İş kazası geçirerek mesleklerini eskisi gibi sürdüremeyecek hâle gelen işçilere, SGK’nın bağladığı aylıklarda, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte neredeyse dörtte üç (3/4) oranında bir düşüş gerçekleşmiştir.
Yanlış duymadınız! İşçilerin tabi olduğu mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nda iş kazası neticesinde meslekte kazanma gücünü en az yüzde 25 oranında kaybeden işçilere SGK’nın bağlayacağı aylık bakımından bir alt sınır getirilmişti. Bu da brüt asgari ücretin yüzde 70’i idi. Yerine getirilen kanun bu alt sınırı kaldırdı. Böylelikle iş kazası geçiren, meslek hastalığı sonucunda engelli hâle gelen işçilerin çok büyük kısmına bağlanan aylıklar dörtte üç oranında düştü.
Muazzam aylık farkı örnekleri
Asgari ücretle çalışan bir işçinin, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2008 tarihinden bir gün önce kaza geçirdiğini ve yüzde 25 oranında iş göremez hâle geldiğini varsayalım. O gün yürürlükte olan Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre bu işçiye en az 749,70 TL aylık bağlanabilecekti. Aynı işçinin kazayı bir gün sonra yaptığını varsaydığımızda ise, bağlanacak aylık 187,42 TL’sına düşmektedir. Bir de günümüzün parasal değerleriyle kıyaslayalım. Aynı işçiye şu anda yürürlükte olan kanuna göre bugün 4 bin 550 lira 96 kuruş aylık bağlanırken, eski kanun yürürlükte olsaydı, en az 18 bin 203 lira 85 kuruş aylık bağlanacaktı. Görüldüğü gibi fark muazzam düzeydedir.
“Koltuk değneğini fırlatarak isyan edenler…”
Bu konu, iş kazası geçirerek engelli hâle geldikten sonra SGK’nın kendilerine bağladığı düşük aylık sebebiyle depresyon geçiren işçileri görmekten psikolojisinin bozulduğunu söyleyen bir SGK memuru tarafından önüme getirildi. “Koltuk değneklerini fırlatarak, bu parayla nasıl evleneceğiz,nasıl ev geçindireceğiz diye ağlıyorlar” dedi memur. Bu bilgilendirme üzerine konuyu çeşitli akademik çalışmalarda gündeme getirmiş olmama rağmen hâlâ bu konuda farkındalık oluşmadığını görmek üzücü. Umuyorum, bu makaleyle sorun muhataplarına ulaşır.
Bu değişikliği tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelere ve Anayasa’ya uygunluğu bakımından uzun uzun tartışabiliriz. Ama bir gazete makalesine bu tartışmayı sığdırmamız imkânsız. En azından, hukuk güvenliği ilkesinin yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan inançla destekleneceğini söyleyebiliriz.
SGK, yıllarca verdiği taahhüdü bir günde değiştirdi
İş kazası geçiren kişilerin birçoğu 1 Ekim 2008 tarihinden önce de sigortalı olan kişilerdir. İşverenleri bu işçiler adına sigorta primi ödemiştir. İşverenin bu yükümlülüğü yerine getirmesinin karşılığı olarak SGK da kaza gerçekleştiğinde işçiye aylık bağlamayı taahhüt etmiştir. Bu aylığın nasıl hesaplanacağı da bu taahhüdün içindedir. Bu bakımdan, SGK bir yükümlülük altına girmiştir. Söz konusu değişiklik ise yıllarca verilen bir taahhüdün kapsamını bir günde değiştirmiştir. Belirtilen tarih öncesi ve sonrasında oluşan bu eşitsizliği haklılaştıracak bir sebep bulmak gerçekten çok zor. Nitekim bu işçilerden, 1 Ekim 2008 tarihi öncesinde kaza geçiren arkadaşlarına bağlanan geliri emsal göstererek kendilerine bağlanan aylığa itiraz edenlerin, sonuç değişmediğinde SGK koridorlarında ağladıklarını söylemişti aynı memur.
Sosyal güvenlik tarihinde bu denli büyük bir değişikliğin dikkatlerden kaçmış olması da en az değişikliğin kendisi kadar çarpıcı. İyi bir sosyal güvenlik sisteminde kanun koyucu sosyal sigorta hakları üzerinde bu düzeyde müdahalede bulunma yetkisine sahip olamaz, olmamalı da. SGK’nın bir kamu kurumu olması, zaman zaman devletin sisteme kaynak desteği yapabiliyor oluşu bu denli müdahaleye olanak tanımamalıdır. Sosyal sigorta sistemi, taraflarını asıl olarak “sigortalı, işveren ve SGK’nın oluşturduğu” ve “prim-edim dengesine” dayanan bir ilişkiye dayanıyor çünkü. Tıpkı özel kişiler arasındaki ilişkiler gibi.
Üstelik Anayasa, devlete sosyal güvenliği sağlayacak önlemleri alma yükümlülüğü getirmiştir. Bu önlemler, mevcut hakların kapsamını genişletmeye yönelik olmalıdır, söz konusu değişiklikte olduğu gibi mevcut hakkı ölçüsüzce daraltmaya değil.
Nasıl gözden kaçtı?
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, köklü değişiklikler yaratması sebebiyle, henüz tasarı düzeyindeyken pek çok kurum ve kişi tarafından incelendiği hâlde nasıl olup da böylesine önemli bir değişiklik gözlerden kaçmıştır? Kanımca bir sebebi, yapılan değişikliğin hesaplama yapıldığında ortaya çıkması olabilir. Nitekim bu durum SGK’da görevli şef tarafından önüme getirildiğinde, hesaplama tekniğini öğrenmem için rehberliğe ihtiyaç duymuştum. Diğer bir sebebi de karmaşık, değişken, genelge ve yönetmeliklerle dolu mevzuatı sebebiyle, hukukçuların sosyal sigorta hukukundan uzak durması olabilir. Nitekim mahkemeleri en çok meşgul eden dava türleri arasında sosyal sigorta davaları ön sıralarda yer alırken, uzman hukukçu sayısı oldukça azdır. Muhtemelen bu yüzden söz konusu tasarı, tasarı kanunlaştıktan sonra da kanun, yeterli sayıda uzman hukukçunun denetiminden geçme imkânı elde edememiştir.
Sosyal sigorta kanununda yer alan “maaş, aylık, gelir, ödenek” gibi kavramların çokça birbirine karıştırıldığı dikkati çekmektedir. Nitekim bu makalenin konusunu oluşturan “aylık”ın kanundaki karşılığı “sürekli iş göremezlik geliri”dir. Ama siz değerli okuyucuların konuyu daha kolay anlaması bakımından aylık kavramını kullanmayı tercih ettiğimi belirtmeliyim. Hukuksal açıklamalar yapmaktan, hesaplama tekniğinden söz etmekten, kanun maddeleri vermekten özellikle kaçınarak konuyu ana hatlarıyla takdim ettiğimi de eklemeliyim. Yoksa bu konu bir hukukçu tarafından, akademik ya da hukuki bir metinde bu şekilde anlatılmaz. Akademik üslupla yazılsa okuyucular tarafından kolay anlaşılmaz. Nitekim üç ayrı çalışmada gündeme getirdiğim hâlde bu konunun gündem oluşturamaması da akademik çalışmaların okunurluk düzeyinin azlığından, teorinin uygulamaya uzanamamasından kaynaklanmaktadır.
SGK aylıkları ve sosyal yardımlar karşılaştırmasında çarpıcı durum!
Bu aylığın dörtte üç oranında düşürülmesi yanında çarpıcı bir durum daha var ki o da sosyal yardımlarla karşılaştırıldığında ortaya çıkan tablodur. Örneğin bugün iş kazası geçirerek yüzde 40 oranında sürekli iş göremez olan bir işçiye SGK tarafından 7 bin 281 lira 540 kuruş aylık bağlanacaktır. Aynı oranda engelli olan muhtaç bireylere de devlet, Vakıflar Genel Müdürlüğü aracılığıyla 6 bin 339 lira 36 kuruş sosyal yardım yapmaktadır. Birisi, yıllarca primi alınmış bir sosyal sigorta yardımıyken, diğeri sisteme hiçbir katkısı olmayan kişilere bağlanan bir sosyal yardımdır, bir nevi sosyal sadakadır. Görüldüğü üzere sosyal sigorta yardımının sosyal yardımlarla arasındaki fark çok azdır.
2012 yılında yaptığım bir araştırmaya göre yüzde 40 engeli olan bir kişi 482 TL sosyal yardım alırken, iş kazası neticesinde yüzde 40 engelli hâle gelen işçiye SGK 299,88 TL aylık bağlamaktaydı. O dönem sosyal sigorta yardımları sosyal yardımların çok daha gerisindeydi. Sosyal sigorta yardımlarının, sosyal yardımların çok daha fazla üzerine çıkarılması gereklidir. Bu sonuca sosyal yardımları kısarak ulaşılmaması koşuluyla.
Bu insanları aç mı bırakacağız?
Sonuç olarak iş kazası geçiren ya da meslek hastalığına yakalanan işçileri aldıkları aylıkla geçinebilecek aşamaya getirmek iyi bir sosyal güvenlik sistemi için zorunluluktur. Bu kişilerin aylıkları kesilmeksizin çalışmaları mümkün ise de yeniden iş bulmaları hiç kolay olmamaktadır. Çalışmazlarsa emeklilik şartlarını sağlamaları da neredeyse imkânsızdır. Bağlanan aylıkla geçinmeleri, aile geçindirmeleri de mümkün değildir. Peki bu insanları aç mı bırakacağız? Mesleki bir riske maruz kaldıkları için mağdur olan, engelli hâle gelen fakat sesleri solukları hiç çıkmayan, hatta mahrum bırakıldıkları haklardan da bîhaber olan bu kişiler için bir gündem oluşturma zamanı çoktan geçmiştir.