Filiz Kerestecioğlu TBMM’de Sİlvan izlenimleri üzerine bir basın toplantısı yaptı. Kerestecioğlu’nun metni şöyle;
”Barışa İhtiyacımız Var
Biz kadınlar, çeşitli ülkelerle görüşme masalarına oturup savaş başlatan “önemli insanlar” arasında değiliz. Ne savaşın yarattığı yeni elit sınıfa mensubuz ne de savaşa gösterdikleri rıza karşılığı erkeklere vaat edilen imtiyaz, hizmet, fedakarlık ilişkilerinin parçasıyız. Savaş en çok bizlere zarar veriyor. Savaş evlerimizden çatışma bölgelerine, bedenlerimizi ve benliğimizi işgal ediyor. Tıpkı, son örneğini Varto’da, Kevser Eltürk (Ekin Wan)’ün bedenine ve kimliğine yapılanlarda gördüğümüz gibi… Biz kadınların, aramızdaki eşitsizlikleri ve farklılıkları inkar etmeden, birbirimizi dinlemeye ve değişmeye ihtiyacımız var. Savaşın ümitsizliği içinde bizler köprüler kurabiliriz.
Savaşın Türkiye’de yaşayan tüm kadınların hayatında büyük etkisi var. Örneğin savaşa gidip dönen eşlerin ve çocukların travmalarını iyileştirmek de taşıdıkları şiddet potansiyeliyle baş etmek de hep kadınlara düştü. Türkiye’de milliyetçilik ve militarizm kadınları hem siyasi sahneden dışladı hem de yarattığı şiddet ortamıyla kadınları daha fazla şiddete açık hale getirdi. Eğitime, sığınaklara, sağlığa, iş ve barınma sorunlarına harcanacak bütçe, yıllarca askeri harcamalara ayrıldı. BM’nin denetimine karşı güvenlik harcamaları büyük oranda kamufle edilmesine rağmen Mili Gelir’deki payı çok büyük.
Bu sebeplerle Türkiye’de kadınlar savaşa karşı ortak bir ses çıkarmak için bir araya geldiler. Aslında dünyanın dört bir yanında birbirinden farklı tecrübelerden geçen kadınların mücadeleleri birbirine çok benziyor. Tüm dünyada erkekler savaşa yürürken barışa yürüyen binlerce de kadın vardı; fakat tarih yalnızca erkekleri yazdı.
Oysa, örneğin 1. Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı kadınları yabancı devlet erkanı erkeklerin eşlerine “Sevgili Hemşirelerimiz” diye seslenerek barışı birlikte kurmak için çağrı yaptılar. Yine Versaille antlaşması yapıldığında tüm dünyadan 2000 kadın bir kongrede bir araya gelmiş, anlaşmanın şartlarını mağlup ülkelerde yoksulluğu ve milliyetçi nefreti artıracağı, tekrar yeni savaşlara sebep olacağı için sert biçimde eleştirmişlerdi. Kadınlar öngörülerinde haklılardı; zira ardından 2. Dünya Savaşı geldi.
Kadınlar özellikle Batı’nın işgalci politikalarına ve savaşa karşı birçok ağ kurdular. 11 Eylül’ün ardından ABD’nin canının istediği herhangi bir ülkeye neredeyse bahanesiz savaş açmasını meşrulaştıran “küresel çapta terör” söylemine, ABD ve İsrail işgallerine, Yugoslavya’nın içine çekildiği milliyetçi şiddete, Bosna savaşında kadınlara yönelik cinsel şiddete, Meksika’daki tecavüzlere karşı uluslararası ağlar ördüler. Örneğin, İkiz Kuleler bombalandığında New York Halk Kütüphanesi’nin basamaklarında kadınlar, şoven nefrete inat intikam istemediklerini haykırıyorlardı. Sırp kadınlar, Kosova Savaşı sırasında Sırp asker ve polislerini Kosova’da görev yapmayı reddetmeye çağırdılar. Erkeklerin kadınlar için ve kadın olarak simgeleşen vatan için savaştıkları mitine karşı Lübnan’da Sessizliğe Karşı Anneler, oğullarını İsrail’deki savaşa göndermeyi reddetmişlerdi.
Bu Uluslararası ağların radikal ve kararlı eylemleri sonucu 2000 yılında 1325 sayılı BM Güvenlik Konseyi, Kadınlar, Barış ve Güvenlik başlıklı kararı imzalandı. Eksiklerine ve çelişkilerine rağmen bu karar, en azından savaşların kadınlar üzerindeki özel etkisini kabul ediyor ve kadınların barış süreçlerine katılımlarını taraf devletlere şart koşuyor. Aynı şekilde Türkiye’de de kadınların acil olarak barış sürecine aktif katılımı gerekiyor.
Şimdi savaşın değil; savaşın Türkiye’de yarattığı patolojik yaraları onarmanın zamanı. Türkiye’de kadınlar, uzun süredir barış için bir aradalar. Biz kadınlar, Barış Bloku, Barış İçin Kadın Girişimi ve Kadın Özgürlük Meclisi gibi inisiyatiflerde bir araya gelerek barışın sesini yükseltmeye devam edeceğiz.
Dün Kadın Özgürlük Meclisi’nden bir heyetle Silopi’ye gitmek üzere yola çıktık. Fakat Silvan’da sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi ve operasyonların başladığı haberleri üzerine Silvan’a yönelmek durumunda kaldık. Silvan’ın girişinde Özel Harekat Polisleri akrep ve tomalarla yolu kapatmıştı. İlçeye giriş ve çıkışlara müsaade edilmiyor, babasının cenazesini almak için şehir dışından gelen bir kadının bile ilçeye girmesine izin verilmiyordu. Bölgede internet ve telefon bağlantıları, su, elektrik kesilmişti. Halk akrabalarından haber alamıyor, ilçe girişlerinde bekliyor, gece 01.30’dan itibaren akrabalarıyla irtibatlarının kesildiğini söylüyordu. Özel Harekat Polislerinin görüştüğü kaymakam, ilçeye yalnızca milletvekillerinin girişine izin verdi. Silvan’a vardığımızda Silvan hayalet şehir gibiydi. Sokaklar, akrepler, tomalar ve zırhlı araçlarla doluydu. Arada sokağa çıkan çocukları bile tomalar suyla dağıtıyordu. Arabalarda gaz fişeklerinin izleri vardı. Çatışmaların yoğun yaşandığı birkaç mahallede ise özellikle sivil halkın durumu çok zordu. Bölge halkı, apartmanların üstüne keskin nişancıların yerleştiğini, başından vurularak hayatını kaybeden Serhat Bilen’in bu keskin nişancılar tarafından hedef alındığını söyledi. Ayrıca 55 yaşlarında kalp krizi geçiren bir vatandaşımız ambulans bölgeye girmediği için maalesef dün gece evinde yaşamını yitirmişti. Barış ihtimalini yok eden bu savaşın 90’lardaki imha politikalarından farkı; özellikle Kürt halkına yönelik bu saldırılara artık hepimizin tanık olması! Ayrıca asker cenazelerinde ailelerin gösterdikleri tepkilerin de 90’lardan çok farklı olduğunu görüyoruz.
Yine dün, sessizce yaklaşan bir polisin “lütfen bu savaşı yukarıdan durdurmak için bir şeyler yapın” sözleri de iç acıtıcıydı.
Herkes Silvan, Varto, Şemdinli… halkını yalnız bırakmazsa ve savaşa hayır derse bu savaş bitebilir.
Güney Kore, Japonya, Filipinler ve daha birçok ülkelerde üyesi olan, militarizme karşı mücadele yürüten bir kadın ağı şöyle diyordu: “Gerçek güvenlik toprağa, havaya ve suya saygı göstermeyi gerektirir”. Biz kadınlar için gerçek güvenlik; toprağa, suya, bedenimize ve kimliğimize saygılı bir barışın tesisidir. İnanıyorum ki kadınlar bu barışı inşa edecek gücün taşıyıcısı olacaklar.
Tüm kamuoyunu her yerde acilen barış talebini yükseltmeye çağırırken siz sevgili basın mensuplarına, Barış İçin Kadın Girişimi’nin hazırladığı, üzerinde farklı dillerde “barış” yazan mor kurdelaları yakanızda barışı taşımanız dileğiyle sunmak isterim.”