Başlarken
IŞİD(Irak Şam İslam Devleti) ya da yeni adıyla İD(İslam Devleti); bugün itibariyle Suriye’de: Rakka, Carablus, Deyr Ez Zor, Telabiyad, Irak’da: Musul, Telafer, Felluce, Ramadi, Beyci, Tikrit, Hadise, Anah gibi önemli noktalarda egemenlik kurmuş durumda. IŞİD tasarladığı İslam Devleti sınırları dâhilinde saldırganlığa devam ediyor. Rojava bölgesindeki Kobanê, Şii nüfusun ağırlıklı olarak yaşadığı Bağdat, ki Maliki hükümetinin başkenti aynı zamanda, ve Şiiler için çok öneli kentler olan Kerbela ve Necef de IŞİD’in saldırı haritasında yer alıyor. Peki 9-10 Haziran tarihleri arasında Musul’u ciddi bir direnişle karşılaşmadan işgal eden IŞİD, kısa sürede nasıl olur da bu kadar geniş bir sahada kontrolü ele geçirir? 8 bin ila 15 bin arasında değiştiği söylenen savaşçı sayısıyla adı geçen tüm bölgeleri bu kadar kıza bir zaman diliminde zapt etmek mümkün mü? Ya da IŞİD’ e karşı bölgenin tüm güçleri neredeyse (Rojava’daki özerk Kürt yönetimi, Güney Kürdistan yönetimi, Maliki yönetimi, Suriye, İran ve uluslar arası güçler…) neredeyse ortak bir retorik tutturmuşlarken, bölgenin IŞİD’den temizlenmesi neden mümkün olamıyor? Tüm bu soruları ve daha fazlasını yanıtlamak için özellikle ABD’nin 2003 Irak işgali ve sonrasında bugünkü adıyla IŞİD’in bölgede üslenmesi ve giderek palazlanması sürecine bakmak lazım.
2003 ABD İşgali ve Irak Qaidesinin Doğuşu
Irak El Qaidesi’nin lideri olarak bilinen Ebu Musab el- Zarkavi 1988’de SSCB’ye karşı Afganistan’da Cihad’a katılan Lübnanlı bir radikaldir. 92’de ülkesine dönmüş fakat Ürdün kralı Hüseyin’e karşı yürüttüğü faaliyetlerden kaynaklı olarak tutuklanarak 2000 yılına kadar cezaevinde kalmıştır. Çıkar çıkmaz Afganistan’a El Qaide ile ilişki kurmak için gittiği bilinir fakat olumlu yanıt alamamıştır. Bunun üzerine yine Afganistan sınırları içinde Herat kampında kendi örgütü olan Tevhid ve Cihad’ı kurmuştur. 2001’de ABD’nin Afganistan işgaliyle birlikte bölgeden ayrılmış ve ağırlıklı olarak Sunni nüfusun yaşadığı Irak’ın kuzeyine geçmiştir.
2003’te ABD’nin Irak işgali ve işgale karşı direniş grupları oluşturan cihadcı örgütlerin hızla artması Zarkavi için bir şans niteliği taşıyordu. Zarkavi kısa süre içinde bölgede var olan şii-sunni karşıtlığını ve liderlik özelliklerini kullanarak özellikle sunni cihadcı unsurları işgalcilere(ABD) karşı kendi etrafında toparlamayı başarmıştır. Şüphesiz işgalcilerin yerel ahali üzerindeki zulmü Zarkavi’nin kısa sürede parlamasında oldukça pay sahibidir. Ancak 2004 yılında Felluce’de Zarkavi’nin yönettiği cihadcıların ABD askerlerine ağır kayıplar verdirmesi ve kısa bir süre sonra ABD’nin bölgeden kısmen de olsa geri çekilmek zorunda kalması Zarkavi için müthiş bir fırsat haline geldi. Zarkavi Iraklı sunilerin gözünde bir kurtarıcı mitine dönüşüyordu giderek. Zarkavi kazandığı “zaferle” bölge halkının gözünde giderek itibar kazanıyor, diğer taraftan ise işgalciye karşı cihadı telkin eden fetvalar yayımlıyordu. Ancak her şeye rağmen, Zarkavi’nin yeterli sayıda savaşçısı yoktu ve düzenli olarak destek alacağı, daha basit bir ifadeyle sırtını yaslayacağı, kişi ve örgütlere ihtiyaç duyuyordu. İhtiyaç duyduğu bu desteği 2004 yılında Bin Laden’den aldı ve Laden’e bağlılık yemini etti. Bağlılık yemininden sonra 2001’de kurmuş olduğu Tevhid ve Cihad örgütünün adını “İki Nehir Arasındaki el-Kaide” ya da bilinen adıyla Irak el Qaide’si olarak değiştirdi.
Ebu Musab el- Zarkavi 2006 yılında ABD ordusu tarafından gerçekleştirilen bir hava operasyonu sonucunda öldürüldü ve örgütün yeni lideri olarak asıl adı Ebu Eyyub el-Mısri olan fakat Ebu Hamza el-Muhacir ismiyle bilinen kişi getirildi. Ebu Mısri, merkezi el- Qaide’nin ikinci adamı olarak bilinen Eyman el-Zevahiri’ye yakın bir isimdi. Aynı yıl (2006) içerisinde el-Mısri Irak’da kontrol altında tuttukları bölgelerde, başta Felluce olmak üzere, Irak İslam Devleti’ni (IİD) ilan etti ve IİD’in liderliğine Ebu Ömer el-Bağdadi’yi getirdi.
Irak el-Qaide’si için sorunlar tam da bu tarihte başlayacaktı. Çünkü 2001 yılında Zarkavi’nin kurmuş olduğu Tevhid ve Cihad örgütünün devamı niteliğinde olan bu örgüt(IİD) ağırlıklı olarak yerel olmayan savaşçı birliklerinden oluşuyordu. Bu durum da bölgedeki sunni cihadcı çevreler tarafından pek de hoş karşılanmıyordu. Her ne kadar örgütün liderliğine Iraklı bir isim olan Ömer el-Bağdadi getirilse de yerel sunni cihadcı gruplar IİD’in devşirme cihadcılarından rahatsızdılar. Nihayet kısa süre içinde merkezi Anbar olan (sunilerin yoğun yaşadığı bir eyalet) sunni cihadcı gruplar IİD’e karşı savaşmaya başladılar. Sahva (uyanış) olarak adlandırılan cihadcı sunni gruplar IİD militanlarına karşı kanlı operasyonlar başlattılar. 2008 yılının sonlarına kadar devam eden çatışmalarda binlerce IİD militanı öldürüldü. Şüphesiz Sahva birliklerinin bu başarısının arkasında ABD’den aldıkları para ve silah desteği vardı. Sahva birlikleri ile IİD arasındaki çatışmalar oldukça önemlidir ve dönüm noktası olmuştur. Neden mi? Çünkü IİD Sahva birliklerini “davaya ihanet edenler” olarak tanımlamış ve bölgenin yerel sunni unsurları da artık IİD ‘in operasyon alanına girmiştir. Bugün IŞİD’in tarihsel olarak düşmanlık duyduğu şii ve gayrı Müslüman kesimler dışında sunnilere de saldırmasının nedenlerinden biri, Sahva birliklerine katılan ve ABD ile müttefik olan bazı sunni aşiret ve cihadcı grupların IİD’e saldırmasıdır adı geçen dönemde.
2006’dan 2011 yılına (ABD’nin Irak’tan tamamen çekildiği ve Maliki yönetiminin iş başına geldiği tarih) kadarki zaman dilimi Irak için bir tür mezhep savaşının yaşandığı zaman aralığıdır. Çünkü ABD bir yandan iç savaşa direkt olarak dâhil olmayarak, daha çok IİD ya da Irak el-Qaidesi’ne karşı savaşan grupları desteklerken diğer yandan gittikçe artan mezhep savaşını izlemekle yetiniyordu.2006-2011 yılları arasında IİD öncelikle kâfir ya da Rafızi olarak tanımladığı Şiilere, ardından işgalci olarak tanımladığı ABD’ye ve son olarak da Sahva birlikleri gibi işbirlikçi, davaya ihanet eden, sunni aşiret ve cihadcı gruplara karşı savaştı.
ABD Irak’tan Çekiliyor
2011 yılına gelindiğinde ABD Irak’tan çekilmiş, Maliki hükümeti(Şii) kurulmuş ve hâlihazırda var olan mezhep gerginliği tüm yakıcılığıyla ortada duruyordu. Bir not düşmekte fayda var; özellikle 2006’dan 2010 yılına kadar ABD destekli Sahva birlikleriyle ve Şiilerle aynı anda savaşan IİD ya da Irak-el-Qaidesi’nin gücü oldukça zayıflamıştı. Bu süreçte zayıflayan Irak el-Qaidesi 2011’den sonra, özellikle Maliki yönetiminin de bazı hatalarıyla kendini hızla toparlayacaktı.
2006’da ABD’nin hava saldırısı sonucu öldürülen Ebu Musab el- Zarkavi’nin yerine örgütün yeni lideri olarak Ebu Hamza el-Muhacir (gerçek adı, Ebu Eyyub el-Mısri) getirildi. El-Muhacir 2006 yılında Irak İslam Devleti’ni (IİD) ilan etmişti, Zarkavi liderliğinde örgütün isminin “İki Nehir Arasındaki el-Kaide ya da Irak el-Kaidesi” olduğunu hatırlayalım, el-Muhacir IİD’in liderliğine de Ebu Ömer el-Bağdadi’yi getirmişti. El-Bağdadi’nin IİD’in liderliğine getirilmesindeki amacın, Iraklı bir ismin liderlik konumuna getirilmesinin bölgedeki Sunni gruplarla var olan çatışmaların çözümü için etkili olabileceği düşünülmüştü. Ancak örgüt liderinin Ömer el- Bağdadi mi yoksa el-Muhacir mi olduğu net değildir, hatta ABD basınında asılında adı geçen iki kişinin de aynı kişi olduğu yönünde bilgiler yer almıştı. 2010 yılında el-Muhacir ve Ömer el-Bağdadi öldürüldü ve örgütün yeni lideri olarak, bugün de örgüte liderlik, yapan Ebu Bekir el-Bağdadi (gerçek adı İbrahim bin Avvad) getirildi. 2011 yılına gelindiğinde ABD Irak’tan çekilmiş ve Maliki (Şii) hükümeti kurulmuştu. ABD’nin bölgeden çekilmesiyle birlikte oluşan özellikle askeri otorite boşluğu ve şüphesiz Maliki hükümetinin Sunni halka yönelik politikaları IİD’in hızla güçlenmesine vesile oldu. Maliki yönetiminin dönemin Cumhurbaşkanı yardımcısı ve Sunni olan Tarık el- Haşimi’yi “teröre destek vermek” suçuyla itam etmesi ve hakkında tutuklama kararı çıkarması (Haşimi ülkeyi terk etmişti), hükümette yer alan başka bakanlar hakkında da benzer süreçlerin işletilmesi 2006’dan beri zaten bir tür mezhep savaşı halinde devam eden Şii-Sunni gerginliğini yeniden ateşledi.
Maliki yönetiminin, 2011 yılından itibaren önemli ölçüde dağılan Sahva Birliklerini (2006-08 yılları arasında ABD’nin para ve silah desteğiyle IİD’e karşı savaşmışlardı) Irak ordusuna almaması ve Sunni bölgelerinde “teröre destek suçlamasıyla” halk üzerinde baskıları arttırması Sunni-Şii gerginliğini giderek arttırıyordu. Artan bu gerginlikten yararlanan en önemli güç de şüphesiz bugünkü adıyla IŞİD oluyordu.
Ebu Bekir el-Bağdadi 2006-11 yılları arasında Irak el Qaidesinin kısmen kırılan gücünü bu dönemde hızlı bir şekilde toparlamaya başladı. 2012’den itibaren el-Qaide militanları Irak hapishanelerine yönelik bir dizi eylem gerçekleştirdi. Yapılan eylemler hem ceza evlerinde tutulan eski Qaide militanlarını kurtararak örgütün azalan militan sayısını arttırmayı hem de Maliki yönetiminin özellikle Sunni bölgelerinde sürdürdüğü politikayı kullanarak bölgede Suuni halktan destek almayı amaçlıyordu. Ebu Bekir el- Bağdadi liderliğinde Qaide militanları 2012 yılı içinde birçok hapishaneye baskın düzenledi ve yüzlerce eski el-Qaide militanı hapishanelerden kaçırıldı. Maliki yönetiminin Sunni politikaları karşısında ise halkın tepkileri protesto eylemlerine dönüşüyordu. Protesto eylemlerinin Maliki yönetiminin askerleri tarafından kanlı bir biçimde bastırılması ve Qaide’nin giderek güçlenmesi aynı döneme denk geliyor.
Suunilerin yoğun olarak yaşadığı Anbar eyaleti Ninova ve Selahaddin gibi kentlerde Sunni gruplar Maliki yönetimini bir yandan protesto ederken, diğer yandan ordunun artan şiddet dalgasıyla karşılaşanlar Qaide’yi kurtuluş olarak görmeye başladılar. Kısa süre içinde el-Qaide, başta Anbar olmak üzere birçok Sunni bölgesinde Maliki yönetiminin karşısında bir alternatif olarak görülmeye başlandı. 2012’nin sonlarına doğru el-Qaide Irak’da kısmen de olsa yitirmiş olduğu gücü önemli ölçüde toparlamayı başarabilmişti. Qaide’nin bu başarısında ABD’nin bölgeden çekilmesinin etkisi olduğu kadar Maliki yönetimin Sunni gruplar üzerindeki politikalarının da çok ciddi etkileri oldu.
2013 yılına gelindiğinde Irak el-Qaidesi Sunni bölgelerde ciddi bir desteğe sahipti, birçok Sunni aşiret Maliki yönetimi karlısında Qaide saflarında savaşmayı kabul etmişti. 2013 yılı itibariyle Irak’daki Qaide’nin etkinliğini anlamak için Irak’ın en büyük eyaletlerinden biri olan ve ağırlıklı olarak Sunnilerin yaşadığı Anbar eyaletinin kontrolünün önemli ölçüde el-Qaide’de olduğuna bakmak bile önemli bir veri sunar bize.
Ebu Bekir el-Bağdadi liderliğindeki Irak Qaidesi 2013 yılında Suriye el-Qaidesi olarak bilinen Nusra Cephesi ile birleştiğini açıkladı ve örgütün ismi Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak değiştirdi. Yapılan bu değişiklik merkezi el-Qaide lideri Eymen el-Zevahiri tarafından onaylanmadı ama yeni adıyla IŞİD herhangi bir geri adım da atmadı.
Suriye İç Savaşı ve IŞİD
2011 yılından itibaren devam eden Suriye iç savaşında, özellikle 2012’den itibaren bir aktör olmaya başlayan ve kısa süre içinde Suriye’deki diğer cihadist gruplarla da ayrışmalar(hatta çatışmalar) yaşayan IŞİD’in Suriye serüveninden ve tekrar Irak’a geçişine kısaca bakalım.
Suriye iç savaşına dâhil olduktan sonra savaşın seyrini değiştiren örgüt, şüphesiz Nusret ya da Nusra Cephesi olarak tanımlanan Suriye el Qaidesidir. Neden Suriye el-Qaidesi? Çünkü Nusret Cephesi’nin lideri Ebu Muhammed el-Colani merkezi Qaide lideri Zevahiri’ye biat ettiğini açıkça belirtmişti. Dolayısıyla Nusret Cephesi kendini Suriye’nin el-Qaidesi olarak tanımlıyor. Nusret Cephesi’nin Suriye iç savaşındaki etkisinin giderek artması IİD(Irak İslam Devleti) lideri Bağdadi’nin Suriye’ye açılma planlarını hızlandırdı ve Nisan 2013’de Bağdadi, Suriye’de İslam Devleti (IİD kastediyor) adına savaşan Nusret Cephesi ile Irak Qaidesinin birleşerek yeni isimlerinin IŞİD(Irak Şam İslam Devleti) olduğunu duyurmuştu. Ancak IİD’in sınırlarına Suriye’yi de dâhil etmesi ve Nusret Cephesi ile birleştiğini açıklaması, gerek Zevahiri gerekse Nusret Cephesi lideri Colani tarafından kabul edilmedi. Colani ve Zevahiri yaptıkları açıklamalarla IİD’e saygı duyduklarını fakat IİD’in sınırlarının Suriye’yi kapsamadığını ve aynı zamanda Nusret Cephesi ile IİD’nin müttefik olduklarını fakat kesinlikle aynı örgüt olmadıklarını belirttiler.
Not:
[Ebu Musab el- Zarkavi tarafından kurulan Tevhid ve Cihad (TCÖ) örgütünden IŞİD’ kadar uzanan zaman diliminde merkezi el-Qaide ile (daha sonra Irak el-Qaidesi olarak ve sürekli isim değiştirerek bugünkü IŞİD haline gelen örgüt) arasında hiçbir zaman tam bir anlaşma sağlanamamıştır. Bunun temel nedenlerinden biri; IŞİD geleneğinin merkezi el-Qaide’ye göre daha köktenci ve özellikle de iflah olmaz bir Şii düşmanlığının olmasıdır. Ayrıca IŞİD geleneğinin Sunni unsurlara karşı bile sıklıkla saldırgan bir tutum takınması merkezi el-Qaide tarafından hoş karşılanmamıştır. Tüm bunlara rağmen aralarında 2013 yılına kadar var olan ilişki önemli ölçüde stratejiktir. Ayrıca merkezi Qaide’nin Irak’a yerleşme, son adıyla IŞİD’in ise güçlü bir destekçiye ihtiyaç duyması var olan ilişkilerinin temelini önemli ölçüde oluşturmuştur.]
Nusret Cephesi ve merkezi Qaide liderinin yaptıkları açıklamalar Bağdadi tarafından dikkate alınmadı. Gelinen noktada Irak Qaidesi ile merkezi Qaide arasında başından itibaren var olagelen gerginlik açık bir biçimde çatışmaya dönüştü. Bağdadi açık bir biçimde IŞİD’in var olduğunu ve Nusret Cephesi’nin artık IŞİD’nin bir parçası olduğunu dile getiriyordu. Bağdadi’nin bu açıklamasından sonda Nusret Cephesi içindeki savaşçı ve komutanların bir kısmı IŞİD saflarına katıldı ancak Nusret Cephesi hiçbir zaman tasfiye olmadı. IŞİD ile Nusret Cephesi arasında yaşanan çatışmalarda örgütler karşılıklı olarak yüzlerce militanını kaybetti.
IŞİD açık bir biçimde Suriye iç savaşına dahil olmuştu, üstelik sadece Nusret Cephesi ile değil, Suriye iç savaşının diğer bileşenleriyle de çatışmalara girdi. IŞİD kendisi dışındaki tüm grup ve örgütleri “mürted” ilan etti. Örnekse ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) IŞİD için Suriye’de gerçekleşecek olan İslam devrimine ihanet eden bir organizasyondu. IŞİD’ın ÖSO dışında, Ahrar el- Şam, Mücahitler Ordusu(İslami Cephe’nin bir bileşeni) gibi örgütlerle de çatışmalara girdi.
IŞİD her ne kadar Suriye’deki diğer gruplarla çatışmalara girse de özellikle Kürt bölgesi olan Rojava ve Kürt savaşçılarına (YPG+YPJ) karşı Nusret Cephesi ile ortak hareket etmekten de geri durmamıştır.
2013 yılı boyunca IŞİD ve Nusret Cephesi başta Rakka olmak üzere Suriye’de birçok kenti kontrol ettiyse de Rejim (Esad) güçlerinin askeri başarılarının artması ve en önemlisi de; Suriye’deki “muhalefetin” giderek “radikal İslamcı” bir çizgiye kaydığı yönünde başta Batılı güçlerin ve ABD’nin algı değişimi Suriye’de rejimle isyancıları deyim yerindeyse “kaderlerine terk etti”.
IŞİD ve Nusret Cephesi Kürt bölgesi Rojava’ya saldırılarından çok sonuç alamasa da, Suriye’de başta Şiiler ve Aleviler olmak üzere Hıristiyan halk ve kendilerinden olmayan herkese yönelik büyük katliamlar gerçekleştirdiler.
IŞİD’in tekrar “doğup büyüdüğü” topraklara (Irak’a) yönelmesi ise 10 Haziran Musul işgali ile gündeme oturdu. IŞİD’in Musul’a yönelmesi, yazının ilk bölümlerinde de değindiğim gibi Musul ve çevresinde IŞİD’e potansiyel bir desteğin bulunması ve hâlihazırda var olan desteğin Maliki yönetimi boyunca sivrilen Şii-Sunni gerginliğinden de beslenerek en üst noktaya gelmesinin etkili olduğu söylenebilir. Ayrıca IŞİD’in Suriye’de belirli anlamlarda da olsa mevzi kaybetmesi bir tür toparlanma ve daha güçlü dönebilme saikiyle Musul’u işgal ettiği düşünülebilir. Musul’un herhangi bir direnişle karşılaşılmadan teslim alınması IŞİD tarafından, yukarıda Maliki yönetimi kentte kayda değer bir denetiminin olmadığını ve bölgede var olan mezhepsel gerginliğin IŞİD için bir avantaja dönüştüğü açıktır.
IŞİD’in Musul işgali, Maliki ordusuna ait birçok zırhlı araç ve ağır silahların ele geçirilmesiyle yeni ve daha saldırgan bir dönemi başlattı. Nitekim Haziran 2014’te IŞİD, isim değişikliğine giderek yeni adlarının İD (İslam Devleti) olduğunu ve Bağdadi’nin de tüm Müslümanların Halifesi olduğunu duyurdu. Askeri anlamda daha da güçlü konuma gelen IŞİD bölgede gayrı Müslüman halklara yönelik katliamlar gerçekleştirmeye devam ediyor. Ezidi Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı Şengal bölgesinde yaşanan insanlık katliamı da bunun en güncel örneklerindendir. Bölgeye YPG ve PKK’nin silahlı güçlerinin intikal etmesi önemli ölçüde başarılar sağlasa da IŞİD karşısında, tehlikenin devam ettiği gerçeği tüm yakıcılığıyla ortadadır.