Dünya yeni paylaşım ve savaş iklimine girerken aşırı sağın önü açıldı. Neonazizm, neofaşizm, postfaşizm gibi kavramlarla anılan aşırı sağ, sanıldığının aksine şiddete dayalı fanatik marjinalizmle yetinmiyor. O saldırıya geçmeden önce mağduriyete dayalı bir savunma konsepti oluşturuyor. İdeolojik, kültürel, estetik, tüm alanlara ustaca sızarak hegemonik bir etki gücünü inşa ediyor. Kat ettiği mesafe az değil, üstelik hızı giderek artıyor. Peki buraya kadar nasıl geldiler?
1. Tişörtler bize ne söylüyor?
Diyelim ki üzerinize bir tişört giydiniz. Üzerinizde anlamsız sayı ve harfler var. Şöyle olsun mesela: 2YT4U. Bundan ne anlam çıkardınız? Alfanümerik bir yazım, İngilizce bir kısaltma. Şöyle diyor: “Sizin için beyaz fazla.” Bunu okuyan siyahları, Hispanikleri, Arapları, Müslümanları, göçmenleri aşağılıyor. Tişört giyerken dikkat etmeli. Farkında olmadan aşırı sağın ayaklı panosu olabilirsiniz.
Bir başka örnek: tişörtünüzde 88 rakamları yazılı. Alfabenin 8. harfi olan H’nin yan yana yazılması olabilir bu. Yani HH, yani “Heil Hitler”in kodlanmış mesajı.
Aşırı sağ ideoloji, eski Yunan, Roma, Viking veya İskandinav metaforlarını da stilize edip satışa sunabiliyor. Yanına “beyaz güç”, “nefret mürettebatı”, “saf kan”, “av mevsimi” gibi ibareler yazarak. Bütün bunlar aşırı sağın estetiğe başvurarak ve kapitalist pazara açılarak ana akımlaşmasını sağladı.
2. Karma dövüşler neden trend yaptı?
Eski Yunan Olimpiyatlarında melez dövüşleri olarak bilinen Pankreation, bugün kafes dövüşlere varan karma dövüşlerin esin kaynağıdır. Almanya’nın Solingen kentinde 1993’te yakılan Türkiye göçmenlerinin katillerinden 3’ü, HAKPAO denen dövüş grubunun üyeleriydi.
Karma dövüş mekanları, “asil ırkı” devam ettirecek sağlıklı nesillerin büyük savaşa hazırlanması için de tasarlandı. Uyuşturucu, alkol, dövme ve piercingden uzak durmak saf ırk için faydalıydı. Eril kas estetiği abartılırken, kadınlar da karma dövüşe çağrıldı. İzleyici hayran kitlesi, aşırı sağın sempatizan deposuna dönüştü.
Aşırı sağcı, risk almasını bilmeliydi. Onlar, solcular gibi “çıtkırıldım “ve “kadınsı” olamazlardı. Böylece temel insan haklarını savunmak bile, ırkın kararlılığını bozan değerler olarak damgalandı.
3. Online platformu nasıl kullandılar?
Gençliğin en yoğun olduğu online platformlar ve dijital dünya, aşırı sağın olmazsa olmazıydı. Hemen her alana sızdılar. Online yasaklama, offline alanı güçlendirdi. Yasaklama caydırıcı olmadığı ve yetersiz kaldığı gibi uç opsiyonlara yönelmeyi beraberinde getirdi.
Yasak ve algoritma sıçraması cazibeyi artırdı. Yanına aşırı sağın troll ordusu eklendi. Şiddet ve terör grupları, ırkçı faşist çeteler bizzat bu platformlarda örgütlendi. Silah, bomba, saldırı teknikleri, şemalar sürüme sokuldu.
Aslında online Aşırı Sağ, Türkiye’de çok farklı kesimlerden, özellikle de liseli gençlikten arayış içinde olanları etkilemeye başladı. Küresel aşırı sağ, dijital dünyada mizah aracını da etkili kullandı. Alaycı kinayeler, müzik dünyasına sızmaya başladı.
Çocuk oyun platformlarında, çizgi film kahramanlarında –örneğin kurbağa pepe gibi– neonazi sembollerine bürünmüş paylaşımlar ortaya çıktı. Aşırı sağın hitap ettiği yaş grubu çocuklara kadar uzandı.
4. Kadınlara ne misyon biçtiler?
Cinsiyet ya da “cins ırkçılığı” son yıllarda tırmanışta. Cins ırkçılığıyla aşırı sağ arasında gri bir ortak küme oluşturuldu. “İstemsiz bekarlar”, “erkek hakları grubu” gibi oluşumlar ortaya çıktı.
Kadınlar, tıpkı mülteciler gibi şiddetin ve aşağılanmanın hedefi oldular. Aşırı sağ, eril erkeğe dayanıyordu. Fakat bununla birlikte kadınlara, yeni nesillerin “kuluçka makinesi” gözüyle bakılıyordu. Beslenme, ailede eğitim gibi alanlarda kadın kilit taşı yapılıyor, aşırı sağ kadına mitsel bir görev yüklüyordu.
Irkın devamı için beyaz bebeklere organik yemekler hazırlamak bunlardan biriydi. Ayrıca mutfak ve yemek programları –özellikle YouTube üzerinden yayınlanan bireysel içerikler– aşırı sağ ideoloji ve propagandayla birleştirildi.
Yabancılar “göç istilası” olarak tanımlanıyor, en çok da bebekleri ve gelecek ırkı tehdit ettikleri öne sürülüyordu. Bu nedenle, aşırı sağın en temel gücü artık “anneler” ve “kadınlar” olacaktı.
Aşırı sağ, bir yandan LGBTİ+ haklarına saldırırken diğer yandan feminizmi kendi yedek alanı haline getirmeye çalıştı. Kadın hakları, sadece “ırktan”, “yurttaştan” ve “beyazdan” menkul bir çerçeveye sıkıştırıldı. Yabancılar ve “soydan olmayanlar”, kadın düşmanı olarak lanetlendi.
5. Coğrafi ötekileştirmeyi nasıl kullandılar?
İngiliz yazar Bat Ye’or, 2005 yılında Eurabia adlı kitabını yayımladı. İddiası şuydu: Avrupa, Arap istilası altındaydı. Kitlesel göç, Avrupa ülkelerinin demografik yapısını değiştiriyordu. Bir nevi coğrafyalar yer değiştiriyordu. Yakın gelecekte “soydaş olanlar” azınlık durumuna düşecekti.
Almanya’da ırkçı parti AfD ise 2019 yılında dikkat çeken bir afiş tasarladı. Ressam Jean-Léon Gérôme’un bir tablosunu kullanmışlardı. 1866 tarihli tablonun adı Köle Pazarı’ydı ve Gérôme’un bakışı oryantalistti. Arap prenslerin bir köle pazarında çıplak beyaz kadınların dişlerini kontrol ettiği sahne yer alıyordu.
AfD, Eurabia tezine paralel olarak şu mesajı veriyordu: “Böyle giderse Avrupa’nın orta yerinde beyaz kadınlar, Arap istilacı erkeklerin kölesi olacak.”
Benzer dönemde, ABD’nin Teksas eyaletinin “Hispanik işgal” altında olduğu iddia edildi. Komplo teorilerine sıkça başvuran aşırı sağ, geçmişin günahları olan kolonyalizmi ve oryantalizmi, bu kez “istila” ve “mağduriyet” üzerinden ırkçılık için yeniden ve farklı şekilde kullanmaya başladı.
Geçmişte pogrom, kırım, soykırım yapanlar; bugün yabancılar ve göçmenler tarafından kendi ırklarının soykırıma uğradığını iddia etmeye başladılar. Öyle ileri gittiler ki, örneğin ABD aşırı sağı, beyaz ırkın varoluş mücadelesini, Kızılderililerin varoluş savaşına benzetti.
Tarihte Reconquista pogromu olarak bilinen ve İspanya’da Arapların kırıldığı büyük katliam, aşırı sağın esin kaynağı yapıldı. Gece kulüplerine Reconquista Club demekten çekinmediler. “Tersine etnik temizlikle” destek toplamaya çalıştılar.
Aşırı sağ ideoloji, etnodevlet temelinde coğrafyayı da ırkçılaştırdı. Teoloji, katı milliyetçilik ve topografya iç içe geçirildi. Coğrafya, aynı zamanda duygusal bir yoğunlaşma ve ruhsal bir aidiyet metaforuna dönüştürüldü.
Coğrafyanın yer değiştirmesi engellenecekse, önce ötekileştirme olmalıydı. Başka coğrafyalardan göçle gelenler acımasızca deport edilecek, buna da “tersine göç” denecekti.
Bugün coğrafi ötekileştirmenin en sert hâlini gazetelerde bile görebiliyoruz.
6. Kıyamet senaryosuna nasıl sarıldılar?
Beyaz soyun, ırkın ya da Batı medeniyetinin göç akınlarıyla son bulması, kıyamet alametiydi. Daha doğrusu, bu durum kıyametin bir biçimi olarak görülüyordu. Kıyameti tersine çevirmenin yolu ise şiddeti devreye sokmaktı.
Münferit gibi sunulan ama toplamda binleri bulan aşırı sağın şiddet eylemleri, bu propagandanın ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Aşırı sağ, “ivme hareketi” adını verdiği bir tez ortaya attı. Bu yaklaşıma göre bireysel şiddet eylemleri, dengeyi ırk lehine kıracak ve sonunda yeni bir hegemonyanın önünü açacaktı.
İlk bakışta marjinal, bireysel ve fanatik şiddet eylemi gibi görünen aşırı sağ terörizminin kıyamet tahayyülünü küçümsememek gerekir.
Bu arada, “kıyamete hazırlık” alanları da oluşturuldu. Almanca adıyla National Befreiungs Zonen (ulusal kurtuluş bölgeleri) kuruldu. Neoırkçılık, kooperatifler temelinde köyler, bahçeler, kamplar inşa etmeye başladı. Bu alanlara yabancıların ve solcuların girmesi yasaklandı.
Köy ekonomisi ve özerk bölgeler şeklinde yapılandırılan bu neonazi yerleşimleri, aşırı sağın kıyamet stratejilerinin bir parçası hâline geldi.
7. Irktan olmayana ne formül buldular?
Aşırı sağ, yeni nesil göçmenleri açıkça düşman ilan etti. Önceki nesil göçmenler –vatandaşlık hakkı kazananlar dâhil– potansiyel tehdit çemberine alındı. Ancak iş gücü açığı nedeniyle onlara ihtiyaç vardı. Bu nedenle katı çizgiler, geçici olarak esnetildi.
Bu, ırkçılıktan taviz veren bir esneme değildi. Irktan olmayan yurttaşlara liderlik pozisyonu, ateşli silah edinme hakkı gibi temel haklar yok sayıldı. Onlar için konulan vergilerin artırılması da gündeme geldi.
Gerek ABD’de gerek Avrupa’da yapılan son seçimlerde, aşırı sağ partilerin göçmen kökenli yurttaşlardan da ciddi oranda oy aldığı görüldü. Çünkü aşırı sağ, kıyametin habercisi olarak gördüğü yeni nesil göçmenlerle, eski nesil göçmen vatandaşları birbirinden ayrıştırmayı başardı.
8. Kara tarihe rağmen nasıl boy verdiler?
Aşırı sağ ideolojiler hem dışlayıcı hem de hiyerarşiktir. Irk, etnisite, yerlilik, milliyetçilik, din, cinsiyetçi ötekileştirme ve göçmen düşmanlığı, bu ideolojilerin temel beslenme alanlarıdır.
Irkçı faşizmin yeni türevi olan aşırı sağın kökleri, 1830’ların Amerika’sına kadar götürülebilir. O dönemde eski kölelik rejimi tıkanmıştı. Irkçıların yeni misyonu, Afro-Amerikalılarla eşitliği savunan düzene karşı tepki üretmekti.
1920’ler İtalya’sı ve 1930’lar Almanya’sı, faşizmin hem kuram hem de pratik düzeyde sahneye çıktığı yıllardı. İnsanlığa kapkara bir barbarlık tarihi bıraktılar ve uzun yıllar boyunca gözden silindiler.
Ancak aşırı sağın yeniden gözlerini açması, 2010’lardan itibaren devasa bir tehlike boyutuna ulaştı. Kapitalist krizler ve yeniden paylaşım savaşlarının ön sahnesinde her zaman onlar vardı.
“Kendinden olmayan”a fare, haşere, yılan diyen göçmen karşıtlığı; yalnızca milliyetçi muhafazakâr ana akım partileri değil, sosyal demokratları veya ABD örneğinde olduğu gibi Demokratları da sarstı, etkisi altına aldı ve dönüşüme zorladı.
Dolayısıyla, aşırı sağ; 20. yüzyılın ikinci yarısındaki marjinal ve itibarsız konumundan çıkarak ana akımlaşmaya başladı.
9. Emekçi sınıfları nasıl yedeklediler?
Fransa’da aşırı sağ lideri Marine Le Pen, “ayrışma artık sağ ile sol arasında değil, vatanseverlerle küreselleşmeciler arasında” dediğinde, aşırı sağ artık ana akım siyaset sahnesindeydi.
Aşırı sağ, yoksul emekçilerin taleplerini istismar ederek küreselleşmeye savaş açtı. Kapitalizmle esasen bir sorunu yoktu; ama kendisine böyle bir maske taktı. Beyaz işçilerin geleceği, yabancı işçilere karşı bir savaş ilan edilerek savunuldu.
Bu stratejiyle işçi sınıfı bölündü ve şöven milliyetçi burjuvazinin arkasına takıldı. Trump’ın gümrük vergisi politikası da tam olarak bu zeminde, ABD’li beyaz işçilere seslenerek yürürlüğe kondu.
10. Entelektüel alanı nasıl kullandılar?
Küresel aşırı sağ, hedefe ulaşmak için yeni ve ince bir politik hat belirledi: metapolitika. Buna göre, anlık siyasi hedefler marjinal kalabilir, eski tip faşizmi çağrıştırabilirdi. Bunun yerine daha uzun soluklu bir yol tercih edildi: etnomilliyetçilik ve etnotemizlik.
Kültür araçları kullanılarak kuluçkalanma sürecine geçildi. Mussolini ve Hitler yenilmişti; onları doğrudan tekrar etmek yanlıştı. Bu yüzden arkaik faşizme mesafe alarak, modern post-faşist bir aşırı sağ inşa edildi.
Aşırı sağ, kültür devrimi olmadan zafer kazanılamaz diyerek kültürü, ideolojiyi, estetiği ve entelektüelizmi yeniden ele aldı. Finansörlerin, sponsorların, medyanın ve üniversitelerin desteğiyle ırkçı ve şöven akademisyenler yeniden sahneye çıktı. Maoist devrimden çalınan kültür devrimi aşırı sağın demagojik silahına dönüştürüldü.
Aşırı sağ entelektüelizmi, Marksizm’i karşısına almaktan çekinmedi. Ancak bu kez yöntem farklıydı. Onlara göre Marksizm komünist devrimi başaramamış ama geri de çekilmemişti. Çok kültürlülük, feminizm, göçmen hakları gibi kavramlar aslında Marksizm eliyle devreye konmuştu! Sınıf mücadelesi gerileyince Marksistler bu kez kültürel alanda ortaya çıkmıştı. Amaçları dün olduğu gibi bugün de Batı medeniyetinin altını oymaktı! Nitekim McCarthy ve Reagan döneminin sosyalist avı, bu kez Trump’ın rotasında yeniden canlandırıldı. Demokratik hakları savunmak bile “komünistlerin işi” olarak suçlandı. Kısacası, sınıf mücadelesi çarpıtıldı, Marksizm tarihsel bağlamından koparıldı ve aşırı sağın entelektüel alanda da güç kazanması sağlandı.
Sonuç
Ülkemizde Kürtlere, Alevilere, gayrimüslimlere, ötekilere ve göçmenlere yönelik ayrımcılık bilinen bir gerçek. Aşırı sağın yakaladığı küresel etkiden Türkiye’nin azade kalması mümkün değil. Aşırı sağ, hem milliyetçi muhafazakâr hem de ulusalcı akımlar içinde etkili olurken, aynı zamanda kendi başına da ana akımlaşmaya çalışan bir hareket.
Aşırı sağı sadece bireysel fanatizm ya da marjinal kalıplarla sınırlı görmek yanıltıcı olur. Onu çok yönlü, tarihsel, ideolojik ve kültürel bir bağlamda değerlendirmek daha doğrudur.
Bu makaleyi hazırlarken büyük ölçüde Ana Vatanda Nefret: Yeni Küresel Aşırı Sağ (Ayrıntı Yayınları) kitabından yararlandım. Cynthia Miller-Idriss’in bu çalışması, konuyla ilgili daha geniş bir kaynak sunuyor. Kitabı Türkçeye kazandıran ve yayına hazırlayan Güven Gürkan Öztan’a teşekkür ederim.
Yazarın aşırı sağa dair bilgilendirici analizleri çok kıymetli. Ancak politik çözüm önerisi konusunda kendisinden ayrışıyorum. Çünkü aşırı sağın panzehiri, küresel kapitalist sistemin içinden geliştirilecek düzen içi restorasyonlar değil; aksine antikapitalist temele dayanan, ideolojik ve kültürel bir mücadele rotası olmalı.