Close Menu
Siyasi HaberSiyasi Haber

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    Lozan’ın Sessiz Sayfası: Kürtler Tarihin Hangi Satırına Yazıldı?

    25 Temmuz 2025

    Corc İbrahim Abdallah’ın tahliyesi ve eski bir afişin düşündürdükleri

    25 Temmuz 2025

    Cezaevi, red, mahkeme: Gazeteciliğin yeni hali

    25 Temmuz 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Siyasi HaberSiyasi Haber
    • Güncel
      • Ekonomi
      • Politika
      • Dış Haberler
        • Ortadoğu
        • Dünya
      • Emek
      • Kadın
      • LGBTİ+
      • Gençlik
      • Ekoloji ve Kent
      • Haklar ve özgürlükler
        • Halklar ve İnançlar
        • Göçmen
        • Çocuk
        • Engelli Hakları
      • Yaşam
        • Eğitim
        • Sağlık
        • Kültür Sanat
        • Bilim Teknoloji
    • Yazılar

      Lozan’ın Sessiz Sayfası: Kürtler Tarihin Hangi Satırına Yazıldı?

      25 Temmuz 2025

      Cezaevi, red, mahkeme: Gazeteciliğin yeni hali

      25 Temmuz 2025

      Engellilik Onur Ayı — Susmuyoruz, saklanmıyoruz, onurluyuz!

      24 Temmuz 2025

      Lozan Antlaşması bağlamında Kürt sorunu ve görülmeyen ötekiler

      24 Temmuz 2025

      Canımız, ciğerimiz yanıyor…

      24 Temmuz 2025
    • Seçtiklerimiz

      Corc İbrahim Abdallah’ın tahliyesi ve eski bir afişin düşündürdükleri

      25 Temmuz 2025

      Ulus-devletin mumu sönmeye koyulurken

      25 Temmuz 2025

      Batı’da yükselen dalga Japonya’ya ulaştı

      24 Temmuz 2025

      Akkuyu’da hakkını arayan işçilere TOMA ile saldırı, orman işçilerine ise günde sadece 53,39 lira

      24 Temmuz 2025

      Her şey değişecek, rejim baki mi kalacak?

      24 Temmuz 2025
    • Röportaj/Söyleşiler

      İsrail’in ‘iç’ mücadelesi gerçekten çıkmazda mı?

      21 Temmuz 2025

      SYKP Eş Genel Başkanı Mertcan Titiz: Kalıcı barış için sürecin seyircisi değil, öznesi olmalıyız

      8 Temmuz 2025

      Yangınların ortasında dayanışmanın motor gücü: Kuryelerin afetle mücadelesi – Mesut Çeki

      2 Temmuz 2025

      Kadir Akın: “Türk sosyalistleri Ermeni sosyalistlerinin varlığını görmezden geldiler, çünkü onlar Ermeniydi.”

      27 Haziran 2025

      SYKP’li Turgan: Solun örgütsel bir yenilenmeye ihtiyacı var

      11 Haziran 2025
    • Dosyalar
      • 30 Mart Kızıldere Direnişi
      • 8 Mart Dünya Kadınlar Günü 2022
      • AKP-MHP iktidar blokunun Kürt politikası
      • Cumhurbaşkanlığı Seçimleri
      • Ekim Devrimi 103 yaşında!
      • Endüstri 4.0 üzerine yazılar
      • HDK-HDP Tartışmaları
      • Kaypakkaya’nın tarihsel mirası
      • Ölümünün 69. yılında Josef Stalin
      • Mustafa Kahya’nın anısına
    • Çeviriler
    • Arşiv
    Siyasi HaberSiyasi Haber
    Anasayfa » Lozan Antlaşması bağlamında Kürt sorunu ve görülmeyen ötekiler

    Lozan Antlaşması bağlamında Kürt sorunu ve görülmeyen ötekiler

    TOROS KORKMAZ yazdı: Lozan Barış Antlaşması’nın ilerici ve demokratik bir yorumunun gereği, yalnızca mevcut sınırların savunulması değil, aynı zamanda bu sınırların ötesine taşan şoven ve yayılmacı eğilimlere karşı açık bir duruş sergilemektir. Böyle bir yaklaşım, başta Kürt meselesi olmak üzere, antlaşmada görmezden gelinen tüm kimliksel ve kültürel sorunlara hak temelli çözümler geliştirme sorumluluğunu da beraberinde getirir.
    Toros Korkmaz24 Temmuz 2025
    Facebook Twitter Pinterest LinkedIn WhatsApp Reddit Tumblr Email
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    “Türkiye’de hiçbir Müslüman azınlık yoktur; çünkü
    Müslüman nüfusun çeşitli unsurları arasında
    hiçbir ayırım gözetilmemektedir” (1)

    2024 Ekim ayından beri Türkiye siyasetinde en önemli gündemlerden biri Kürt Sorunu’nun barışçıl çözüm sürecinin başlamış olmasıdır. Her ne kadar şu ana kadar devlet tarafından somut bir adım atılmamış olsa da, sorunun çözümü için hukuksal ve siyasal düzeyde yapılması gereken reformlar demokratik kamuoyunda tartışılmaktadır. Kürt kimliğinin anayasal düzeyde tanınmasından, Kürtlerin dil ve kimlik haklarının güvence altına alınmasına; yerel yönetimlere özerklik verilmesine kadar pek çok somut talep gündemdedir. Türkiye’nin Kürt Sorunu, ne PKK’nın 1978 yılında kurulmasıyla ve silahlı mücadeleye başlamasıyla, ne de demokratik Kürt hareketini temsil eden partilerin yasal alanda faaliyet göstermesiyle ortaya çıkmıştır. Hatta bu sorunun kökeni, 1969’da sol görüşlü Kürt gençlerinin kurduğu Devrimci Doğu Kültür Ocakları’na da dayanmaz. Tüm bu hareketler ve örgütler, aslında toplumsal düzeyde uzun süredir var olan sorunun siyasal düzeyde görünür hâle gelmesini sağlayan çabalardır.

    Kürt Sorunu’nun ortaya çıkışındaki temel neden, Cumhuriyet’in kuruluş ayarlarında gizlidir. Bu kurucu ayarlar, Kürt kimliğini tanımayan ve onu zorla Türkleştirmeye çalışan bir mekanizmayı da beraberinde getirmiştir. Bu mekanizmanın çerçevesi ise, büyük ölçüde, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile çizilmiştir.

    Bu yazıda, Lozan Barış Antlaşması hakkında kısaca bilgi verdikten sonra, başta Kürt Sorunu olmak üzere, etnik ve inançsal düzeyde yaşanan pek çok sorunun kökeninde bu antlaşmanın yer aldığını vurgulayacağım.

    Lozan Antlaşması, Türkiye’nin; Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı (Yugoslavya) ile imzaladığı uluslararası bir barış antlaşmasıdır. Antlaşma, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda savaştığı devletlerle resmen barıştığını ilan etmekle kalmamış, aynı zamanda 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması’nı da hukuken geçersiz saymıştır. Bununla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti’nin
    Osmanlı Devleti’nin yerine kurulduğu da tüm dünyaya ilan edilmiştir.

    Sevr Antlaşması’nda yer alan; Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan kurulması, Güneydoğu’da özerk bir Kürdistan oluşturulması, bölgede yaşayan diğer Hristiyan halklar olan Asurîlerin haklarının tanınması, İstanbul dışında Trakya’nın ve İzmir ile çevresinin Yunanistan’a bırakılması gibi maddeler (2), Lozan Antlaşması ile tamamen geçersiz kılınmıştır. Lozan, büyük ölçüde Türkiye’nin bugünkü sınırlarını belirlemiştir (Burada “büyük ölçüde” dememin sebebi, Türkiye’nin Irak ile olan sınırının 1926 yılında Ankara Antlaşması ile, Suriye ile olan sınırının ise 1939’da Hatay’ın Türkiye’ye katılmasıyla kesinleşmiş olmasıdır). Lozan’la birlikte çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu tarihe karışmış ve Türk ulusal kimliğini esas alan üniter Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuştur.

    Lozan Antlaşması’nda Kürtler

    Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşması olan Lozan Antlaşması, Kürt halkına herhangi bir etnik ya da kültürel statü tanımamış; antlaşma metninde Kürtlere dair açık bir ifade yer almamıştır. Bu durum, Cumhuriyet’in kuruluş sürecinden itibaren Kürt kimliğinin resmi düzeyde yok sayılmasına ve bu yok sayma politikasının zamanla sistematik bir asimilasyon sürecine dönüşmesine zemin hazırlamıştır.

    Lozan’da Kürtlerin adının dahi geçmemesi, yalnızca Türkiye’nin ulusal kimlik inşa süreciyle değil, aynı zamanda dönemin uluslararası siyasi dengeleriyle de yakından ilişkilidir. 20. yüzyılın başlarında Ortadoğu’da belirleyici bir aktör olan İngiltere, Kürtler yerine Ankara’daki Kemalist yönetimi desteklemeyi tercih etmiştir. Bunun arkasında hem stratejik çıkarlar hem de Kürtler hakkındaki güvensizlik yatmaktaydı.

    Kürtler Güney Kürdistan olarak tanımlanan Kuzey Irak bölgesinde 1919-1921 yılları arasında İngiliz yönetimine karşı birçok defa isyan etmişti. Bu isyanlar, İngilizlerin Kürtleri “istikrarsız ve güvenilmez” bir topluluk olarak değerlendirmesine neden oldu. Ayrıca, Kürtlerin iç yapısındaki politik çeşitlilik ve ortak bir temsil mekanizmasından yoksun oluşları da bu güvensizliği pekiştirdi.

    Öte yandan, Kürtlerin bir kısmının 1915 Ermeni Soykırımı sürecinde Osmanlı’nın radikal Türk milliyetçisi yönetimi olan İttihat ve Terakki’nin etkisiyle bu suçlara karışmış olması, İngiliz kamuoyunun ve siyasetinin Kürtlere yönelik bakış açısını daha da olumsuzlaştırdı. Türklerle olan dinî kardeşlik bağı da göz önüne alındığında, Kürtlerin Ermeniler yerine Türklere yakın durması İngiltere açısından Ankara yönetimiyle çalışmayı daha uygun kıldı.

    Bununla birlikte, Ermeni Soykırımı’ndan sağ kurtulanların eski yerleşim yerlerine dönme ihtimali, Kürtlerin yaşadığı bazı bölgelerde ciddi bir kaygı yaratmıştı. Bu kaygı, özellikle Ermeni mülklerine el koymuş ya da bu süreçte aktif rol almış Kürt aşiretleri arasında daha belirgindi. Dolayısıyla, bu gruplar açısından bakıldığında Ankara yönetimiyle iş birliği, hem siyasî hem de toplumsal güvenlik açısından daha “güvenli” bir seçenek olarak görülmekteydi.(3)

    Lozan Antlaşması’nın Kürt halkını yok sayan yapısı, yalnızca o dönemin iç siyasetinin değil, aynı zamanda uluslararası çıkar dengelerinin bir sonucuydu. Kürtlerin bu süreçte statüsüz bırakılması, onları sonraki on yıllarda inkâr, baskı ve asimilasyon politikalarının hedefi haline getirmiştir. Bu durum Türkiye’de çok kültürlü ve çok kimlikli bir toplum değil, homojen bir “Türk ulusu” nşa etme hedefinin bir yansımasıdır.

    Cumhuriyet dönemi boyunca Kürtlerin yoğun yaşadığı coğrafyalarda günümüze kadar süren isyanlar ve bastırılış tarzı sadece Kürtleri değil, Türkleri de “olumsuz” etkilemiş, insanlık suçu olarak nitelenmesi gereken ırkçı, şoven milliyetçilik, propaganda aygıtının etkisiyle, toplum nezdinde yaygın kabul gören itibarlı bir ideolojiye dönüşmüştür. Cumhuriyet kurulmadan önce 1. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında yaşanan, o yıllara kadar Anadolu coğrafyasının yüzde otuza yakınını oluşturan Hristiyan halkların yok edilmesinden hiç bahsedilmeyişi ve bu suça karışanlar ile ilgili herhangi bir yaptırımın Lozan Antlaşması’nda yer almayışı yine çok önemli bir eksikliktir. Türkiye’de “Türk-İslam” sentezci resmi ideolojinin ve tarih anlayışının hakim olmasına zemin hazırlamıştır.

    1923 yılında Kürtler, o dönemin TBMM’sinde milletvekili düzeyinde temsil edilmelerine karşın, Lozan’a, müzakereleri yürüten ve barış antlaşmasını imzalayan heyetin içinde herhangi bir temsilci gönderme gereği duymamışlardı. Türkiye coğrafyasında Türklerden sonra en büyük halk olan Kürtler’in kendi çıkarlarını temsil olanağının Lozan görüşmeleri sırasında olmayışı, kuşkusuz Türk heyetinin elini rahatlatmış ve “azınlık hukuku” kapsamına ve onun getirdiği çeşitli imtiyazlara sadece Müslüman olmayan Ermeni, Rum ve Yahudi milletleri girmişti. Tabii o dönemdeki hükümetin verdiği özerklik sözlerinin tutulacağına dair inanç da Kürtlerin yeni kurulacak olan devlette Türkler ile aynı haklara sahip eşit yurttaşlar olacağı düşüncesinin kısa süreliğine de olsa onlarda etkili olmasına yol açtı. O dönemde, Kürtlerin temsilcilerinin dönemin Kemalist yönetiminden özerkliğe ilişkin hukuki yaptırım gücü olan herhangi bir yazılı belge talep etmemeleri, politik bilinç düzeylerinin eksikliğine de yorulabilir.

    Lozan Antlaşması ile bağlantılı olarak kamuoyunda genellikle yanlış bilinen bir husus, Musul ve Kerkük illerini almak için dönemin Türk heyetinin cansiperane uğraştığı, ama İngiltere’nin ağırlığını koyması nedeniyle buraların ülke topraklarına katılamadığı fikridir. Hâlbuki Lozan görüşmeleri sırasında Türk Heyeti, Musul ve Kerkük illerini ilgilendiren Irak sınırının belirlenmesi meselesini bilinçli olarak gündeme getirmemiştir. Bunun ana nedeni, Güney Kürdistan olarak tarif edilen bu bölgedeki Kürtlerin direngen yapısıydı. Musul ve Kerkük’ün ülke topraklarına katılmasıyla Kürt nüfusu oransal olarak artıyor ve bu bölgedeki Kürtlerin, şu anki Türkiye topraklarında yaşayan Kürtleri ulusal bilinç oluşturmada etkileyeceklerinden şüpheleniliyordu. O dönemki TBMM tutanaklarına bakıldığında Musul ve Kerkük’ü İngiliz manda yönetimi altında bulunan Irak’a Kürt milletvekillerinin ısrarla vermek istemedikleri görülüyor. Dönemin Türk yöneticileri ise, ileride olası bir Kürt otonomisinden korktukları için, Musul ve Kerkük konusunda hiç ısrarcı olmamışlardı.(4)

    Lozan Antlaşması’nın Yorumlanma Biçimleri

    Türkiye’de Lozan Antlaşması, politik görüş farklılıklarına bağlı olarak genellikle iki ana perspektiften değerlendirilir. Bu yorumların başlıca ve en yaygın olanı, resmi tarih anlatısını esas alan Kemalist merkez sağ ve merkez sol çevrelerde görülür. Bu kesimlere göre, Lozan Antlaşması, dönemin zorlu uluslararası koşulları göz önünde bulundurulduğunda, büyük ölçüde Türkiye’nin çıkarlarını koruyan ve bağımsızlığını tescilleyen bir diplomatik zaferdir. Her ne kadar Misak-ı Milli’de yer alan Batı Trakya, 12 Adalar ile Musul ve Kerkük bölgelerinin Türkiye sınırlarına dâhil edilememiş olması üzüntüyle anılsa da, bu durum genellikle dönemin küresel güç dengelerinin Türkiye aleyhine oluşmasıyla açıklanır. Bu yorumlara göre, Türkiye Cumhuriyeti’ni uluslararası alanda meşrulaştıran bu antlaşma, eksiklerine rağmen tarihi bir başarı olarak değerlendirilir. Lozan görüşmelerinde Türk heyetinin başında bulunan İsmet Paşa (İnönü), bu çevrelerce büyük bir takdirle anılır; müzakerelerdeki direnci ve diplomatik ustalığı nedeniyle eleştirilmek bir yana, saygı ve övgüyle yad edilir. Hatta bu görüşe göre Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en onurlu ve stratejik öneme sahip diplomatik belgelerinden biri olarak kabul edilir.(5)

    Türkçü ve İslamcı kesimlerin çoğunluğunda, özellikle de son yıllarda başta Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere iktidardaki AKP ve MHP bloğunun sözcüleri nezdinde ise, Lozan Antlaşması son derece yetersiz ve başarısız bir antlaşma olarak kamuoyuna takdim edilir ve bu antlaşmayı imzalayan İsmet Paşa beceriksizlikle suçlanır.

    Erdoğan, son yıllarda birkaç kez, “1920’de bize Sevr’i gösterdiler, 1923’te Lozan’a razı ettiler. Birileri bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştı” (6) demiştir. Bu çevrelere göre Misak-ı Milli’den mümkünse hiçbir taviz verilmemeli, başta Musul olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun İtalya’ya 1912’de verdiği ve daha sonra da 1947’de İtalya’nın Yunanistan’a bıraktığı Ege Denizi’ndeki on iki ada ve Batı Trakya da bir şekilde vatan topraklarına katılmalıydı.(7) Buna ilaveten, Lozan Antlaşması’nın 100. yılına gelinmesi hasebiyle de, bu kesimlerde antlaşmanın geçerliliğini yitirdiği ve eski Misak-ı Milli sınırlarına ulaşmak için bir engelin kalmadığı fikri yüksek perdeden dile getirilmeye başlamıştır. Son yıllarda Suriye’nin Kürtlerin yoğun yaşadığı Kuzey bölgesini fiilen Türkiye’ye bağlamak ya da Mavi Vatan adı altında Libya’ya kadar Akdeniz deniz sahasında egemenlik iddia etmek Lozan Antlaşması’nı revize etme çabaları olarak yorumlanabilir (Gene de Lozan Antlaşması’nın toptan ya da uluslararası güç dengelerini ciddi anlamda değiştirecek bir revizyonunun gerek uluslararası hukuk bakımından, gerekse de reel politik dengeler açısından imkânsız olduğunu bir kere daha vurgulayalım!).

    Lozan Antlaşmasını yorumlayan her iki kesimin de maalesef insan haklarına dayalı çoğulcu bir demokrasinin ve barıştan yana bir dış politikanın Türkiye’de yerleşmesine çabalamak gibi bir uğraşı yoktur. Bir taraf antlaşmayı emperyal hedefleri engelleyen bir metin olarak görüyor, diğer taraf ise ülke içinde yasayan tüm farklı etnik toplulukları Türklüğe asimile etmeyi garantileyen bir ana çerçeve olarak yorumluyor. Aslında, Lozan Barış Antlaşması’nın hem tarihsel hem de günümüzü ilgilendiren büyük insanlık dramlarına ve başta Kürt Sorunu olmak üzere birçok politik soruna yol açtığı açıktır.

    Lozan Antlaşması’nda Müslüman Olmayan Halklar

    Lozan Antlaşması, o dönem Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde onunu oluşturan Anadolu ve Trakya’da dini Hıristiyan olan büyük çoğunluğu Rum, yaklaşık bir milyon iki yüz bin kişi ile Yunanistan’da çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu beş yüz bine yakın Müslüman nüfusun yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan sökülüp atılmalarına ve çok kısa süre içerisinde de mübadele edilmelerine neden olmuştur. Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da, mübadele kapsamına giren nüfus ile mübadele kapsamına girmeyen nüfus arasındaki ayrımın ana kıstası milliyet ya da dil değil din olarak belirlendiği için, Rum denenler arasında Türkçeden başka dil konuşamayan Karamanlı ve İç Anadolulu Ortodoksların (özellikle Kayseri ve Kapadokya civarlarında yaşayanlar), Yunanistan’dan gelen Müslümanlar arasında ise Pomakların, Rumence konuşan Ulahların, Romeika konuşan Patriyotların ve kendi dillerinde konuşan Arnavutların bulunduğu belirtilmelidir. Bu olay, kuşkusuz bunu yaşantılayan insanlar üzerinde büyük bir travmaya yol açmış ve daha sonraki yıllarda da bu insanlık trajedisini anlatan birçok sanatsal ürün verilmiştir.(8)

    Lozan Antlaşması metni, 1. Dünya Savaşı yıllarında ve hemen sonrasında cereyan eden Ermeni, Süryani ve Pontus soykırımlarına tek bir satırda bile yer vermemiştir. Kendi anayurtlarını soykırım sırasında terk etmek zorunda kalan Osmanlı vatandaşı Ermeni ve Rumlar’a dair yeniden ana yurda dönüşlerini sağlayacak bir düzenleme yoktur. Her ne kadar ülke içinde yaşayan Ermeni, Rum ve Yahudilerin temel insan hakları azınlık hakları bağlamında bir ölçüde güvence altına alınmış olsa da, diğer Hıristiyan azınlıklar, ki bunların başında Süryaniler geliyordu, hiçbir haktan yararlanamamış, kimlikleri yok sayılmış ve doğrudan Müslüman Türk kimliğine zorla asimile edilmelerinin önü açılmıştır. Kanımca, Lozan Antlaşması’nın gayrimüslim halkların isimlerini tek tek belirtmemiş olması metnin önemli bir eksikliğidir.

    İsviçreli tarihçi Hans Lukas Kieser, Lozan Antlaşması’nın 1914-22 yılları arasında Türkiye Hıristiyanlarına karşı girişilen soykırıma karışan kişilere yönelik olarak genel af maddesini içermesinin, daha sonraki dönemde etnik ve dinsel kimliklere yönelik katliamlara meşrulaştırıcı bir kılıf hazırladığını söyler.(9) Lozan Antlaşması’nın, uluslararası bir antlaşma olması dolayısıyla, en başta 2. Dünya Savaşı’nda Nazilerin gerçekleştirdiği Yahudi Soykırımına, Roman Soykırımına ve dünyanın değişik coğrafyalarında gerçekleşen etnik gruplara yönelik kırımlara ve zorunlu nüfus mübadelelerine kapı araladığı bir gerçektir.

    Lozan Antlaşması’nda Aleviler

    Lozan Antlaşması’nın İslam inancına sahip olmayan ya da İslam’ın Sünni yorumunun dışında kalan Aleviliğe hiç atıfta bulunmamış olması, yine Türkiye’nin Alevi sorununun günümüze kadar çözülememesine zemin hazırlıyordu. Antlaşma metninde, Türkiye ahalisi Müslümanlar ve Müslüman olmayan halklar olarak tanımlanıyor, -Müslüman olmayan halklardan da daha önceki paragraflarda bahsettiğimiz gibi Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler anlaşılıyordu.-, Alevilik zımnen ve toptan Müslümanlık kategorisi altında değerlendiriliyordu. Bu durum daha sonraki yıllarda Aleviliğin devlet düzeyinde tamamen İslam’ın bir mezhebi şeklinde yorumlanmasını kolaylaştıracak ve cumhuriyet dönemi boyunca Alevileri zorla Sünni İslam’a asimile etme politikalarının önünü açacaktı.

    Sonuç

    Lozan Barış Antlaşması’nın ilerici ve demokratik bir yorumunun gereği, yalnızca mevcut sınırların savunulması değil, aynı zamanda bu sınırların ötesine taşan şoven ve yayılmacı eğilimlere karşı açık bir duruş sergilemektir. Böyle bir yaklaşım, başta Kürt meselesi olmak üzere, antlaşmada görmezden gelinen tüm kimliksel ve kültürel sorunlara hak temelli çözümler geliştirme sorumluluğunu da beraberinde getirir. Lozan’da Kürtler ne etnik ne de kültürel bir topluluk olarak tanınmış; bu nedenle herhangi bir hak, statü ya da uluslararası koruma güvencesinden yararlanamamıştır. Müslüman kimlikleri gerekçe gösterilerek azınlık statüsünün dışında bırakılmaları, Kürtlerin tarihsel, kültürel ve siyasal varlığının sistematik biçimde inkâr edilmesine zemin hazırlamıştır. Bu nedenle Kürtlerin Lozan Antlaşması’nı tarihsel bir haksızlık olarak değerlendirmesi yalnızca anlaşılır değil, aynı zamanda haklı ve meşrudur.

    Bununla birlikte, Lozan Antlaşması’nın doğrudan gündemine almadığı Ermeni Soykırımı, Süryani katliamları, Rum tehcirleri ve özellikle 1923 Nüfus Mübadelesi gibi tarihsel travmaların özgürce tartışılabildiği bir entelektüel ve toplumsal iklimin inşası da bu demokratik yaklaşımın asli bir parçasıdır. Ancak bu türden bir yüzleşme ve hakikate dayalı çözüm perspektifi benimsendiği takdirde, Lozan’ın inşa ettiği Türkiye Cumhuriyeti, anayasal yurttaşlık temelinde tüm toplumsal kesimlerin eşitliğini güvence altına alan çoğulcu ve demokratik bir yapıya evrilebilir. Bu bağlamda, Türk ve Sünni Müslüman olmayan tüm etnik ve inanç topluluklarının kimlik taleplerini meşru görmek; uğradıkları ayrımcılıklara karşı net bir tutum almak ve onların hak ve özgürlüklerini geliştirmeyi hedefleyen kapsayıcı bir siyasal vizyon benimsemek, demokratik bir toplumun temel önkoşuludur.

    Ancak böyle bir yaklaşım sayesinde, kendisini Türk ve Sünni Müslüman olarak tanımlayan çoğunluk ile Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Yahudiler ve diğer tüm etnik ve inanç toplulukları arasında yalnızca söylem düzeyinde değil; aynı zamanda toplumsal bellekte, yasal düzlemde ve gündelik yaşamda sahici bir kardeşlik ilişkisi kurulabilir.


    Dipnotlar

    1. İsmet Paşa’nın Lozan Barış Antlaşması görüşmelerine başkanlık ederken sarf ettiği bu sözlerin ne tarihsel ne de
    güncel gerçeklikle örtüşen bir yanı yoktur, salt retoriktir.

    2. Sevres Antlaşması’nın tam metnine bu sayfadan ulaşabilirsiniz: The Treaty of Sèvres, 1920 (The Treaty Of
    Peace Between The Allied And Associated Powers And Turkey Signed At Sèvres August 10, 1920) – Derecho
    Internacional Público – dipublico.or

    3. Yıldız, Hasan. 1990. Fransız Belgeleriyle SEVR-LOZAN-MUSUL ÜÇGENİNDE KÜRDİSTAN. Heviye Gel
    Yayınları. pp. 143-149.

    4.Yıldız, Hasan. Fransız Belgeleriyle SEVR-LOZAN-MUSUL ÜÇGENİNDE KÜRDİSTAN. pp. 105-117

    5. Resmi devlet ideolojisinin tarih anlatımının önemli kalemşörlerinden Murat Bardakçı’nın konuyla ilgili yazısı:
    Murat Bardakçı Lozan’ı yazdı (haberturk.com)

    6. Erdoğan: Birileri bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar – video Dailymotion, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuya ilişkin açıklamaları.

    7. LOZAN ZAFER Mİ HEZİMET Mİ? – Şimdiki Zaman (21.12.2011) – YouTube, Türk-İslamcı çevrelerin değer verdiği araştırmacı yazar Kadir Mısıroğlu’nun bu minvaldeki görüşlerini tartıştığı video.

    8. Rum yazar Dido Sotiriyu’nun, “Benden Selam Söyleyin Anadolu’ya” adli kitabi bu trajediyi anlatan önemli bir
    edebi eserdir. Bakınız: Sotiriyu, Dido. 2001. Benden Selam Söyleyin Anadolu’ya, İstanbul: Can Yayınları.

    9. Kieser, Hans Lukas. 2010. “Almanya ve Ermeni Soykırımı 1915-1917”. Jonathan C. Friedman (ed.) Routledge
    Soykırım Tarihi,
    Londra: Routledge Yayınları


    Share. Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Telegram Email

    İlgili İçerikler

    Lozan’ın Sessiz Sayfası: Kürtler Tarihin Hangi Satırına Yazıldı?

    25 Temmuz 2025

    Cezaevi, red, mahkeme: Gazeteciliğin yeni hali

    25 Temmuz 2025

    Engellilik Onur Ayı — Susmuyoruz, saklanmıyoruz, onurluyuz!

    24 Temmuz 2025
    Destek Ol
    Yazılar
    Ömer Bölüm

    Lozan’ın Sessiz Sayfası: Kürtler Tarihin Hangi Satırına Yazıldı?

    Sinan Cantürk

    Cezaevi, red, mahkeme: Gazeteciliğin yeni hali

    Elif Gamze Bozo

    Engellilik Onur Ayı — Susmuyoruz, saklanmıyoruz, onurluyuz!

    Toros Korkmaz

    Lozan Antlaşması bağlamında Kürt sorunu ve görülmeyen ötekiler

    Bağlantıda Kalın
    • Facebook
    • Twitter
    Seçtiklerimiz
    Adil Okay

    Corc İbrahim Abdallah’ın tahliyesi ve eski bir afişin düşündürdükleri

    Baskın Oran

    Ulus-devletin mumu sönmeye koyulurken

    Ergin Yıldızoğlu

    Batı’da yükselen dalga Japonya’ya ulaştı

    Adil Okay

    Akkuyu’da hakkını arayan işçilere TOMA ile saldırı, orman işçilerine ise günde sadece 53,39 lira

    Güncel Kalın

    E Bültene üye olun gündemden ilk siz haberdar olun.

    Siyasi Haber, “tarafsız” değil “nesnel” olmayı esas alır. Siyasi Haber, işçi ve emekçiler, kadınlar, LGBTİ+’lar, gençler, doğa ve yaşam savunucuları, ezilen etnik ve inançsal topluluklardan yanadır.

    Devletten ve sermayeden bağımsızdır.

    Facebook X (Twitter) YouTube
    EMEK

    İşçi sınıfının açlıkla imtihanı

    5 Temmuz 2025

    İşçiler ne yapsın?

    11 Haziran 2025

    Grev okulundan dersler

    10 Haziran 2025
    KADIN

    Patriarkayı yık

    22 Haziran 2025

    Kadının İnsan Hakları Derneği, İstanbul Sözleşmesi’ni AİHM’e taşıdı

    3 Mayıs 2025

    DEM Parti Kadın Meclisi’nden Saadet Partisi’ne ziyaret

    14 Mart 2025
    © 2025 Siyasi Haber. Designed by Fikir Meclisi.
    • Home
    • Buy Now

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.