Ümit Kıvanç: Biz sol hareket içerisinde bu toprakların “aslî unsur” sayılmayanlardan “temizlenmesi” süreciyle hemen hiç ilgilenmemiştik. Evet, kötü bir şeyler olmuştu, ama bizim esas meselelerimizle ilgisi yoktu sanki. Oysa şimdi anlıyordum ki, esas mesele zaten buymuş burada.
Türkiye’deki Ermeni toplumunun Türkçe ağırlıklı gazetesi Agos’un kuruluşunun 25. yılında, Nuran Gelişli Agos’a emeği geçen Ümit Kıvanç’la konuştu.
Nuran Gelişli : Bir köşe yazında “Agos’ta anlatılan, sadece Ermenilerin meseleleri değil, hepimizin hikâyesidir” demiştin, Agos’un senin hayatındaki hikayesi nedir? Hayatında bir değişikliğe yol açtı mı? Eğer yol açtıysa ne idi bunlar?
Ümit Kıvanç: Açtı. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başında Anadolu’da yaşananlar hakkında ne kadar bilgisiz olduğumu fark ettim ve önce utandım, sonra çok fena öfkelendim, sonunda yaşayarak öğrendiklerimin bana sorumluluk yüklediğini anladım. “Yaşayarak” demem, Ermenilerin başına getirilen işin insanî boyutuyla ilk defa böylesine canlı ve geniş çaplı, hem de derin, yüz yüze gelmemden. Yepyeni bir varlık olan Agos’a heyecanla gelip giden insanlar, genç insanlar, belki hiç görmedikleri yerlerden, “oralıyım” diye söz ediyorlardı.
Biz sol hareket içerisinde bu toprakların “aslî unsur” sayılmayanlardan “temizlenmesi” süreciyle hemen hiç ilgilenmemiştik. Evet, kötü bir şeyler olmuştu, ama bizim esas meselelerimizle ilgisi yoktu sanki. Oysa şimdi anlıyordum ki, esas mesele zaten buymuş burada.
Agos’un Türkçe ağırlıklı olarak çıkışı, yaptığı haberler, özellikle Hrant’ın köşe yazıları birilerini oldukça rahatsız etti ancak bu bilinen kesim dışında Agos’un Türkiye toplumu üzerinde de bir etkisi oldu, bununla ilgili neler söyleyebilirsin?
Bence ilk soruya cevaben kendim için anlattığıma benzer etkisi oldu birçok insan üzerinde. Nasıl derinden, üstelik anca başkalarını dışladığı, ötekileştirdiği, kendinden saymadığı, hattâ ezdiği oranda vücut ve hayat bulabilen, saldırgan bir milliyetçiliğin, çoğu yerde ırkçılığa varan, şiddet dolu bir ideolojinin etkisi altında doğup büyüdüğümüzü ve çarpık çurpuk dünya görüşümüzle, memleketin toprağının altında yatan canavarın varlığını bile fark etmeden yaşayıp gittiğimizi anladık birçoğumuz.
Agos’un kuruluşunda ve var edilmesinde birçok kişi yer aldı elbette, bunlardan Hrant Dink ve Sarkis Seropyan’la ilgili neler anlatabilirsin?
Çok özel insanlar olduklarını, ikisini de çok sevdiğimi, onları tanıdığım için hayatımın zenginleştiğini söyleyebilirim ilk elde. İkisini de “anlatmak” için sayfalar yetmez. Birbirine benzeyen insanlar değillerdi elbette. Hrant atılgan, lider ruhlu bir insandı. Sarkis Bey ise, varlığını belli etmeden çok şeyi halleden, gazetecilik konusunda değil ama buna karşılık hayatta tecrübeli, bilgili, sorumlu “perde gerisi” elemanıydı. İkisi de hiç tecrübelerinin olmadığı bir alanın gereklerini çok çabuk kavrayıp kendilerini uyarladılar ve Agos kısa sürede kendi tarzı olan bir yayın organı haline geldi. Hrant güncel konularda atak, girişken, iddialı gazetecilik yapmaya çalıştı. Sarkis Bey, bunca zaman eksik bırakılmış tarih ve kültür alanında Ermeni toplumunun yeniden hassasiyet geliştirmesine ve üretmesine bir nevi öncülük etti; özendirdi insanları.
Ben, senin de bildiğin gibi, Hrant’la bol bol kavga ederek çalıştım orada üç-dört ay kadar. İlk zamanlar daha yoğundu tabiî. Hrant, inatçı olduğu kadar yumuşak olmasını, gönül almasını da bilen, geniş yürekli adamdı. Güvenilmeyecek kısmı epeyce ağır basan topluma güvenmek istediği için bu kadar kolay öldürüldü. Bir umuttu o aslında. Muazzam ağır bir meseleden çıkış yoluna işaret edebilen insandı.
Onun da Sarkis Bey’in de hâlâ aramızda olmasını çok isterdim. Hrant’a uğrayıp iki konuda bağrışıp çağrışamamak, Sarkis Bey’le sakin sakin sohbet edememek çok büyük kayıp. Bunu çok sık hissediyorum ben. Neredeyse her gün.
Hrant’ın öldürülmesi büyük bir tepkiye neden oldu, haberi duyan yüzlerce kişi Agos’un önünde toplandı, o kalabalık giderek arttı. Bunu nasıl değerlendiriyorsun?
Valla, önce arttılar, sonra yıllar boyunca da, başka olaylarla karşılaştırıldığında azımsanmayacak bir ilgi sürdü. Ama devlet sündüre sündüre, insanlarda umutsuzluk, çıkışsızlık, çaresizlik duyguları yarata yarata o ilgiyi söndürmeyi becerdi. Tabiî Türkiye’nin, her an başka felaketle insanları sarsan ortamı da, aydınlatılması dört koldan engellenen suikasta duyulan ilgiyi dağıttı.
Hrant’ın cenazesinde toplanan yüz binlik kalabalığın Türkiye için çok özel bir şey olduğunu, o gün o kalabalığın toplanışının toplumda dönüştürücü etkisinin olduğunu düşünüyorum. Bir şeyler yerinden oynadı orada. Daha sonraki yıllarda birçok insan, Hrant’ın niye öldürüldüğünü, bunun niye vaktiyle yapılan toplu zulmün doğrudan uzantısı olduğunu kavradı.
Bugün, 19 Ocak’larda öyle on bin, yirmi binlik anmalar artık yapılamıyor. Salgın başlı başına ayrı mevzu, onu hariç tutalım. Salgın koşulları olmasa da toplanacak kitle hiçbir zaman, diyelim beşinci yıldaki, onuncu yıldaki gibi olmayacak. Çünkü zulüm çok yönlü, tepki gösterilecek şey çok fazla. Ancak ben Hrant’ın cenazesinin ruhlarda, kalplerde, zihinlerde yarattığı değişimin izlerinin silinmediğinden eminim. 1915 dendiğinde bin türlü şirretlikle ayağa fırlanmasına, diyenin üstüne yürünmesine alışılmış yerde, şimdi eskiyle kıyaslanmayacak kadar çok insan olan bitenin farkında.
Üzüldüğüm, bugünün gençlerinin Hrant’ın konuşmasına şahit olmayacak olmaları. Onu dinleyen mutlaka kulak verirdi. Dediğini beğenmese bile etkilenirdi. Nasıl tâ içinden bir yerlerden geleni bize aktardığını hemen anlardık. Oralardan tutulup aktarılan şeyler başka insanların yüreklerine ulaşır; öyle oluyordu.
Agos’a katkıda bulunmuş olmak benim için çok özel bir şey. Ölürken, “N’aptın kardeşim sen bu dünyada?” diye sorarlarsa, vereceğim ilk cevap o olur: Agos’a katkıda bulundum, diyebilirim.