MUSTAFA DURMUŞ – Diğer Yazıları
Syriza yüzde 36’yı aşan bir oy ve 149 milletvekili alarak birinci parti oldu. Ancak bu onun tek başına iktidar olmasına yetmedi. İki milletvekili daha çıkartabilseydi tek başına iktidar olabilecekti. Aleksis Tsipras’ın Yunanistan Komünist Partisi’nden ayrılan bir kliği temsil ediyor olması ve Yunan Komünist Partisi’nin başından bu yana Syriza ile işbirliği yapmayacağını açıklaması Syriza’nın solda barajı aşan diğer parti olan bu parti ile koalisyon kurmasını önledi. Bunun üzerine yüzde 5’in üzerinde oy alan ve 13 milletvekili çıkartan bir başka parti olan Bağımsız Yunanlılar Partisi ile koalisyon hükümeti kuruldu.
Syriza ve yeni hükümet ile ilgili olarak hem sağ hem de soldan çok sayıda eleştiri yapılıyor. Sağ genelde bu hükümetin ekonomiyi ve ülkeyi batıracağını ilan ederken, solun bir kısmı (özellikle de bir kısım Avrupa solu ve bizde TKP ve HTKP çizgisi) Syriza’yı son tahlilde sisteme hizmet etmekle, sistemin tuzağına düşmekle suçluyorlar. Yani Syriza’yı eleştirirken, ekonomik sorunları çözemeyeceği ve daha da derinleştirerek daha da kötüleştireceği konularında hem sağ hem de bir kısım sol ağız birliği yapmış durumda. Öyle ki K. Boratav Hoca da soldan gelen bu eleştirileri destekleyen ve başarısızlığa düşmesini adeta kaçınılmaz olarak gördüğü Syriza’nın solun geleceğini olumsuz etkileyeceğini, mealen ileri sürüyor.
Diğer taraftan Syriza radikal bir sosyalist parti olmaktan ziyade, ılımlı politikaları ve yaklaşımlarıyla geniş halk kitlelerinin desteğini alabilen, ama aynı zamanda da taahhüt ettiği programı ve bileşenleri itibariyle de radikalleşme dinamiklerine sahip bulunan bir partidir.
Bu seçimler ise hem Yunanistan hem de Avrupa halkları açısından tarihsel bir öneme sahiptir. Zira 2008 krizinden bu yana Yunanistan başta olmak üzere, özellikle Avrupa’nın Güneyinde yer alan Portekiz, ispanya ve İtalya gibi ülkeler, iktisadi krizin ve bunu fırsat bilen uluslararası finans kapitalin tetikçisi konumundaki Troyka’nın pençesi altındalar.
Yunanistan’a Troyka tarafından şu ana kadar 250 milyar avroluk bir sözde kurtarma paketi sunuldu. Ancak bu paralarla Yunan halkı değil, öncelikle alacaklı konumundaki Alman ve Fransız bankaları kurtarıldı. Bu paketin karşılığında ise Yunan halkı şu ana kadar görmediği ölçekte kemerlerini sıkmak zorunda bırakıldı. Yine de bu politikalar işe yaramadı ve Yunanistan bu süreçte giderek ekonomik ve sosyal yönden daha çok çökertildi. Öyle ki kamusal dış borçlarının tutarı 317 milyar avroyu buldu ( GSYH’nin % 175’i). İşsizlik genelde yüzde 25 olurken, gençler arasındaki işsizlik yüzde 50’yi aştı. Yunanistan, 1930’ların Büyük Depresyonundan sonra ekonomisi yüzde 25 oranında küçülen ilk ve tek ülkesi oldu. Ücretler düşürülürken, emekliler, emeklilik yaşı uzatılırken, gelirlerinin de yüzde 40’ını kaybettiler. İşsizlik ve yoksulluk öyle bir aşamaya geldi ki intiharlar patladı, bazı ciddi hastalıklar önemli ölçüde arttı.
Böyle bir ekonomik ve sosyal çöküşün, işçi sınıfının ve onun sınıfsal müttefiklerinin Syriza gibi örgütlü olmadığı ülkelerde faşizm benzeri karşı devrimlerle sonuçlandığını tarih bize defalarca gösterdi. Bu anlamda Syriza sadece solun, emekçi halkların Troyka’ya, yerli ve uluslar arası egemenlere karşı bir zaferi değil, aynı zamanda “neo demokrasi” adı altında otoriterliği savunan ve seçimden ikinci parti olarak çıkan Yeni Demokrasi Partisi’nin (yüzde 27,8; 76 milletvekili) ve faşist Altın Şafak Partisi’nin yükselişinin önünün kesildiği bir seçimdir. Bu seçim aynı zamanda başta İspanya olmak üzere önümüzdeki aylar içinde seçime gidecek ülkelerde Syriza benzeri partilere ve oluşumlara büyük moral veren, halkın bu tür partilere yönelimini artıran bir seçim olmuştur.
Troyka’nın ve uluslar arası medyanın endişesi ve kızgınlığının temel nedeni de, bulaşma etkisine sahip bulunan bu gelişmelerdir. Öyle ki Bild Zeitung gibi gazeteler Aleksis Tsipras’ı “avronun şrek”i ya da “avronun ucubesi” olarak nitelendirebildiler. Diğer taraftan Sinn Fein Başkanı G. Adams, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın da başını çektiği çok sayıda emek ve demokrasiden yana parti seçim sonuçlarını alkışladı ve Syriza’yı gönderdikleri mesajlarla kutladı.
Yeni hükümetin olası maliye bakanı Prof. Yanis Varufakis yaptığı açıklamada üç önceliklerinin olacağını vurguladı: İnsani krizi (asıl olarak yoksulluk ve işsizlik kastediliyor) sonlandırmak, oligarşiyi geriletmek ve avro bölgesi hükümetleri ile mevcut ekonomi politikalarını masaya yatırarak yeniden gözden geçirmek. Syriza lideri yeni başbakan Aleksis Tsipras bugün yaptığı açıklama ile kemer sıkma denilen felakete artık son vereceklerinin ve yeni hükümetin politikalarının asıl olarak umudu daha da yükseltmek, dayanışma ve işbirliği temelinde şekilleneceğinin altını çizdi.
Kuşkusuz Yunanistan’da asıl mücadele yeni başlıyor. Hükümetin bir koalisyon hükümeti olması ve küçük de olsa ortağın sağcı bir parti olması sorun yaratacaktır. Her ne kadar bu parti de kemer sıkmaya son verilmesini savunuyorsa da demokrasi, özgürlükler, göçmenler vb konularında nasıl bir orta yol bulunacağı sıkıntılı konuların başında geliyor.
Keza yerli ve uluslararası güçler (ki bunların içinde Troyka en büyük tehdidi oluşturuyor) rahat durmayacaktır. Sermaye çıkışlarının ya da bankalara hücumların örgütlenmesi gibi yollara başvurmaları söz konusu olabilir. Ama bu çevreler 2012 yılında olduğu gibi açıktan bir saldırı yapmaktansa, Syriza’yı iktidarda başarısızlığa uğratmak yolunu seçebilirler. Bu seçkin egemenler özellikle kemer sıkmanın ve sıkı maliye politikalarının sürmesini istiyorlar. Troyka’nın elindeki en büyük silah ise Yunanistan’ın dış borçları. Sadece 317 milyar avroluk stok borç değil, aynı zamanda bu yıl Mart ayında ödenmesi gereken 4,3 milyar avroluk ve Temmuz ve Ağustos’ta ödenmesi gereken 6 milyar avroluk bir dış borç taksiti var. Hollanda maliye bakanı ise borç indirimine hiç sıcak bakmadıklarını açıkladı.
Diğer taraftan yılda küresel finans piyasalarına, bankacılık sektörüne döviz manipülasyonları, libor-faiz manipülasyonları ve açığa satışlar yüzünden kesilen cezanın toplamı 300 milyar doları buluyor. Yani Yunanistan’ın olasılık dahilinde olmayan bir temerrüt halindeki riski kadar sistemin kendi manipülatif-spekülatif uygulamaları yüzünden kesilen cezalar mevcut. Buna rağmen Yunan halkı seçim öncesinde olduğu gibi hala bir borç temerrüdü ile korkutuluyor. Manipülasyonlardan haberdar olmayan Avrupalı, özellikle de Alman vergi mükellefleri de aynı şekilde Syriza Hükümetine karşı kışkırtılıyor.
Üçüncü bir risk, parti yönetimi ile Syriza’yı iktidara taşımış olan sokak hareketi ve muhalefetinin şu ana kadar sağlanmış olan birlikteliğinin, bazı denge uygulamaları nedeniyle sürdürülememesi biçiminde ortaya çıkabilir. Yani parti içinden kaynaklanan sorunlar da gündeme gelebilir. Bu nedenle de mücadelenin parti içinde de süreceğinin unutulmaması ve ittifakın bozulmaması için dengenin nasıl korunacağının iyi hesaplanması gerekiyor.
Syriza bundan böyle mücadeleyi, iktidar olmanın olanaklarını da kullanarak, şu temel program ve politikalar ışığında sürdürülebilir:
(i) Kamu dış borç sorunu emekten yana çözülebilir. Zira özellikle de Yunanistan’ın dış borçlarının büyük bir kısmı yasal ya da etik olmayan borçlardan oluşmaktadır. Asıl olarak Alman ve Fransız bankalarının tefeci faiz kredileriyle ve silah alımları için kullanılan krediler bu borçların nedenidir. Bu nedenle de bu borçlar reddedilebilir. Nitekim Syriza’nın programının içinde bu talep mevcuttur. Geçmişte Arjantin ve Ekvator bunu gerçekleştirmiştir. Londra anlaşması ile 2. Paylaşım Savaşı sonrasında Almanya’nın borçlarının % 62’si silinirken, borç servisi oranı maksimum % 5’te tutularak, Alman ekonomisinin büyümesi sağlanabilmiştir. Bunlar bugün de yapılabilir. Nitekim Yunanistan’ın yanı sıra diğer ağır dış borçlu Avrupa ülkelerinin benzer sol güçleri programlarında bu tür taleplere yer vermektedirler.
(ii) Kamu bütçesi halkın ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanılabilir. Nitekim Tsipras yoksullukla acil mücadele için 2 milyar avroluk bir kaynak kullanacaklarını açıkladı. Bunların dışında özelleştirmeler geri çağrılarak gerçek kamulaştırmalara gidilebilir, ekonomi demokratik bir biçimde yeniden planlanabilir ve yapılacak düzenlemeler (çalışma saatlerinin düşürülmesi vb) ve yeni kamusal yatırımlarla işsizlik azaltılabilir.
Bu önlemler kulağa reformist önlemler gibi gelebilir. Nitekim Yunanistan Komünist Partisi gibi partiler olaya böyle bakıyorlar ve Syriza’yı en hafifinden sistemin tuzağına düşmekle suçluyorlar. Ama onların da, soyut söylemlerinin dışında, kemer sıkma, açlık, yoksulluk, borç, işsizlik ve faşizm tuzağı karşısında Syriza’ya yönelen geniş yığınların önüne koydukları somut alternatifleri mevcut değil.
Gün enternasyonalist dayanışmayı göstermenin günüdür. Kobane’nin de IŞİD’den özgürleştiği bir anda, umudu daha da yükseltmenin ve bunu başta Avrupa ve Orta Doğu olmak üzere tüm bölgeye yaymanın zamanıdır. Syriza’yı, İspanya’da Podemos’un izleyeceği ve bu yıl sadece Avrupa’da altı genel seçimin ve Türkiye’de de bir genel seçimin yapılacağı unutulmamalıdır. Thatcher’in TİNA’sı nın (cadı 1979 yılında kapitalist piyasalardan başka bir seçeneğin olmadığını söylemişti) gerçek olmadığının bir kez daha ortaya çıktığı gündür.
Syriza ve Yunanistan seçimleri bir başka seçeneğin önünü açabilecek bir gelişmedir. Ama partinin kendisinin de bir koalisyon olduğu ve kendi iç çelişkilerinin bulunduğu, yani sınıf mücadelesinin onun içinde de yaşanacağı unutulmamalı, örgütlü işçiler ve emekçiler yeni hükümeti her biçimde denetlemenin yollarını aramalı, bulmalı ve bu denetimden asla vazgeçmemelidir.
Gelin biz de Yunan halkının zaferinin tadını çıkartalım ve ipin üstündeki cambazın düşmesini değil, cambazın ipi sonuna kadar geçmesini dileyelim.