İHD Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici ile, yasakların olduğu bölgelerdeki hak ihlalleri üzerine konuştuk.
Siyasi Haber / Diyarbakır
Röportaj: İsa Artar
Sur’da, Cizre, Silopi, Nusaybin ve Dargeçit’te devam eden bir abluka var. Bölgedeki gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?
7 Haziran öncesi ve sonrası, 24 Temmuz’da fiilen ateşkesin bozulmasıyla başlayan süreç, devletin eski aklının değişmediği, tutumunun değişmediğini gösterdi bize. Kuşkusuz buradaki gelişmeleri ortadoğu’dan, Rojava’dan bağımsız düşünemeyiz. Ancak devletin topyekün bir hazırlık içinde olduğunu gördük. Birden savaşa başlaması, askeri operasyonların yoğunlaşması, gerek askeri, gerek siyasi operasyonların düzenlenmesi…
Talepler iletildi… Bunlar müzakere süreçleriyle çözülebilirdi. Ancak her şey reddedildi, her şey inkar edildi. İnsanlar “90’lı yılların anlayışı devam ediyorsa bizler de kendimizi savunmak durumuna düşüyoruz” dediler. Bizim özet olarak söyleyeceğimiz şey, ciddi yaşam hakkı ihlalleri oluyor, 90’lı yıllardan daha ağır bir tablo ile karşı karşıyayız.
Peki İHD’nin yaşam hakkı ihlalleri ile ilgili ulaştığı bilgiler nelerdir?
Sokağa çıkma yasağı Sur’da birkaç kez uygulandı. Diğer dönemlere ilişkin rapor hazırlamıştık. Ancak şu an varolan yasakta saha çalışması yapamadığımız için somut bir veri elimizde yok. Ancak sivil insanların öldürüldüğünü, pek çok sivilin yaralandığını söyleyebiliriz. İnsanlar göçe zorlanıyor. Sur’daki tablo budur. Sur’daki tablo ile Kürdistan’ın diğer ilçelerdeki tablo aynıdır. Cizre’si Silvan’ı, Silopi’si aynı özel birlikler tarafından düzenlendiği için yöntemler aynıdır. İnsanları bütün haklarından mahrum bırakıyorlar.
Diyarbakır’daki eylemlerde insanlar gözaltına alıyor, bazıları ise tutuklanıyor. Bunlarla ilgili bilgi verebilir misiniz?
Gözaltı olayları çok yaşanıyor, ev baskınları almış başını gidiyor. Hiçbir kural kaide de tanınmıyor. Devletin bu sürece bir hazırlığı vardı. Askeri alanda, yasal alanda, bürokraside, yargıda… Bazı yasalar çıkarıldı. Bir tarafta bürokratların yetkilerini arttırdı, kolluk kuvvetlerinin yetkilerini artırdı. Bunun sonucu olarak da çok sayıda ev baskını oluyor. Çok sayıda insana işkence ediliyor. Ve hukuksuz bir şekilde gözaltılar gerçekleşiyor. Gözaltı süresince de kötü muameleye maruz kalıyor. Çoğunlukla tutuklanmayla sonuçlanıyor bu olaylar.
Gazetecilerin, sivil toplum kuruluşlarının, siyasetçilerin üzerinde de bir baskı mevcut. Her yönden baskıya tanık oluyoruz. Hemen hemen her toplumsal gösteride insanlar yaşamını yitiriyor, bir çok insan gözaltına alınıyor. Dolayısıyla bu bir bütün olarak süren, devam eden bir politikanın ürünüdür.
90’larda bir baskı durumu mevcuttu, sindirilmiş bir toplum vardı. İnsanlar düzenlenen operasyonlarda infaz ediliyordu. AKP bunun bittiğini söylüyordu. “OHAL bitti, köyümde rahatça yaşıyorum” yazılı bilboardlar gördük. 90’larla bugünleri karşılaştırınca nasıl yorumluyorsunuz?
90’lı yıllarda köyler yakılıyordu, şimdi şehirler yakılıyor. 90’larda insanlar öldürülüp kaybediliyordu, şimdi öldürülüp sokak ortasında bırakılıyor. Yani uygulama daha ağır bir şekilde devam ediyor. Kim sesini çıkarırsa, kadın, çevre, gençlik örgütleri olsun insanların adalete olan inancı yerle bir edilmiştir. Bir çok cinayete karışan kamu görevlileri soruşturmalara tabi tutulmuyor. 90’lı yıllarda katliam yapanlar serbest bırakıldı. Toplumun gözüne baka baka o katiller sahiplenildi. Dolayısıyla devletin aklı değişmedi. Uygulamalar dönem dönem artıyor, dönem dönem azalıyor. Bireyin temel hak ve özgürlüklerini hiçe sayan, inkar politikası olan bir durum mevcut.
Peki bu savaş ortamının sona ermesi için öneriniz nedir?
Bi kere inkar ve imha politikalarından vazgeçilmesi gerekiyor. İnkar politikalarının ortadan kaldırıldığı söyleniyor. Doğru değil bu. “Romanlar, Kürtler, Aleviler, Süryaniler vardır” demekle bitmiyor. İnsanların bireysel ve kolektif haklarını güvence altına alınca inkar biter. Dolayısıyla tüm bunların bitmesi için yasal ve anayasal güvenceyle hakların kabul edilmesi gerekir. Bunlar için demokratik bir ortamın oluşması lazım. Sorun kimleyse onlarla konuşmak gerekir. Romanlarla ilgiliyse Romanlarla, Alevilerle ilgiliyse Alevilerle, Kürtlerle ilgiliyse Kürtlerle konuşmak gerek. Diyalog ortamı yaratılmazsa, diyalog ve müzakere ortamı ortadan tamamen kaldırılırsa yerini silahlar alır. O yüzden çözümün diyalog ve müzakerede olduğunu düşünüyorum.
(Bu röportaj 24 Aralık günü gerçekleştirilmiştir.)