‘Bobby Sands, IRA ve Açlık Grevi’ kitabının yazarı Prof. Dr. Denis O’Hearn’a cezaevlerinde uygulanan tecrit yöntemlerini ve bunların mahpuslar üzerindeki etkilerini sorduk.
(Denis O’Hearn 1970’ler ve 2000’li yıllar arasında Belfast’ta üniversite öğretim üyeliği yaparken aktif mücadelenin içinde yer aldı. Halen Binghamton Üniversitesi’nde (New York) sosyoloji profesörü olarak görev yapmaktadır.)
Röportaj: İsa Artar
Türkiye’deki F Tipi cezaevlerinin kapitalist dünyadaki cezaevi konseptiyle ilişkisi nedir? Dünyada buna benzer uygulamalar var mı?
-Tecriti aşırı şekilde kullanan üç ülke var. Birincisi İngiltere, bu ülkedeki H tipi cezaevleri. İkincisi ABD ve bu ülkedeki Supermax’ler. 1983’te Amerika’da Supermax denilen cezaevlerinin ortaya çıkışı şöyle oluyor: Bir olay yaşanıyor, iki gardiyan beyaz bir mahpus tarafından öldürülüyor, yönetim de bunu bahane ederek cezaevlerine giriş çıkışları tamamen kapatıyor. Birkaç yıl boyunca bu durum sürüyor. Bunu takiben California ve başka bir takım eyaletlerde yüksek güvenlikli cezaevi fikri ortaya çıkıyor. Dolayısıyla şu an Amerika’da 35 ilâ 50 eyalette Supermax’ler var. Supermax’te genelde mahpuslar birer kişilik hücrelerde tutulur, 2’ye 3 metrekare alanda. Hücrede 23 saat boyunca kalıyorlar, günde 1 saat avluya çıkma hakları var. Ancak bu saati de tek başlarına geçiriyorlar. Dolayısıyla kimseyle iletişime geçemiyorlar. Bu yıllar boyunca devam edebiliyor. Bu şekilde tutulan mahpuslar genelde “beterin beteri” olarak adlandırılan mahpuslardır. Bazıları diğer mahpuslara veya gardiyanlara karşı şiddet uygulamış kişiler olabiliyor, ancak birçoğunun tecrite konmasının sebebi hapishane içinde dayanışma sergilemeleri. Birçoğu hapishane içerisinde kendilerini hukuki anlamda yetiştiren insanlar. Diğer mahkumlara da dilekçe konusunda yardımcı oluyorlar, hukuki olarak kendi davaları hakkında bilgi veriyorlar. Dolayısıyla da cezaevi yönetimi bu durumdan rahatsız oluyor.
Diğerleri ise cezaevi içinde çete üyesi ya da yöneticisi olmakla suçlanıyor. Burada tabii çete kavramı çok belirsiz bir kavram. Belirgin bir yapıya sahip örgütlü gruplar da olabiliyor, veyahut birbirini hapishane içinde kollayan gruplar da olabiliyor. Bu cezaevlerinin mimarisi İrlanda’daki H bloklarına çok benziyor. Çünkü mahpuslar birbirleriyle konuşabiliyorlar, ses ile iletişime geçebiliyorlar. Bunu takiben de grup hissiyatı oluşturabiliyorlar. Şüphesiz Amerika ve İngiliz hükümetleri arasında bu tarz cezaevleri kurulması aşamasında görüşmeler yapıldı. Ama en yakın ilişki aslında üçüncü bahsedeceğim ülke, Türkiye ile İngiltere arasında oldu.
Eskişehir’de 1996 yılında tecrit uygulanmaya başlayacağı sırada, mahpuslar açlık grevine başladı ve bu, uygulamayı başlamadan bitirdi. Türk görevliler hemen İngiliz meslektaşlarını aradı ve yardım istedi. Bunlar arasında en önemlisi belki de İşkencenin Önlenmesi Avrupa Komitesi. O komisyonun Türkiye delegasyonunun başındaki insan da Gordon Lex isminde bir İngiliz. İngiliz cezaevlerinin güvenliğinden sorumlu kişi aslında bu kişi. İşkencenin Önlenmesi Avrupa Komitesi’nden bir güvenlikçinin burada ne işi var? Ama İngiliz hükümetinden görevli bir güvenlikçi gönderiyorlar Türkiye’ye. Gordon Lex Türk hükümetine şu öneride bulunuyor: Eğer yüksek sayıda teröristiniz var ise bunlar için ayrı cezaevi kurmak zorundasınız. Ve bunların silahlı gardiyanlarla tutulmasının, mahpusların da birbirinden ayrılmasının gerektiğini söylüyor.
F Tiplerinin mimarisi çok zekice, çünkü insanları bir hücrede 3 kişi olarak tutuyorlar, bu sayede de uygulamanın gayri-insani olduğu iddiasını boşa düşürüyorlar. Çünkü mahpusların kendileri dışında başkalarıyla görüşme imkanı oluyor ve ortak bir avluya erişme imkanı var. Ama doğrudan olarak, yine de 3 kişiden başkasıyla görüşemiyorlar. Bunun yerine ne yapabiliyorlar? Kağıtları top şekline getirip avludan avluya atıyorlar vs. Ama bunlar da çok zor koşullarda gerçekleşiyor. Dolayısıyla F Tipleri mahpusları birbirinden ayırma konusunda çok etkili. Ve F Tipleri, Supermax’lere oranla iletişimi kesme konusunda daha etkili. Dünyadaki başka ülkelerde tecriti kullanıyorlar ancak bu kadar değil.
ABD’deki mahpusların başlıca sorunları nelerdir?
Supermax’ten bahsedersek eğer, en büyük sorun diğerleriyle bir araya gelememe hali, sadece diğer mahpuslarla bir araya gelememenin ötesinde, kendi aileleriyle de dokunup sarılamadan bir araya geliyorlar. Ziyaretler mekânsal olarak ayrılmış yerlerde yapılıyor. Genelde mekanlar arasında kalın güvenlik camı var. İnsanların birbirleriyle olmak gibi dayanılmaz bir istek ve ihtiyaçları söz konusu. Dolayısıyla buna izin vermeyen her tür ceza yöntemi bir tür işkencedir aslında.
Türkiye devletinin F Tipi cezaevleri neyi hedefliyor?
Bence ana hedef, onların toplumda olmasını istemedikleri insanları alıp, bir depoya koymak; öte yandan da bir araya gelip plan-program yapmalarını önleyerek, örgütlenmelerini engellemek. Cezaevi yönetimlerinin üst kademedeki insanlarının bize söylediklerine göre, F Tiplerinin gayri-insani olduğunun farkındalar. Ama -o dönem için- güvenlik açısından yine de yapmak zorunda olduklarını söylüyorlar. F Tipleri bu pencereden bakıldığında benim dünyada gördüğüm en etkili cezaevi aslında. Mimari insanların birbirleriyle iletişime geçmelerini tam anlamıyla engelliyor. Ama bunun bedeli çok gayri-insani. Benim kanaatimce -başkalarının da buna katıldığını biliyorum- bu bir bedel, ve yüksel bir bedel. En azıdan 10-15 mahpusun bir araya gelmesi gerek. 3 kişilik küçük gruplar içinde vakit geçirmenin pek çok sorunu var. F Tiplerinde yatmış arkadaşlarımız var. Onların dediğine göre 3 kişi olmak büyük sorunlar yaratıyor. Genelde 2 kişinin diğer kişiye karşı olması gibi sıkıntılar çıkıyor. Gerçekten böyle olmasa bile mahpuslar paranoya yapabiliyor. Bu durum özellikle artı bir psikolojik stres yaratıyor. Ancak büyük grupların bu tip bir sorunları yok. Dolayısıyla F Tiplerinde böyle bir ironik sonuç elde ediyorsunuz. 3 kişilik hücrede 1 kişilik hücreye geçmek isteyenler oluyor. Tecrit iyi olduğu için değil, 3 kişi olmak zorunlu olduğu için. Türkiye’deki psikolog ve psikiyatristlerin F Tiplerine girmiş çıkmış arkadaşlarla daha çok görüşüp F Tipinin insan psikolojisi üzerine yarattığı etkiler hakkında daha çok araştırma yapması gerektiğini düşünüyorum.
F Tiplerinde adli ve siyasi mahpuslar için farklı hedef ve uygulamalar var mı?
Yönetimin onlara davranışı açısından farklılıklar var. Aynı zamanda farklı grupların ve örgütlerin davranışı hakkında da farklılıklar var. Bizim anladığımız kadarıyla, örneğin; siyasi tutsaklar, mafyacılara, Ergenekonculara göre daha kötü muamele görüyorlar. Organize suçtan yatanların hücrelerinden çıkmaları rahat olurken, siyasi mahpuslar için bu durum mümkün olmuyor. Biz F Tipleri üzerine araştırma yapan birçok insanı da tanıyoruz. Ve hiçbirinin herhangi bir şartla F Tipinde siyasi mahpuslarla görüşmelerine izin verilmiyor. Yani ‘F tipinde araştırma yapmak istiyorum’ diye gidiyorlar, hapishane yönetimi kimle görüşeceklerini seçiyor. Bunlar da organize suçtan yatmış kişiler oluyor. Dolayısıyla doğrudan görüşme şansımız olmuyor.
Hapis cezalarının kaldırılması hakkında görüşünüz nedir?
Ben cezaevlerinin kaldırılması gerektiği taraftarıyım. Politika yapma sürecine dahil olan insanlar, cezaevlerinin yeni, modern bir ürün olduğunu unutuyorlar. Toplumlar binlerce yıl cezaevi kurmadan da varlıklarını devam ettirebildiler. Özellikle tecrit çok daha yeni bir uygulama. 1970’lerde İrlanda’da ilk kez uygulanıyor. Ve sanırım halk arasında da hapishaneler sorgulanmıyor, uzmanlar da bunu destekliyor: Olan bitene bakıp ‘hapishane hep vardı’ yanılgısına düşülüyor. Devletin politikalarının ‘doğal’ olduğu sanılıyor. Atılması gereken ilk adım bunların doğal olmadığını fark etmek: Bunlar devletler tarafından yürütülen ve toplum üzerine empoze edilen politikalar. Ancak toplumu değiştirmeden cezaevlerini yıkamazsınız. Çünkü bugünün toplumunda yer etmiş bireycilik, tüketicilik vs sebeplerden cezaevlerini bir gecede yıkmanız kolay değil. Çünkü bu bireycilik bir tür suç kültürü üretmiş durumda. Devletler suçu teşvik ederler. Çünkü böylece suçla mücadelede kendilerine meşru bir rol doğar. Ne kadar suç olursa, devletler de bu yolda mücadelede kendi rollerini ve işlevlerini göz önüne sererler. Dolayısıyla buradaki anahtar aslında suç kültürünü ortadan kaldırabilmenin yollarını bulmak.
(Anında çeviriyi yapan Bilge Fırat’a teşekkür ederiz.)