TUNCAY YILMAZ
İnsanın aklıyla alay edercesine bugüne kadar birlikte yedikleri herzeleri birbirlerinin üzerlerine yıkmaya çalışıyorlar. Birlikte karar verip, şişine şişine hayata geçirdikleri ne kadar antidemokratik operasyon varsa birbirlerini mesul ilan ediyorlar. Kazanmakta olan “yurt dışındaki inlerine de gireceğiz”, “kollarını kopartacağız” diyor; yenilmekte olan “diktatörlük geliyor”, “basın özgürlüğü elden gidiyor” diye vaveyla ediyor. Cemaat çok iyi bildiği yöntemle karşıtlarını “Tahşiyeciler” torbasına dolduruyor, Erdoğan bu dosyayı bahane edip Cemaat operasyonunun düğmesine basarken meydanlarda “bunlar Haşhaşi” diye Hocaefendi’nin itibarını sarsmaya çalışıyor.
Cemaat’in hizmetleri
Gülen Cemaati pek çok benzeri gibi cinsiyetçi, milliyetçi, emperyalizmin işbirlikçisi, sömürüden, savaştan yana gerici bir Cemaat. Diğerlerinden farklı olarak, kimi küresel ve yerel güç odaklarının da desteğiyle, devlet aygıtları (bürokrasi, ordu, polis, yargı vs) içerisinde oldukça örgütlü durumda. AKP’yle birlikte görevlendirildikleri ılımlı İslamcı yeni statükonun kuruluşu sürecinde devlet aygıtları içerisindeki örgütlenmesini daha da derinleştirdi. Yeni statükonun inşası sırasındaki bütün açık-gizli operasyonların doğrudan planlayıcı ve uygulayıcılarından. Elinde bulundurduğu imkân ve kuvvetleri (polis, yargı, medya, paramiliter örgütlenmeler vs) acımasızca, karşıtı güçlere karşı kullandı. Sahte deliller üretti, torba davalar açtı, yalancı tanıklar ayarladı, muhaliflerini cezaevlerine yolladı. Gizli kasetler çekti, medya organları aracılığıyla algı yönetti, muhalifleri üzerinde toplumsal baskı yarattı. Sol, sosyalist, feminist, yurtsever, demokratik muhalefete karşı çetelerle, mafyayla işbirliği yaptı, devlet (Emniyet, MİT, Ordu) bağlantılı paramiliter grupları harekete geçirdi. İş bağlantılarından haraç kesti, kendi işverenlerini zenginleştirmek için ihalelere fesat karıştırdı. Müritlerini üniversitelere yerleştirmek için üniversite sınav sorularını çaldı, dağıttı. KPSS’de soru/şifre dağıttı. Ve bunların tamamını elbette AKP’yle birlikte, onun işbirliğiyle, nezaretiyle, göz yummasıyla yapabildi.
Bu satırlar sayfalarca uzayıp gidebilir. Biz çok azını buraya alabiliyoruz. Demokratik bir işleyiş içerisinde her biri ispatlanabilir hatta belgelenebilir kötülükler yaptı Gülen Cemaati. En ufak bir uzlaşma imkânı yakalasa, yarın aynısını yapmaya devam edeceklerinden hiç şüphemiz yok. Cemaat’in değiştiğine, hatalarının farkına vardığına inanmamızı isteyenleri de asla masum, saf bulmuyoruz. Onlar da bu tezgâhtan şu ya da bu oranda nemalananlardır. O yüzden hiçbir Cemaat uzantısının yanında“demokrasi” zırvalarıyla yer almadık/almayacağız!
AKP’nin demokrasi katliamı
Bizim yerimiz AKP’nin antidemokratik, faşizm özentili uygulamalarının karşısıdır. Geldiği günden bu
yana, “Yetmez ama evet”çilerin şaşaalı günleri de dahil, demokratik mücadeleleri baskılayan, emekçilerin ve ezilenlerin değil sermayenin ve ezenlerin yanında duran bir politik hat izledi AKP. 80 yıllık Kemalist baskı rejiminden bıkan halkın değişim istemlerini sömürdü; taleplerini manipüle etti, açılım yalanlarıyla oyaladı ve bu oyuna gelmeyenleri de en ağır şekilde cezalandırdı. Sadece zorunlu olduğunda ileri doğru kimi adımlar attı, onun dışında fıtratı AKP’yi hep geriye doğru çekti.
İktidarlarının ilk dönemlerinde uygulamaya soktukları Terörle Mücadele Kanunu, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu yetmedi, şimdilerde ikinci versiyonlarını piyasaya sürdüler. Yukarıda Cemaat için söylediğimiz tüm anti-demokratik uygulamalar bizzat AKP Hükümeti döneminde yaşandı. Halka karşı suç işleyenler, katiller, ırkçılar, kafatasçılar, insanlık suçu işleyenler, gerçekten darbeciler işledikleri asıl suçlardan dolayı değil, AKP’ye karşı yaptıklarından dolayı yargılandı. Ve bu yargılamalar için açılan torbaların içine yaşla birlikte kuru da atıldı. Kürt yurtseverler ve devrimciler için açılan KCK, Devrimci Karargâh davaları ise karşı devrim yargılamaları şeklinde gerçekleşti. Faili meçhuller, kameralar önünde “kahraman” polis ve askerlerce katledilenler; inancı, siyasi görüşü, etnik kimliği ya da yaşam tarzından dolayı ötekileştirilen, baskılananlar; zorunlu din dersleri, dönüştürülen eğitim sistemi, her an gözetlenen ve müdahale edilen yaşam tarzları, sıradanlaştırılmaya çalışılan asimilasyon hamleleri hep AKP’nin “demokratikleşme” hamleleri.
Sadece demokratik alan değil, ekonomik alan da nasibini alıyor bu yoğun saldırı sürecinden. Resmi işsiz sayısı üç milyonu geçerken gerçek rakam altı milyonu buldu! İşsizlerin büyük bölümünü gençler ve kadınlar oluşturuyor. Ata tuta övünülen büyüme oranları yerlerde sürünüyor. Kölelik ücreti sayılabilecek 891 liralık asgari ücrete yüzde 3 (35 lira) zam düşünülüyor. AKP küresel konjonktürün nimetlerinden yararlanarak ülkeyi borç batağının dibine sürükledi. Cari açıkta rekor üstüne rekor kırıyoruz! Hem devlet, hem özel sektör hem de kredi kartları, ev/ihtiyaç kredileri vasıtasıyla vatandaşlar, karşılayamayacakları borçların altına girmiş durumdalar. Türkiye ekonomisi tarihinin en büyük borç kıskacında sıkıştıkça sıkışırken, “İMF’ye borcu sıfırladık” diye şişiniyor kendini inek sanan kurbağa!
Avantaj dezavantaja dönerse
Kapitalizm, krizini aşabilmek şöyle dursun, her gün yeni bir karmaşanın içerisine sürükleniyor. Azalan kâr oranlarını arttırabilmek, artı değer sömürü pastasında payını büyütebilmek için her türlü gerilim/savaş göze alınıyor. Emperyalist güçler arasındaki rekabet sadece pazarda-piyasada değil, hayatın ve siyasetin her alanında gerilimi yükseltiyor.
Krizden çıkabilmek için yapılan her hamle, suyu yeniden dalgalandırıyor ve yeni alt-üst oluşların önünü açıyor. Pazarı hareketlendirebilmek için piyasaya sürdükleri inanılmaz miktardaki para sadece finans sermayesini büyütüyor. ABD Merkez Bankası (FED) nakit pompalamayı azaltırken, petrol fiyatlarındaki düşüşle birlikte yeni bir krizin eşiğine sürükleniyor. Avrupa Merkez Bankası (EUC) sıfıra yakın faizle dağıttığı Euro’larla piyasalarıhareketlendirmeye çabalıyor ama para üretken yatırıma değil, Türkiye gibi yüksek faizle para toplayan ekonomileri şişirmeye ve paradan para kazanmaya akıyor.
AKP büyük sarsıntılar yaşamış olmasına rağmen, halen siyasal olarak hegemonyasını olmasa da egemenliğini koruyabildiği ve görece istikrarı sürdürebildiği için Türkiye ekonomisine para girişi devam ediyor. Bu akıştaki en ufak tereddüt, yakıtı biten uçak misali Türkiye ekonomisinin hızla yere çakılmasına neden olacaktır.
Kâh İran’la girdiği altın/petrol takası, kâh Avrupa’nın Rusya boykotunu, petrol fiyatlarındaki düşüşü (yani Rusya’nın petrol gelirlerindeki düşüşü) fırsata çevirme uyanıklığıyla AKP yüzünü yer yer Doğuya çevirir gibi yapsa da, Türkiye ekonomisi kılcal damarlarına kadar Avrupa ve Amerika ekonomilerine bağımlıdır. Sadece ekonomik olarak değil, siyasal ve askeri olarak da durum böyle. Son Putin ziyareti kimilerine “Türkiye Batıyla köprüleri atıyor mu?” sorusunu sordurdu. Elbette Türk sermayesine kontrol paneli Washington’da, Brüksel’de olan basit bir ekonomi olarak yaklaşamayız.
Ulaşmış olduğu gelişkinlik verili hareket alanını kendi lehine genişletecek zorlamalar yapmaya imkân tanımakta, yer yer asıl iş ortaklarıyla karşı karşıya gelmekte. Bu ve benzeri durumları kalıcı bir hat değişimi olarak okumak ancak Avrasyacıların hayali olacaktır.
Şah’dı şahbaz oldu
ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşsözcüsü Erdoğan bölgedeki tüm sempatisini yitirmiş durumda. Kendini mağripten maşrığa tüm İslam coğrafyasının halifesi sanan Erdoğan attan düştüğünden beter oldu. Seçim kazanıp da balkona çıkınca ne Şam kalıyordu ne Kahire.
Şimdiyse derler ya “yatacak yeri yok”. İslam coğrafyasına ılımlı İslam’la açılmayı beceremeyen AKP son dönemde bu açılımı radikal İslamcılarla yapmaya çalışıyor. Bölgede ne kadar karanlık güç odağı varsa, ne kadar ırkçı, mezhepçi, dinci (dine inananı değil, dini kullananı kastediyoruz), sömürgeci aparat varsa AKP onun ya kurucusu, ya destekçisi ya da işbirlikçisi durumunda. Suriye’ye müdahale için desteklediği cihatçı çeteler dört yıldır Suriye halklarına kan kusturuyor. Resmi ölü sayısı 200 bin, gerçek rakam 300 bini bulmuş durumda. 6-7 milyon Suriyeli yaşam yerlerini terk etmek zorunda kaldı. Esat’ı zor duruma düşürmek ve hayalini kurdukları tampon bölgeye yerleştirmek için sığınmacı olarak Türkiye’ye getirdikleri milyonlarca insan sefaletin dibini yaşar durumda. Üstüne üstlük, memleketin dört bir yanında ırkçı saldırılara maruz kalmaya başladılar. Kürtlerin başına sarmak için büyüttüğü IŞİD belası kara veba gibi yayıldı Ortadoğu’ya. Aşağılıklarını anlatmaya kelimeler yetmez. Ama orada da AKP’nin oyunu tutmadı.
Kürt halkının örgütlü ve özgürlükçü gücü, IŞİD vebasını önce Şengal’de sonra Kobanê’de durdurdu. Elbette büyük bedeller ödeyerek ve muhteşem bir direniş örgütleyerek. Türk Devletinin kukla Başbakanının ve narsist Cumhurbaşkanının “Yeni Osmanlı” hayalleri, ancak okullara Osmanlıca dersi koyduracak kadar gerçekleşebildi. Eh, o da bir şey!
Mücadele mi müzakere mi?
Asla “Bir karar verin, müzakere mi edeceksiniz, mücadele mi?” yüzeyselliğiyle yaklaşmadık Kürt sorununun demokratik çözüm imkânına, yaklaşmayız da. Davulu sırtında taşıyanlar elbette tokmağı da bildikleri gibi vuracaklar. Bu sürecin çok zorlu, git-gelli, çetrefilli geçeceğini başından beri belirtiyoruz. Şengal ve Kobanê direnişiyle dünya siyasetinde yeni bir düzleme sıçrayan Kürt Özgürlük Hareketi (KÖH) tarihsel birikimini ve konjonktürün imkânlarını en iyi şekilde değerlendirmeye çabalıyor. Bir taraftan Abdullah Öcalan demokratik çözümün önünü açmaya ve bu fikrin Türkiye halkları nezdinde itibar kazanmasını sağlamaya çabalarken, diğer tarafta KÖH kuzeydeki çatışmasızlığı Güney ve Rojava için avantaja çevirmeye çabalıyor. Konsantre olunan misyon söyleme, politikalara ve taktiklere yansıyor. Ama nihayetinde her iki taraf da gerektiğinde özeleştirel davranarak ortak tutumlarını koruyor.
Yine de belirtmek gerekirse, bizim de içinde yer aldığımız siyasi alandaki, AKP’nin sürece yaklaşımına ilişkin umut yaratmayı hedefleyen yaklaşımları problemli buluyoruz. Demokratik çözümden yana olmak, bunun mevcut muhatabının AKP olduğunu bilmek, müzakerenin dostla değil düşmanla yapılacağının farkında olmak, gerçekliği gereksizce eğip bükmenin gerekçesi olamaz. AKP demokratik çözümün önünü açacak parti değildir.
Eğer bir takım adımlar atacaksa, gönüllü olarak değil, Kürt halkının iradesinin basıncı karşısında başka çaresi kalmadığından olacaktır. Kullandığı dil, uyguladığı yöntemler, geliştirdiği yaklaşımlar çözümün değil çözümsüzlüğün, oyalamanın, parçalamanın yöntemleridir. Kürt sorununun demokratik yollardan çözüm imkânı AKP’yle de gelişecek olsa, sonuna kadar arkasında durmaya hazırız. Ama bu konuda somut ve ilerletici adımlar atılmadan da asla AKP’yi çözümün parçası olarak görmeyiz, göstermeyiz.
Üçüncü cephe çok güzel, gelsene
Seçimler ringindeki son raunda az kaldı. Yerel yönetimler ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından milletvekilliği seçimlerine yaklaşıyoruz. Hoş, çözüm sürecinde somut ilerlemeler olmazsa Haziran’da bir seçimin olup olamayacağı, olursa da nasıl bir atmosferde olacağı başka bir muamma. Ama “normal şartlar altında” 2015 Haziran’ında, yeni statükonun var oluşu açısından en kritik seçime gideceğiz. AKP bu seçimlere de kendi sıkletinde rakibi olmaksızın girecek gibi görünüyor. CHP bu haliyle bırakalım AKP’ye rakip olmayı, seçim sürecine kadar bütünlüğünü korumayı bile başarı sayacak durumda.
Ve yüksek olasılıkla CHP’nin “üst aklı” yine “sağdan oy alma” stratejisini izleyecek ve seçimlerde çuvalla-
yacak. MHP, ne uzarım, ne kısalırım modunda dar alanda paslaşmaya devam ediyor zaten. Bu noktada, oyunu tersyüz etmeye henüz gücü yetmese de bozabilecek tek güç HDK/HDP ve onunla birlikte üçüncü cepheyi oluşturacak direniş odakları olabilir.
Mahlasıyla yazarsak Selahattin Erdem geçtiğimiz günlerde yazdığı “ÖDP’ye açık mektup” yazısında genel siyasi durumu uzun uzun analiz ettikten sonra yapılması gerekeni kısaca formüle etmiş: “O halde geriye tek çare ve tüm demokratik güçler için tek doğru tutum ve siyaset kalıyor: Tüm demokratik güçlerin tek çatı altında seçim ittifakı yapması!” Alper Taş bu çağrıya kısa ama önemli bir yanıt verdi. Biz de ÖDP Eş Başkanı Alper Taş’ın Selahattin Erdem’in teklifini samimi ve içten buluşunu “samimi ve içten” buluyoruz. Ve kendisini bu samimiyetin ve içtenliğin gereğini yapmaya davet ediyoruz. Şimdi tam da oyunu bozacak, sistem güçlerini zorlayacak üçüncü cepheyi güçlendirme zamanıdır. HDK/HDP çalışmasıyla başlattığımız ve oldukça ilerlettiğimiz üçüncü cephe inşası, Birleşik Haziran Hareketi olarak toplaşan dostlarımızın, Halkevleri’nin, güçlü ve sürükleyici bir siyasi önderlik arayışındaki Alevilerin, kaygılı sekülerlerin, vicdanlı Müslümanların, sayıları milyonlarla ifade edilen işsizlerin, açlık/yoksulluk sınırı altında yaşayan emekçilerin katılımıyla hayalden gerçeğe dönecek, halklarımız için umut olabilecektir. Bunun formülünün nasıl olabileceği oturulur, tartışılır. Yeter ki niyet bu yönde olsun.
25.12.2015