Sağda, 16 yaşındaki bir çocuk tarafından hayattan koparılan sevgili Ahmet Minguzzi’nin annesinin tarifsiz acısı… Solda ise, devletin güvenlik güçlerinin kurşunlarıyla yaşamları ellerinden alınmış küçücük Kürt çocuklarının geride bıraktığı sessizlik… İki farklı yüz, iki farklı hikâye gibi görünse de, bu trajedilerin ortak paydasında aynı yapısal sorunlar yer alıyor: adaletsizliğin kurumsallaşması, hukukun keyfiliğe teslim edilişi, demokrasi ilkesinin yalnızca adıyla var olması ve toplumsal eşitsizliğin derinleşen uçurumu.
Bu acılar münferit değil, tesadüf değil. Her biri, toplumun vicdanında açılmış derin yaralardır. Adaletin belirli kimliklere göre işlediği, hukuk sisteminin güçlüden yana taraf olduğu, farklı kimliklerin ötekileştirildiği bir düzende, bu tür kayıplar yalnızca sonuçtur. Sebep ise çok daha yapısal, çok daha sistemiktir.
Acılar arasında hiyerarşi kurmak, kiminki daha çok yanıyor diye tartmak insanlığımızı zedeler. Oysa ortak paydada buluşabiliriz: Her yaşam değerlidir. Ve her kayıp, hakikatin üzerini örten karanlık bir örtüdür. Bu örtüyü kaldırmak ise ancak gerçek bir hukuk devletiyle, kapsayıcı bir demokrasiyle ve eşit yurttaşlık ilkesiyle mümkündür.
Bu tür acıların çözümü, cezalandırıcı adalet anlayışından öteye geçerek, onarıcı ve dönüştürücü adalet çerçevesinde ele alınmalıdır. Çünkü ortada yalnızca suç yoktur; aynı zamanda ihmal edilmiş haklar, bastırılmış kimlikler ve ötelenmiş insanlık halleri vardır.
Onarıcı adalet
Etik çözümün ilk adımı, mağdur yakınlarının sadece duygusal değil, kamusal olarak da tanınmasıdır. Acıların görünür olması yetmez, devletin ve toplumun bu acılara açık ve samimi bir yüzle yönelmesi, sorumluluğu kabul etmesi gerekir. Bu, hem adaleti hem de toplumsal barışı onarır. Katiller cezalandırılsa bile, arkada bıraktıkları yaraların iyileşmesi bu tür bir yüzleşme olmadan mümkün değildir.
Kolektif hafızanın inşası

Etik çözüm aynı zamanda kolektif bir hafıza inşa etmeyi gerektirir. Ahmet Minguzzi’nin hikâyesi de, sokakta vurulan Kürt çocuklarının hikâyeleri de kamusal bellekte yer bulmalıdır. Bu, ölülerin anısını yaşatmak değil sadece; yaşayanların daha adil bir düzen talep etme hakkını güçlendirmektir. Her bireyin acısının, kimliği ne olursa olsun, eşit derecede değerli olduğunu kabul etmek, demokratik bir toplumun temelidir.
Kurumsal reformlar ve eşitlikçi hukuk
Etik çözüm, hukuk sisteminin yapısal olarak tarafsız, erişilebilir ve eşit işlemesini şart koşar. Çocuk yaşta bir katil üreten toplumsal koşullarla yüzleşmeden ya da belli çocukların ölümünü meşrulaştıran devlet pratiklerini sorgulamadan adalet mümkün değildir. Eşit yurttaşlık ve şeffaf yargı, yalnızca teknik değil, aynı zamanda etik bir gerekliliktir.
Empati temelli yurttaşlık bilinci
Toplumu dönüştürecek uzun vadeli etik çözüm, bireylerin birbirinin acısını sahici biçimde anlamasını sağlayacak empati temelli yurttaşlık bilinciyle mümkündür. Eğitim sisteminden medyaya kadar her alanda bu bilinç beslenmelidir. Çünkü kimliğe, coğrafyaya, dile veya inanca göre insan yaşamının değeri değiştiği sürece, etik bir toplumdan söz edilemez.
Sonuç olarak, bu iki farklı acıya verilecek etik yanıt, sadece yas tutmak değil, adaletsizliğe karşı durmak, yapısal şiddeti sorgulamak ve yeni bir toplumsal sözleşmeye yönelmek olmalıdır. Bu da ancak bireylerin vicdanı, kurumların sorumluluğu ve kamusal etikle mümkün olur.