. Çevre hukuku alanında açılan her dava ve olumlu-olumsuz verilen her karar, doğanın ve insanlığın geleceği için önümüzde duran büyük dönüşüm ihtiyacını haber veriyor. Son dönemdeki en kritik kararlardan biri de Anayasa Mahkemesi’nin 24 Mart 2025 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Maden Kanunu’nda çevre mevzuatı aleyhine yapılan değişiklikle ilgili iptal başvurusunu reddeden kararı oldu.
Yerel düzeyde ister bir ormanda, ister bir derede veya herhangi bir mahallede yaşanan ekolojik ihtilaflar artık kaçınılmaz olarak küresel bir tartışmayı davet ediyor. Gümüşhane’nin Şiran İlçesi’nin bir köyündeki madencilik projesini çevresel etki değerlendirme kapsamı dışında tutmaya [yönelik] idari işleme karşı verilen hukuk mücadelesi, Avukat M. Fevzi Özlüer’in çabasıyla Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) taşındı. AYM, köylülere madenciliğin çevreden daha önemli olduğunu söyledi. Ama yanlış sonuca varsa da dünya ve geleceğimiz hakkında konuşmaktan kaçınamadı.
İliç felaketiyle madencilik faaliyetlerinde ÇED uygulamaları kamuoyunun yaygın ilgi alanına girdi. Projelerin sayısındaki artışa felaketlerdeki artışlar da eklenince ÇED’in ne olduğunu ve önemini bilmeyen kalmadı. Çünkü hemen hemen her ilçede ve köyde ÇED ile alakalı bir proje var. Madencilik söz konusu olduğunda ise il yüzölçümleriyle ifade edilen alanlar ruhsatlandırılmış durumda.
AYM önüne iptal başvurusuyla gelen Maden Kanunu’nun 17.maddesi şu şekilde: “(Ek fıkra: 28/11/2017-7061/48 md.) Jeolojik haritalama, jeofizik etüd, sismik, karot, kırıntı ve numune” alma ile bunlara yönelik sathi hazırlık işlemleri içeren faaliyetler için çevresel etki değerlendirmesi kararı aranmaz.” Bu değişiklik ile madencilere ÇED muafiyeti getirildiğini anlamak için hukukçu olmaya gerek yok. Tek cümleden ibaret bu düzenleme, 2004 yılından itibaren [süregelen] maden şirketlerinin hukuki denetimden kurtulacakları özerk bir mevzuat alanı oluşturma çabasının son halkasını oluşturuyor. Daha önce de şirketlerin girişimleri sonucunda maden, petrol ve jeotermal arama faaliyetlerine ÇED muafiyeti getirmek amacıyla Çevre Kanunu’nda değişiklik yapılmıştı. Ama AYM’nin terazisi bugünkü gibi madencilerden yana değil, çevreden yana ağır basmış ve bu kanun değişikliği iptal edilmişti.
Diğer hamle
Maden şirketlerinin mevzuat özerkliği elde etmek için yaptıkları bir diğer hamleyle Maden Kanunu’nun 7.maddesinde diğer tüm Kanunlardaki düzenlemelerin Maden Kanununa tabi olmasının yolunu açan [bir] süper norm ihdası oldu. 3213 sayılı Maden Kanunu‘nun 7. Maddesindeki değişiklikle; “Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, kara avcılığı alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtı, tabiatı koruma alanı, tarım, mera, sit alanları, su havzaları, kıyı alanları ve sahil şeritleri, kara suları, turizm bölgeleri, alanları ve merkezleri ile kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri, askeri yasak bölgeler ve imar alanları ile mücavir alanlarda madencilik faaliyetleri çevresel etki değerlendirmesinin, gayrisıhhi müesseseler ile ilgili hususlar dahil, hangi esaslara göre yürütüleceği ilgili bakanlıkların görüşü alınarak Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir” denildi. AYM’de 2004/70 Esas ile görülen davada 2009 yılında verilen kararla bu değişiklik iptal edildi. Bu maddeye dayanılarak çıkartılan Madencilik Faaliyeti İzin Yönetmeliği de TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası tarafından açılan davada Danıştay 6. ve 8. Daireleri Müşterek kurulunun kararıyla iptal edildi. Böylece korunan alanlarda hukuken özerk maden alanları yaratma olanağı ortadan kalktı.
AYM, bu kez tek cümleye sığdırılmış ÇED muafiyeti hakkında karar vermeden önce, çok sık başvurmadığı bir yöntemle, 16/10/2024 tarihinde ilgili olduğunu düşündüğü tarafları görüşmeye çağırdı. Toplantıda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan Yardımcıları Abdullah Tancan, Nevzat Şatıroğlu, Zafer Demircan, Bakan Danışmanları İlker Ilgın, Mustafa Satılmış, Hukuk Hizmetleri Genel Müdürü Etem Çeker, Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürü Arslan Narin, I. Hukuk Müşaviri Murat Demir, Ruhsat Denetleme Dairesi Başkanı Fatih Pekdemir, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürü Vedat Yanık, Genel Müdür Yardımcısı Haşim Ağrılı, I. Hukuk Müşaviri Mehmet Akif Sarcan, Türk Mühendis ve Mimar Odaları BirliğiJeoloji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Alan, Hukuk Danışmanı Av. Mehmet Horuş, Maden Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Yüksel, II. Başkanı Bülent Toka, Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Ahmet Kırmızı ve Genel Sekreter Tuğba Uçankuş’un sözlü açıklamaları dinlendi. Konunun asıl tarafı olan yerel çevre platformları olmadan “uzmanlar” ile sınırlı bu sözlü görüşmede yaşanan tartışmalar AYM kararında ve muhalefet şerhinde etkisini gösteriyor.
AYM yargılama sonuncunda 9/6 oy çokluğuyla; “Ülke kalkınmasında büyük rol oynayan maden varlığının tespiti için zorunlu olan arama faaliyetlerinin sadece sınırlı bir alanında hızlı ve verimli çalışma yapılması amacıyla düzenlendiği anlaşılan kuralın -çevre sağlığının korunmasına ilişkin tedbirlerin de alındığı gözetildiğinde- devletin çevrenin korunmasına ve kirlenmesinin önlenmesine yönelik pozitif yükümlülüklerine aykırı bir yönünün olduğu söylenemez.” hükmünü verdi. [AYM’nin] Çevre ile ilgili önceki kararlarında referans aldığı, sermayenin programatik hedeflerinin bir formülü olan, “sürdürülebilir kalkınma” yorumundan dahi geri düşülerek her şartta ve ne pahasına olursa olsun madenciliği savunan bir “davanın reddi” kararı verildi. Görüşmeye katılan TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası ve diğer TMMOB’ne bağlı Odaların ifade ettiği gibi “karot, kırıntı ve numune alma” uygulamaları da bir madencilik faaliyetidir. Bu işlemlerin sayısına, uygulandıkları sahanın özelliğine, ihtiyaç duyulacak makine ve ekipmanlara, bu teçhizatın nasıl faaliyet alanına taşınacağına, sondaj sıklığına bakılmaksızın kategorik olarak ÇED muafiyeti getirilmesi teknik açıdan yanlıştır. Bu kararın muhalefet şerhleriyle birlikte AYM üyelerinin dünya görüşünün ve dolaysız politik tercihlerinin sonucu olduğunu rahatlıkla gözlemleyebiliriz.
ÇED zorunluluğu delinmiş oldu
Çevre Kanunu’nda daha önceki başarısız denemeden sonra bu kez Maden Kanunu ile ÇED zorunluluğu delinmiş oldu. AYM kararında çevre hukukuyla ilgili muhalefet şerhlerinde yazıldığı gibi tam tersi bir yaklaşımla önceki içtihadını doğanın hakları çerçevesinde genişletebilirdi. Şerhteki ifadeyle; “Böyle bir yorum insan faaliyetlerinden kaynaklanan küresel iklim değişikliğinin gezegenimizdeki yaşamı tehdit etme olasılığının arttığı bir dönemde (Antroposen çağ) çevrenin Anayasa’nın 56. maddesi kapsamında korunmasına katkı sağlayacaktır.” Bir yanda antroposen tartışması ve iklim krizi vurgusu, diğer yanda kalkınma propagandası. Diğer bir muhalefet şerhinde; “Sanayileşme süreci ile beraber hızlı nüfus artışı ve kentleşme insanın çevre ile olan ilişkisini farklı bir evreye dönüştürmüştür. Sanayi devriminin çevre üzerinde yarattığı etkiler büyük felaketler doğurmaya başlayınca çevrenin korunması için farklı alanlarda gerekli tedbirlerin alınması için yöntemler geliştirilmeye çalışılmıştır. Çevre hukuku bu sorunların ve tartışmaların etkisi ile gelişmiştir,” vurgusu yapılmıştır. “Gümüşhane” adını taşıyan bir yeryüzü parçasında maden aramanın muazzam bir ilerleme olduğunu ileri sürmek ancak sermayenin dar bakış açısıyla mümkün. Sürekli ve sınırsız bir kazma faaliyeti, dünyanın altını üstüne getirerek geleceğimizi tehlikeye sokuyor. Kanun değişikliğinin “sadece sınırlı bir alanında hızlı ve verimli çalışma yapılması amacıyla düzenlendiği” şeklindeki ret gerekçesi, sermayenin ufkunun sınırını da anlatıyor.
Kazdağları ve Cerattepe’de bir kez daha tanık olduğumuz üzere madenciler sahaya girerken, neredeyse askeri denebilecek stratejiler eşliğinde, yörenin ekonomik, sosyal, kültürel ve politik dengelerini lehlerine çevirerek ilerliyorlar. Yerel direnişler ile şirketler arasındaki karşılaşmada “ilk kazmayı vurma”nın ne anlama geldiğini ekoloji mücadelesi verenler çok iyi biliyor. Arama faaliyeti sonrasında da üretime dönük hazırlanan ilk ÇED raporlarının şirketler tarafından truva atı olarak ruhsat sahalarının çok küçük bir kısmına yapılması bu aynı stratejinin devamı.
AYM, kararıyla, şirketlere “karot, kırıntı ve numune alma” adı altında verilen kazma güvencesini onaylanmış oldu.
Ekstraktivizm: Kazıp çıkarmacılık, çıkarıp-sömürmecilik, hafriyatçılık ve dünya pazarında satmak amacıyla topraktan doğal kaynakların çıkarılma süreci. Bu model, doğal kaynakların sömürülmesi ve doğal zenginliklerin metalaştırılarak küresel piyasalara sunulmasına dayanır. Çıkarma yoluyla elde edilen bazı kaynaklar arasında altın, elmas, kereste ve petrol yer alır.