Bugüne kadar izlediğimiz II. Dünya Savaşı konulu filmleri şöyle bir gözden geçirelim. Başarılı ya da başarısız bulduğumuz bu yapımların kaçında Sovyetler Birliği’nin Nazi Almanyası ile savaşını gördük, kaçında ABD ya da İngiltere gibi Müttefik güçler baş roldeydi?
Hadi filmleri bir kenara koyalım, Hollywood gibi çoğunlukla ABD merkezli bir endüstri olan bilgisayar oyunlarını düşünelim: Sıradan bir Kızıl Ordu eri olan Vasili’nin hikayesini oynadığımız Call of Duty II hariç kaç kez savaşın Doğu Cephesi karşımıza çıktı? Sovyetler’i de öcü olarak işleyen oyunları ya da filmleri bir tarafa koyacak olursak eğer geriye bir elin parmağını geçmeyen yapım kalıyor.
Peki gerçek ne? Nazi Almanya’sını alt eden asli güç kimdi? ABD, filmlerde ya da oyunlarda olduğu gibi büyük bedeller ödedi mi? Washington’un kurgusal anlatısı, tarihi ne ölçüde bulandırıyor? İnsanlar savaşı kimin kazandığını düşünüyor?
Tersten soru: Kayıplar
Bu soruları çeşitli açılardan değerlendirebiliriz. Mesela faşizmin ortaya çıktığı dönemlerde hangi ülkelerin ‘komünizm tehdidini’ gerekçe göstererek örtülü-örtüsüz destek verdiğini konuşabiliriz. Ya da savaş sonrasında Federal Almanya başta olmak üzere Nazi artıklarına yine aynı ‘tehdit’ öne sürülerek hükümette ve orduda ne gibi alanlar açıldığı da incelenebilir.
Fakat doğrudan II. Dünya Savaşı’na dair veriler üzerinden gidersek eğer, ne kadar farklı açıdan bakarsak bakalım değişmeyecek bir tablo ile karşılaşıyoruz. Bu doğrultuda savaş süresince ödenen bedelleri yeniden hatırlayarak başlayabiliriz. Zira savaşta verilen insani ve maddi kayıpların ülkelere dağılımını incelediğimizde çok net bir fark göze çarpıyor.
Her şeyden önce savaşın asıl yaşandığı yerin Doğu Cephesi olduğunu görüyoruz. Nazi Almanyası’nın savaş boyunca verdiği kayıpların yüzde 80’den fazlası Moskova’ya doğru ilerledikleri bu cephede yaşanır. Sovyetler Birliği’nin verdiği kayıplarda ise durum çok daha vahimdir. Toplam 30 milyon civarında insanını kaybeden Sovyetler, aynı zamanda ülkenin asıl merkezi sayılabilecek batı bölgelerinde tedavisi çok zor yaralar alır. Bırakın sanayisini, şehirler, köyler, kasabalar haritadan silinir.
Daha net ifade etmek gerekirse aşağıda savaş süresince cephelere göre tarafların verdiği kayıplar gösteriliyor. Batı ve Akdeniz Cephelerine kıyasla Doğu’da verilen savaşın ‘asıl savaş’ olduğu tartışmaya yer bırakmaksızın görülüyor. Sovyetler yaklaşık 10 milyon 600 bin askeri kayıp verir. Doğudaki Yugoslavya ve Polonya gibi müttefiklerle birlikte bu sayı 11 milyon 280 bine çıkar. Batı ve Akdeniz cephelerindeki Müttefik güçler ise toplam 930 bin kayıp verirler. İngiltere 370 bin, Fransa 220 bin ve ABD sadece 180 bin askerini kaybeder. Naziler ve müttefikleri için de durum çok farklı değildir. Her ne kadar Doğu Cephesi’nde Sovyetler’den görece daha az yara alsalar da en zorlu çatışmaları burada yaşadıkları rakamlara yansıyor. Naziler ve müttefikleri Doğu Cephesinde toplam 5 milyon 480 bin askeri kayıp verir, Batı ve Akdeniz Cephesinde ise bu rakam 830 bin ile sınırlıdır.

ABD’nin Pasifik Cephesi’nde de savaştığını hatırlatacak olanlar olabilir. Ancak burada da verdikleri askeri kayıplar 230 bin civarında.

Kayıplar ön plana çıksa da konuşlandırılan askeri birliklerin cephelere göre oranı üzerine yapılan bir çalışma da aynı sonuca varmamızı sağlıyor. Savaştaki tarafların Avrupa’da 1944 yılı itibarıyla konuşlandırdıkları asker sayıları kıyaslandığında yine Doğu Cephesi’nin ağırlığını koyduğunu görüyoruz.

Farklı kaynaklardan da doğrulayabileceğimiz üzere, Sovyetler Birliği’nin savaş sürecinde sivil kayıplarda da diğer taraflara oranla çok daha büyük zarar gördüğünü söyleyebiliyoruz. Tam rakamı bulmak imkansız, ancak savaş boyunca Sovyetler Birliği’nde 16 ila 20 milyon sivilin öldüğü belirtiliyor. Buna neredeyse 11 milyonluk askeri kayıpları da eklediğiniz zaman, 1940 yılındaki ülke nüfusunun yüzde 13.7’si savaşta ölmüş demek. Cephenin en sıcak çatışmalarının yaşandığı Belarus ve Ukrayna gibi Sovyet cumhuriyetlerinde ise bu oran çok daha yükseklere çıkıyor. Örneğin Belarus nüfusunun yüzde 25’ten fazlası yaşamını yitirir: Her 4 kişiden biri…

Değişen fikirler
Gelelim asıl sorumuza, Nazileri kimin mağlup ettiği sorusuna verilen yanıtlarda yaşanan değişime: ABD merkezli doğrudan ve dolaylı propaganda ile birlikte bugün dünya kamuoyunun büyük bir bölümü, savaşa 1941 yılının son günlerinde dahil olan ABD’nin Nazileri mağlup eden asli güç olduğunu düşünüyor. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere tüm Avrupa’nın kan kaybetmesini sabırla bekleyen ABD’nin bu savaştan sonra yaşlı kıtadaki güçleri sollayarak patronluk koltuğuna oturması bir tesadüf olmasa gerek. ABD’nin neredeyse sıyrık almadan savaştan çıkışı ve Sovyetler’in ödediği bedeller bize Nazileri asıl kimin mağlup ettiğini gösteriyor.
Fakat son zamanlarda sık sık karşımıza çıkan araştırmalar bize sadece bu algıdaki çarpıklığı göstermiyor, aynı zamanda zaman içerisinde yaşanan değişimi gözler önüne seriyor.
En bilinen araştırma ile başlamak gerekirse Fransa’da Mayıs 1945’ten bugüne kadar düzenli aralıklarla (1945, 1994, 2004, 2015) yapılan bir anketi ele alabiliriz. Yıllar içerisinde yinelenen “Sizce hangi ülke 1945 yılında Almanya’nın mağlup edilmesine daha fazla katkıda bulundu?” sorusuna verilen yanıtlar, çok değil 50-60 yıl içerisinde tepetaklak değişir. Savaşın hemen ardından Fransızların yüzde 57’si Sovyetler Birliği’nin asli katkısını işaret ederken 2004’e geldiğimizde aynı Fransızlar -hadi bilemediniz onların çocukları- yüzde 58 ile ABD’nin en büyük rolü oynadığını düşünmektedir. En büyük payın Sovyetler’e ait olduğunu düşünenlerin sayısı düzenli olarak düşer. Ancak bu zincir üç puanlık küçük değişimle 2015 yılında kırılır. Yine de genel itibarıyla tablo, ABD lehine bir görüntü sunuyor.

Fakat bu değişim pek kafamızı karıştırmasın. Başka araştırmalar, Fransa’daki kamuoyunun düşüncelerinde 2024 yılı itibarıyla Sovyetler’in payını daha da düşürüyor. Fransa’da geçtiğimiz yıl yapılan araştırmada, katılımcıların sadece yüzde 17 “Sovyetler Birliği” yanıtını verir. Bu araştırmada aynı soruya İngiltere’de, ABD’de ve Almanya’da verilen yanıtlar da yer alıyor. Her ülkede kendi lehlerine direksiyonu kırsalar da aşağı yukarı benzer bir tablo var. Sadece Almanya burada dikkat çekici. Zira Almanlara göre Sovyetler Birliği ile ABD’nin katkısı hemen hemen aynı. Sovyetler’le doğrudan karşı karşıya gelinen bir ülkede hafızanın tahribata uğraması diğer ülkelerdeki kadar kolay olmamış anlaşılan.

İskandinavya ülkelerini de kapsayarak yapılan 2015 tarihli araştırmada da sonuç pek değişmiyor. Tarihsel olarak Rusya ile daha yakın ilişkileri bulunan Finlandiya’da görece yüzde 24’lük bir Sovyetler Birliği oranına rastlıyoruz. Onun haricinde kayda değer başka bir detay yok.

Bedel, zafer midir?
Tüm bunlar bize ne anlatıyor?
Bahsettiğimiz anketlerin birer ‘kamuoyu yoklaması’ olduğunu unutmamak lazım. Bugün hangi kaynakları kullanırsak kullanalım yapacağımız en dar bir araştırmada bile Nazi Almanyası’nı deviren birincil gücün Moskova olduğunu görebiliriz. En antikomünist kuramcılar bile olsa olsa “Müttefik yardımı olmasa kazanamazlardı” diyebiliyorlar. Yani ortada ‘tarihsel’ bir tez sorunu yok, aşınan bir algı, çalınan bir hegemonya sorunu var.
Diğer yandan amacımız cenazeleri terazilere koyarak hesaplar çıkartmak da değil. Ancak ustaca ve kasıtlı olarak işlenen çarpık bir tarih anlatısıyla Sovyetler Birliği’nin ve diğer tüm komünistlerin verdiği kanlı ve yıkıcı bir mücadelenin hakkı yeniyorsa geriye başka bir çare kalmıyor.
Peki bedel ödemek doğrudan ‘zafer’ mi demektir? Ya da sade bir şekilde, ‘bedel’ ne demek? Sivil ya da askeri kayıp demek, öleceklerini bile bile savaşmışlar, ya da onlara savaşmak dışında başka bir çare bırakılmamış demek. Kandan, yaşamdan öte bedel mi var ödenecek? Tüm bu bedellerle birlikte Berlin’e kızıl bayrak dikildiyse eğer, evet karşımızda tertemiz bir zafer var demektir.
O sebeple 9 Mayıs günü, aradan geçen 80 yıldan sonra savaşı gerçekte kimin neye karşı kazandığını hatırlamak için doğru bir zaman.