Uygur meselesine dair sol içerisinde iki temel sorunlu yaklaşım var. İlki, tipik batılı liberal ya da muhafazakâr bakış açısıyla örtüşen Çin’deki “komünist tiranlığın” Uygur halkına her türlü zalimliği yaptığı, diğeri ise meseleye dair ortalıkta dolaşan korkunç suçlamaların hepsinin komünizme saldırmak için uydurulan kara propagandanın parçası olduğunu söyleyen yaklaşım. Öncelikle şunu söyleyelim: İlk yaklaşım “batı demokrasisinin” sömürgeciliğini ve sömürgelerde işlediği kanlı suçlarının görmezden gelinmesiyle Çin meselesinde yanyana düşerken, ikincisi ise devrimci olarak yola çıkan bazılarının komünizme laf ettirmemek adına her türlü yanlışın gerekli olduğuna dair bir sebep, bir keramet bulan ve “komünizm softalarına” dönüşenlerle ağız birliği yapıyor.
Çin’i eleştirmek ve kapitalist blokun kendi çıkar savaşında ürettiği propaganda gemisine binmek nasıl başka şeyler ise, komünizmi savunmak ve ‘kendine komünist diyen bir ülke ne yapıyorsa doğrudur’ demek de başka şeylerdir.
Sincan bölgesinde tam olarak ne olduğuna dair kimsenin fikri olmadığı kesin, keza büyük bir sansür ve kontrol mekanizması işletiliyor. Fakat bu, o bölgede ne bir zulüm mekanizması işletilmediğini ne de batı kapitalizminin anlattığı gibi hergün insanların öldürüldüğü ve organlarının dahi satıldığı bir vahşet sarmalı olduğunu gösterir. Ancak şurası kesin; anlatıldığı gibi bir durumda batı kapitalizmi bu fırsatı asla kaçırmaz, Uygur halkının kanı üzerinden çoktan Çin’le kârlı bir pazarlık masasına otururdu.
Peki yaşananlara dair ne biliyoruz? Çin’in bir gelenek olarak sürdürdüğü (Falungong inancının takipçilerine ve Tibetlilere) ve Uygurlulara da uyguladığı bir baskı sistematiği var. Tutuklama, gözetleme ve yeniden eğitme. İktidara tehdit olarak görülenler, bir gözetleme ve tutuklama saldırısı altında tutuldukları yerlerde (kamplarda ya da hapishanelerde) resmi devlet ideolojisine uygun şekilde “eğitiliyorlar”. İdeolojik eğitim teorik derslerden, yemek alabilmek için marşlar okumaya, dayağa eşlik eden soru-cevap seanslarına kadar 12 Eylül darbesinden bizlere tanıdık bir seri fiziki-psikolojik işkenceyi içeriyor.
Peki Çin neden Sincan bölgesine saldırıyor?
Bunun, biri tarihsel biri güncel olmak üzere iki sebebi var. Çin’in “Uygur sorunu” 1750’lerden itibaren Çin hanedanlığının bölgeyi işgaliyle başlıyor. Daha sonralarında bir seri İslami ayaklanma iktidarı sallasa da esas olarak bir başarı sağlayamıyor. 1912’de Qing hanedanlığı asker-aydın sınıfı tarafından devrilip Çin Cumhuriyeti kurulduğunda, Uygur dili resmi dil olarak tanınıyor ve kurulan Çin hükümetinde Uygurlar için otonomi mücadelesi süreci başlıyor. Bu mücadeleye çok farklı bir motivasyonla da olsa Sovyetler Birliği’nden başka destek veren çıkmıyor. Bu dönemde bölgede hakimiyetini artırmak ve özellikle de İslam dünyasında yayılan bir devrim dalgasını başlatmak için Sovyetler, Uygur mücadelesine destek çıkıyor. Ama daha sonrasında Sovyetlerin bölgeye dair genel stratejisi, Uygurlarla gerçek bir dayanışma göstermekten daha ağır basıyor. 1930’da geniş çaplı bir isyan sonrası Kaşgar bölgesinde Doğu Türkistan Cumhuriyeti kuruluyor. Sovyetler Çin yönetiminden yana taraf alıp, isyanın bastırılmasına yardım ediyor. 1940’lara gelindiğinde Stalin, Sincan bölgesinin batısında bu sefer bir isyana yeşil ışık yakıyor ve Sovyet çizgisinde nispeten seküler Uygur milliyetçisi İkinci Doğu Türkistan Cumhuriyeti kuruluyor. Ama onun da kaderi 1949 devrimi sonrası Mao’dan otonomi sözü alması sonrası ordunun Sincan bölgesine girmesine izin vermesiyle ilkinden farklı olmuyor.
1990’lara kadar böyle bir seri gelgitli mücadele devam ediyor. 90’ların sonlarına doğru bazı üyelerinin El Kaide’ye ve IŞİD’e de katıldığını bildiğimiz Doğu Türkistan İslam Hareketi gibi silahlı örgütlenmeler, Pekin Olimpiyatları da dahil olmak üzere bir dizi hedefe saldırı düzenliyor. Fakat Çin devletinin anlattığı ölçekte bir saldırı dalgası yok.
Amerika’daki 11 Eylül saldırılarından sonra Çin de Amerika’nın ortaya attığı “terörle mücadele (war on terror)” doktrinini benimsiyor ve Sincan bölgesi bugün bahsi geçen şiddet-baskı sarmalının içerisine giriyor. Bugün tahmini rakamlara göre 1,5 milyonu aşkın Uygur Türkü bu kamplarda, çocuklarının çoğunluğu ise bir çeşit ev hapsinde tutuluyorlar.
Eğer bu kadar büyük bir tehdit yoksa, Çin neden bu kadar insanı hapsetmek ve gözetlemek için bu kadar zahmete gidiyor o zaman?
Bir Kuşak, Bir Yol projesi
Sincan bölgesi zengin petrol ve mineral rezervlerine sahip olmasının yanı sıra, Çin’in en büyük doğalgaz üretilen bölgesi. Fakat bugünkü baskının çok daha önemli başka bir boyutu daha var: “Bir Kuşak, Bir Yol projesi”.
Çin’in bu “çılgın projesi” dünya GSMH’nın %42’sini, dünya nüfusunun %64’ünü ve enerji kaynaklarının %74’ünü elinde bulunduran 69 ülkeyi kapsayan ulaşım, enerji ve telekomünikasyon ağlarının kurulmasını kapsıyor. Planlanan, Avrupa’da Hollanda’ya, Afrika’da Kenya’ya ve Pasifik’te Endonezya’ya kadar uzanan bir modern ipek yolu kurmak.
Bu projenin batı ucunda Çin’den Afrika’ya, Avrupa’ya ve Rusya’ya gidecek yolların tamamı Sincan bölgesinden geçiyor ve burada birbirinden ayrılıyorlar. Yani Sincan bölgesi lojistik olarak Çin içerisindeki en önemli durak. Tabi ki, tarihin en büyük kapitalist projelerinden birine kalkışan Çin’in bölgenin Uygur ayaklanmalarıyla “istikrarsızlaşmasına” göz yumacağını düşünmek saflık olacaktır.
Son söz, Çin’in bir sosyalist için eleştirelecek yönü saymakla bitmez. Komünist adı altında dünyanın sayılı zenginlerini yaratan vahşi bir sömürü düzenini işleten, işçi sınıfının öz-örgütlüğünün neredeyse tamanını ezip devlet güdümlü sendikalara zorla üye eden, Afrika’da günümüzün kılıfına uydurulmuş sömürgecilik çalışmaları yürüten bir Çin var karşımızda. Fakat, Çin’i eleştirmek adına Batı kapitalizminin kendi sömürü çarkı içerisinde bulunmayan rakiplerine karşı insan hakları savunusu ve toplumsal hareketlere demokratik destek adı altında yürüttüğü “yumuşak güç” savaşının kuyruğuna takılmak bambaşka bir savrulmaya sebep oluyor. Diğer bir yandan ise, Çin’e “bizim oğlan” muamelesi yaparak bayrağındaki kızıla kanıp gözümüzün önündeki gerçekliği görmemek de sosyalistlerin uzun zamandır taşıdıkları ve artık kurtulmaları gereken hastalıklarından birine işaret ediyor.
(AVRUPAFORUM)