VOLKAN YARAŞIR
Kapitalist krizin, konjonktürel (kısa çevrimli) bir kriz olmadığı bugün her çevre tarafından kabul edilmeye başlandı. Bir karşı devrim programı olan ve krize bir yanıt olarak devreye sokulan, neo-liberal yeniden yapılanmanın tetiklediği kriz kendini “büyük durgunlukla” dışa vuruyor. 2008’den bu yana kriz, bir dizi iç evreden geçti. Değişik sikluslar yaşandı.
Kapitalizm, 1970’lerin ortalarında yeniden yapılanma sürecine girdi. Bu süreç kâr oranlarında yaşanan düşüşe karşı, kapitalizm yeni bir forma (yeni sermaye birikim rejimine) geçişi simgeledi. Neo-liberal form, yüksek kâr maksimizasyonu ve göreceli de olsa istikrarlı bir sermaye birikimini olanaklı kıldı.
Bu süreç şiddetli ve derin bir finanslaşmanın önünü açtı. Yaşamın her alanının metalaşması şeklinde işledi. Finanslaşma toplumsal yaşamın tüm alanına sirayet etti. Gündelik hayatın parçası haline geldi. Sistem kitlelerin düzenli borçlandırılması (tüketim terörünün parçası haline getirilmesi) ve toksik nitelikli finansal araçlarla yürütüldü. Olağanüstü spekülatif hareketlerle, daha önce görülmemiş seviyelerde kârlar sağlandı.
Sermaye birikim tarzı ve bu tarzın bir yansıması olan kapitalist büyüme modeli, muazzam varlık balonlarının oluşmasına yol açtı. Özellikle 1990’ların sonları ve ABD’de finansal mimaride yaşanan değişim ve bu sürecin toplumsal yaşamın bütün boyutlarına yansıması ve toplumun alt kesimlerinin bile finansal sistemle bütünleşme hali (hane halkının borçlanmaya teşviki ve borç hacminin yükselmesi) giderek ABD’yi krizin odağına dönüştürdü.
Kriz tetiklenecek bir gelişme bekliyordu.
2006 ve 2007’de ABD’de emlak balonunun “patlaması” krizi tetikledi ve senkronize sonuçlar yarattı. En başta kitleler hızla tüketim harcamalarını azalttı. Ardından yatırımlarda hızlı düşmeler yaşandı. Doğal olarak reel sektör bloke oldu. Ticarette ve sanayide deformasyonlar yaşanmaya başlandı. Bu durum, deflasyonu tetikledi. Ardından önemli finans kuruluşlarının ellerindeki toksik varlıkları şiddetle değer yitirdi ve iflasları gündeme geldi. Süreç finansal krizi tetikledi ve kriz küresel bir mahiyete büründü.
2007’ye gelindiğinde dünya toplam gayri safi hasılası 65 trilyon dolarken, finansal varlıkların toplamı (ya da spekülatif sermaye hareketleri) 1000 trilyon dolara yaklaştı.
Krizin ikinci evresine Avrupa’nın 2009’da krizin odağına dönüşmesiyle geçildi. Avrupa’nın Akdeniz havzasındaki ülkeler, kamu borç krizi ve bankacılık krizi içine girdi. 2013’te krizin yeni bir evresi gündeme geldi. Kriz ikinci kuşak kapitalist ülkeler diye tanımlayabileceğimiz ülkelere, periferiye sıçradı.
Bugün özellikle metropollerde çizilen iyi tablolara rağmen, kriz uzun “büyük durgunluk” biçiminde seyrediyor. Bunu hem dünya ekonomisinin büyüme oranındaki seyirde, hem de spekülatif sermayenin 2007’de ki gibi yine olağanüstü bir şekilde kısa dönemli birikim atakları ve rantiyer hamleler yapmasında ve sürdürülemez balonlar ve köpükler oluşturmasında görebiliriz.
Küresel kapitalist pazarlar bu dengesizliği, parazitliği ve spekülatif tahribatı şiddetle yansıtıyor. Öte yandan çevre ülkeler, bu tahribatın temel alanlarına dönüşüyor. Bir nevi işçi cehennemleri, emlak rant alanları ve savaş odakları haline geliyor.
Küresel finans kapital doğasına uygun hareket ediyor. Manik niteliği ve sürekli daha fazla kâr dürtüsü, kapitalizmin sürdürülemezliğini alenileştiriyor. İçine girdiğimiz süreç küresel jeo-politik odaklarda yeni ve yıkıcı savaşların önünü açıyor. Finans kapitalin; sanayi sermayesi ile spekülatif (parazit-finans) sermayenin ve savaş sanayisinin karmaşık bir bütünlüğü olduğu unutulmamalıdır.