İş cinayetlerinin Soma katliamı ile ayyuka çıkması sonucu hükümet, yaz aylarında meclise bir torba yasa getirmiş, her zaman olduğu gibi ilgili ilgisiz pek çok konuyu da bu torbanın içine atmıştı. 6356 sayılı bu yasanın meclisten geçmesi ve Cumhurbaşkanı’nın onaylaması üzerine CHP torbada yer alan hükümlerin bir kısmını, Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesi ile Anayasa Mahkemesine götürmüştü.
Anayasa Mahkemesi geçtiğimiz günlerde bu müracaatı kısmen haklı görmüş ve işçilere yapılan bazı haksızlıkları iptal etmişti. Bunlar arasında en çok, 30 işçi ve 6 aylık kıdem şartının sendikal nedenlerle açılan işe iade davalarında aranmaması gerektiği ve bankacılık hizmetleri ve şehir içi toplu taşıma hizmetlerinde grev ve lokavt yasaklarının kaldırılması kamuoyunda yankı bulmuştu.
Buna karşın mahkeme, işkolu barajının %1’e inmesine yönelik değişiklik yapılması nedeniyle “karar verilmesine yer olmadığı” şeklinde karar verdi. Yapılan değişiklik sendikaların toplu iş sözleşmesi yapması için gerekli üye sayıları ile ilgili. 2012’de yürürlüğe giren Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu geçici 6. maddesine göre işkolu barajı, Ekonomik Sosyal Konsey (ESK) üyesi konfederasyonlara üye sendikalar için 2016 yılına kadar %1, 2016-18 yılları arası %2 ve sonrası yıllar için %3 olarak belirlenmişti.
İşte meclisten geçen Torba Yasa bu oranların artmasını yürürlükten kaldırmış ve ESK üyesi Türk-İş, Hak-İş ve DİSK için bu oranların %1’de kalmasını karar altına almıştı. Baraj nedeni ile yetki kaybetme derdine düşen sendikalar, barajın tümünün kaldırılması için mücadele etmek yerine günü kurtarmak için barajın yükseltilmemesini istemişler, hükümet ise fare ile oynayan kedi misali bunu kabul etmişti.
Barajın yükselmemesi elbette olumlu. Bu nedenle ESK sendikaları sevinmekte haklılar, ama bunu kamuoyu ile paylaşmak, hele bir başarı gibi lanse etmek istemiyorlar. Çünkü bu değişiklik ülkemizi sendikal ayrımcılık konusunda ‘örnek ülke’ konumuna getirmiş durumda. Koskoca sendikalar kendileri için %1 barajı isterken, ESK’lı olmayan sendikalar için %3 barajının devam etmesine ses çıkarmadılar.
Anayasa Mahkemesi de durumun ‘Anayasa’ya uygun olduğunu söylüyor. Artık resmen ülkemizde ESK üyesi sendikalar ‘kayrılan sendika’. Oysa sendikal hakların kullanılmasında yaratılan bu ayrımcılığın, Anayasa’nın ve hukukun “eşitlik ilkesine” aykırı olduğu açıktır. Kanunla getirilen bu düzenlemeye, gerek 87 ve 98 sayılı ILO sözleşmeleri ve gerekse Anayasa’nın 90. maddesi gereği ESK’lı olmayan sendikaların itiraz etmeleri bir gerekliliktir. İç hukuk yolları bu konuda açıktır. AİHM’ne yapılacak müracaatın da olumlu sonuçlanacağı bellidir.
Türkiye sadece iş güvensizliğinde Avrupa birincisi değil, ama aynı zamanda bu son uygulamalarla sendikal haklar alanındaki yetersizlikleri ve ayrımcılık durumuylada ilk sırada yer almaktadır.
Kuşkusuz Ekonomik Sosyal Konsey üyesi bir konfederasyonda olmayan sendikalar bu yeni durum karşısında konumlarını bir kez daha gözden geçirmelidirler. Bu durum tek görevini toplu iş sözleşmesi yapmak olarak tanımlayan düzen sendikacılığına alternatif yaratma imkanını da ortaya çıkarmaktır.
İşçi sınıfının doğuşu ile ortaya çıkan çeşitli işçi kurumları zaman içerisinde tek tip sendikacılığa evrimleşti. Elbette sendikaların en önemli mücadele araçlarından biri toplu iş sözleşmesidir. Ancak sınıfın tek ihtiyacı bu değildir. Her şeyden önce sınıfın haklarını koruyacak değişik öz savunma kurumlarını oluşturmak yeniden acil bir görev olarak karşımızda durmaktadır.
Daha da ötesi üretimin nasıl olması gerektiğini düzenleyecek, kontrol edecek kurumların da geleceğin toplumu için yaratılması gereklidir. Kısacası ‘demokratik ekonomi’nin yaratılması için işçi sınıfının da kurumlaşması görevi kendini dayatıyor. Düzen bize kendi sendikal anlayışını dayatıyor, biz de kendi sendikal düzenimizi yaratma görevine talip olmalıyız.
Bu yazı Sodap.org sitesinden alınmıştır.