Dünyada ve Türkiye’de homofobiye, ayrımcılığa, militarizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadele veren; iktidar, baskı ve tahakküm ilişkilerini sorgulayan ve gittikçe daha çok görünür olan LGBTİ hareketine dair Kaos GL Aktivisti ve SYKP ve HDP Parti Meclis Üyesi Remzi Altunpolat ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Röportaj: Özlem Bayat
Son zamanlarda LGBT çevrelerinde LGBTİ adına “İ” (İnterseks) eklenmesi konusunda bir ortaklaşma olduğu görülüyor. “İ”’nin eklenmesinin nedenini açıklar mısın?
Öncelikle LGBTİ kavram seti ile ilgili bir çekincemi söyleyerek başlamak isterim. LGBTİ kelimesini açarsak Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans demek. Bu kavram setinin bir bütün olarak kullanılmasından yana bir sıkıntım var. Sıkıntım kavramların kullanılmasından yana değil, LGBTİ çevreleri dışındaki kesimlerin kullanma biçimleri ile ilgili. Şimdi Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans kelimelerinin ben açık açık söylenmesi gerektiğini düşünüyorum. Nedeni ise, ilk başlarda LGBTİ hareketi olarak biz bu kavram setini, cinsel çoğulluğumuzu ve cinsel çeşitliliğimizi ve farklılıklarımızı vurgulamak için kullanmaya başladık. Şimdilerde ise LGBTİ dediğimizde insanların kafasında hiçbir şeyin oturmadığını bundan tam olarak ne murat edildiğinin anlaşılmadığını ve muğlak kaldığını düşünüyorum. Özellikle şunlarla karşılaştık, LGBTİ yerine “LPG” diyenler veya LGBTİ kavramını “KPSS” kavramıyla özdeşleştirenler oldu. Gezi direnişinden sonra ise sol/sosyalist örgütler, çevreler LGBTİ’ler, LGBTİ’ciler demeye başladı. Bu ise kendi içinde sanki ayrı bir örgütmüş, dernekmiş gibi bir algı yaratıyor. Bir başka problem ise, “LGBTİ birey” kavramsallaştırılmasında. LGBTİ birey ne demek? Kişi aynı anda hem lezbiyen hem gey hem trans olma potansiyeline zannımca sahip değildir. LGBTİ’yi bir bütün söyleyince sanki kişinin cinsiyet kimliğini ifade ediyormuşuz gibi bir ifade ortaya çıkıyor ama böyle bir şey yok. Sürekli “birey” vurgusu yapılması ontolojik olarak LGBTİ’leri tekil vaka olarak görmeyi ve onlara toplumun dışındaymış ve bir grubu bir topluluğu temsil etmiyormuş gibi algılanmalarına neden oluyor. Biz kadınlara kadın bireyler, alevilere alevi bireyler, kürtlere ise kürt bireyler mi diyoruz? Peki bize niye LGBTİ’lere LGBTİ bireyler diyelim, diyeceksek LGBTİ’ ler demeliyiz diye düşünüyorum. Ben her zaman şundan yanayım, LGBTİ kavram setinin tam oturması için fazladan açık açık yazmalı (Lezbiyen, gey, biseksüel, trans ) sonrasında ise LGBTİ’ler demeliyiz.
“İ” kavramına gelirsek, bu kavram şu aralar merak konusu. Sonradan eklenen ‘İ’nin İbne anlamına geldiğini düşünenler bile var. Gerçi bazı LGBTİ çevreler yapı bozumcu bir tarzla ibne kelimesini sıkça kullanmaktalar. Sonradan eklenen ‘İ’ kavramı interseksüel demek. Cinsel çoğulluğu ifade ediyor. İnterseks olmak bir cinsel yönelimi ifade etmez. Tıbbi olarak hermafrodit denilen, halk arasında ise çift cinsiyetçi denilen hem vajina hem penisle doğan insanlardır. Örneğin dışardan sizin vajinanız gözükebilir ama iç organlarınız biyolojik erkeğinki gibi şekillenmiştir, yumurtalıklarınız yoktur, doğurma özelliğiniz yoktur. Bu anlamda siz interseks insan kategorisine girersiniz. Bu kişi kendisini erkek ya da kadın olarak hissedebilir. İnterseksüel politika tam da burada devreye giriyor. Sistemin bizi normalize eden yapılarına teslim olmayalım şeklinde yürütülen bir politika esasında. Kişinin bedeni üzerindeki müdahaleye ailesi karar vermesin, bu beden ucube bir beden olarak tanımlanmasın, normal pedagojisi içerisine sokulup kişinin kendi isteği dışında kadın ya da erkek olarak seçim yapmak zorunda bırakılmasın. Kişi kendisini kadın ya da erkek olarak tarifleyebilir, erkek ya da kadınlara ilgi duyabilir ve bedenine de kendi iradesi dışında müdahale edilmesini istemeyebilir ancak süreç kesinlikle kişinin kendi iradesiyle yürütülmelidir.
LGBTİ mücadelesini bir anti-kapitalist mücadele dinamiği olarak görüyor musun? Neden böyle olduğunu açıklar mısın?
Öncelikle LGBTİ hareketini bulundukları coğrafya öznelinde nasıl şekillendiklerine, nasıl bir evrim süreci yaşadıklarına ve süreç içindeki iniş-çıkış noktalarına göre ele almak gerektiğini düşünüyorum. LGBTİ hareketinin ilk çıkış yeri 1960’lar ve 70’ler arası Avrupa’dır. O zamanki toplumsal hareket içerisinde kendilerini anti-sistemik yani anti-kapitalist olarak ortaya koydular. 1980’lere geldiğimizde burjuva demokrasisi içerisinde kazanılan kimi yurttaşlık haklarına bağlı olarak bazı çevreler bu özelliğini yitirmişlerdir. Tabi LGBTİ hareketini homojen bir özne olarak ele alamayız. 90’larda Queer hareketi ortaya çıktı. Bu hareketle birlikte LGBTİ’ler, verili sistemin içinde kazanılan yurttaşlık hakları taleplerinin bir adım ötesine geçerek devrimci politikayı tartıştılar ve diğer toplumsal hareketlerle ittifakların kurulmaya başlandığı bir hareket dönemi oldu. Queer çağrısında aynı zamanda heteroseksüelleri de kapsayarak onların da kendi cinsiyetlerini sorgulamasını istedi. Bu anlamda queer hareketi sadece LGBTİ’lere yönelik bir şey değil.
Ben genel olarak şöyle düşünüyorum. Sistem LGBTİ’leri ne kadar kapsamaya çalışırsa çalışsın, onu bir bütün olarak kapsayamaz. Evet, kapitalizme eklemlenmiş çeşitli şeylerden bahsedilebilir, mesela “pembe ekonomi” gibi. Ama sürekli verili kapitalist sistemin normalizasyon süreci bir yerde tıkanacaktır. Kendini yenilemek zorunda olan sistem, burjuva demokrasisinin gelişkin olduğu ülkelerde bile verilen hakları daha sonradan geri alabilir. Bunun farkında olmak gerekir. Ancak her halükarda verili sistem içerisinde LGBTİ’ lerin her kazanımı, sistemi yıpratma ve onun temellerini sarsma adına önemlidir.
Türkiye özgülüne bakmak gerekirse, burada da belirgin bir biçimde mücadele anti sistemik olarak yürütülmekte, resmi ideolojinin karşısında kendisini konumlandırmaktadır. Daha önce çeşitli yapılanmaların oluştuğu LGBTİ hareketi asıl olarak 90’lardan itibaren ana sütunlarını oluşturmaya başladı. Peki nelerdir bu sütunlar; anti militarist olmak, feminizmle, kürt özgürlük hareketiyle, ekoloji mücadelesiyle yakın olmak ve onlarla ittifak kurmaya çalışmak. Sendikal alana bakmaya çalışmak, kendisini politik olarak gören öznelerle, yapılarla yan yana yürümek onlarla müttefik olmaya çalışmaktır. Ana damar olarak bu yoldan yürür. LGBTİ hareketinin kendisi ve politikası anti sistemiktir. Aynı zamanda hala ve hala eşit yurttaşlık ve tanınma talepleri yönünde mücadelesini sürdürmektedir. LGBTİ’ler anayasaya cinsiyet kimliği, cinsel yönelim kelimelerinin girmesi yönünde mücadele etmekteler.
Sosyalist hareket içindeki güçlerin LGBTİİ’ler ve LGBTİİ hareketi hakkındaki tutumu nasıl? (Bir sınıflandırma yapılırsa hangi ana eğilimlerden söz edilebilir.)
Hem sosyalist hem de LGBTİ hareketi içerisinde yer alan biri olarak bu konu üzerine uzun yıllardır düşünüyorum. Sadece Türkiye’de değil 70’lerde dünyanın başka yerlerinde de egemen sosyalist yapılar gerek LGBTİ meselesinde gerek kadın sorununda görmezden gelen, hatta dışlayan bir tutum içerisindeydiler. Ama orada bu tartışmalar kısa sürede aşıldı ve bu sorunlar mücadeleye içerildi. Türkiye’deki özgül durum şu ki bu süreç geç başlamış uzun sürmüş ve halen devam etmektedir. ÖDP’nin kuruluş aşamasında bu konular tartışıldı. Değerli bir deneyim olan bu döneme ilişkin benim eleştirim, LGBTİ’lerin parti içerisinde sadece vitrin olabilmesidir. Talepleri ÖDP’nin genel politikası değildi. Eşcinsellerin haklarını savunuyoruz, ayrımcılık yapılmayacak, “onlar da insan” mantığıyla hareket edildi.
Homofobiyle, transfobiyle, heteroseksizmle cepheden bir yüzleşme yapılamadı. Bir iki kişinin görünürlüğü üzerinden yapılan bu tarz siyaset sadece söylemsel düzeydeydi ve gerçek bir dönüşüm sağlayamadı.
2000’lerde sosyalist yapı ve kurumlarla etkileşim başladı. Bunda başat rolü LGBTİ’ler oynadı. Sosyalistlerle birlikte yürümekteki ısrar bunu mümkün kıldı. İlk kez 96’nın 8 Mart’ında ve 2001’in 1 Mayıs’ında alana çıktık. Çevreden “Bu ibnelerin burada ne işi var”dan tutun da “Çok renkli ve eğlenceli insanlarmış”a kadar çeşitli tepkiler aldık.
Tabii bazı sol/sosyalist çevreler ile zaman içerisinde çeşitli ortaklıklar yaşasak da birçok kurumla da sıkıntılar cereyan etti. Mesela Güler Zere Platformu’na katılmayı istediğimizde özellikle bir yapı buna karşı çıkarak, onların yer alması halinde platformdan ayrılacağını söyledi ve bizimle birlikte yer alan sosyalist yapıları da çürümüş olmakla itham etti. Hala da aynı tavrı sürdürmekteler. Halkın değerleri adına en geri şeyleri savunmak sosyalizm değil popülizm yapmaktır. Bilinmelidir ki halkçılık başka popülizm başka bir şeydir.
Trajikomik bir örnek anlatayım; 2007 Homofobi Karşıtı Buluşma’da “Devrim Beni Aramadı” adlı bir belgesel film gösterdik. Çeşitli sol/sosyalist çevrelerden insanlara eşcinsellik hakkında ne düşündüğü soruluyordu. Bir kadın, eşcinselliği çürümüş kapitalist sistemin bir sonucu olarak görüyordu. Devrim sonrasında eşcinselleri Küba’da tedaviye göndererek iyileştirileceklerini söyleyebilmişti. Gezi İsyanından sonra herkes LGBTİ meselesine bakmaya başladı. Güzel bir gelişme, ancak hareket sanki Gezi’yle çıkmış gibi davranılıyor. LGBTİ hareketinin Gezi İsyanında bir sıçrama yaşaması 20 yıllık mücadelesinin bir kazanımıdır. HDP ile yeni bir evreye girdik. İnsanlar artık bu alanı tanımak, bu alanla tanışmak istiyorlar. LGBTİ kavramsal setini söylemlerinin içerisine yerleştirmeye çalışıyorlar.
HDP içerisinde LGBTİ’ler kendilerini misafir ya da vitrin ögesi olarak değil evlerinde hissediyorlar. Müdahil oluyor, değiştirmeye, dönüştürmeye, birlikte eylemeye çalışıyorlar.
Geçtiğimiz ay Program ve Tüzük konferansını yapan ve programında ayrı bir yer tutan LGBTİ taleplerini geliştiren, üyesi olduğunuzSYKP ve LGBTİ hareketi ilişkisi üzerine neler söylemek istersin?
SYKP’yi oluşturan bileşenler daha önceden bu meseleyi tanımış, bilen, bunun farkındalığı içinde olan kesimlerdi. LGBTİ hareketiyle ilk kez tanışan ve çeşitli platformlarda LGBTİ hareketinin hakkını müdafaa eden yapılar olarak bugün SYKP içerisinde yer alan gelenekleri sayabiliriz. Bu bilinç SYKP’nin kuruluş sürecinde bir sıçrama yarattı. Kendini daha rahat ifade eden LGBTİ’lerin burada yer alması tesadüf değildir. Tabii SYKP’nin heteroseksizm başlığında herkeste eşit bir bilinç oluşturduğunu söylemek için erken. Kuşkusuz bunlar zaman içinde olacaktır, daha fazla yol alan SYKP’nin de süreci daha hızlı yürüteceğini düşünüyorum. Diğer yapılarla mukayese ettiğimde SYKP’nin, LGBTİ meselesindeki farkındalığını derinleştirmeye ihtiyacı var. Diğer yandan SYKP’yi özgül kılan taraflardan biri de, LGBTİ’lerin öz örgütlenmesini önemli bir dinamik olarak görmesi ve desteklemesidir. Kendisine eklemleme ve mas etme değil, LGBTİ dinamiği ile müttefik olma, yoldaşlık ilişkisi kurmak şeklinde bir perspektifi var SYKP’nin.
AKP hükümetinin ve devletin diğer kurumlarının neo-liberal politikaları ile başlayan yağmaya karşı binlerce insanın sokaklara çıkarak isyan etmesinin diğer adı olan “Gezi İsyanı’nin, en önemli özneleri olan LGBTİ bireylerin gözünden okumak istersek neler söylersin?
Gezi İsyanı’nda en başından itibaren üç yapının öne çıktığını düşünüyorum. Sosyalistlerin de yüzünü dönmesi gereken bu üç yapıdan birincisi LGBTİ hareketi, ikincisi Anti-kapitalist Müslümanlar, üçüncüsü ise taraftar grupları. Gezi İsyanı’nda buralarda çeşitli potansiyellerin açığa çıktığını görüyoruz. Ben 31 Mayıs gecesi başlayan bu kentsel ayaklanmaya özellikle İsyan demeyi tercih ediyorum. Bir direnişle başlayan bu ayaklanma İstanbul ve Ankara özgülünde daha sonrası için çeşitli taleplerde bulunarak bence isyana evrilmiştir. Gezi İsyanı’nı değerlendirirken şuna da dikkat çekmek önemlidir. Bu isyan bu coğrafyanın her yerinde aynı dinamiklerle mi gelişti? Gezi İsyanı farklı bölgelerde farklı dinamiklerle gelişti. İstanbul-Ankara’da isyan birbirine benzer gelişti mesela. Kürtler, sosyalistler, LGBTİ’ler, kadınlar en başından beri sokaktaydı. İstanbul’un farkı ise orada komünal bir yaşayın hayata geçirilmesi oldu. İzmir-Eskişehir-Antalya’daki isyan ise daha yoğunluklu olarak ulusalcıların etkisi altındaydı. Adana-Antakya’daki potansiyel ise daha farklı seyretti ve bence oradaki isyan, hem savaşın etkisi hem de alevi dinamiğinden ötürü alevi isyanıydı. Ayrıca sosyalistler bütün değerleriyle en başından beri gezi isyanın içerisinde ve önemli bir dinamiğiydi. Yalnız bu isyanı kapsayamadılar. Bu ise verili sosyalist yapıların örgütsel formlarını gözden geçirerek sorunlarını açığa çıkardı. Gezi İsyanı’nın bir örgüte ihtiyacı vardı. Bu örgütsüzlük hali daha sonradan o meşhur gezi ruhu dediğimiz kitleyi şimdi seçim sandığına indirgedi. HDP bu süreci iyi yönetebilseydi daha farklı bir süreç yaşıyor olacaktık.
LGBTİ’ler açısından değerlendirdiğimizde bir sıçrama yaşandığı aşikar. Yalnız LGBTİ hareketine sanki geziyle birlikte ortaya çıkmış gibi davranılıyor. LGBTİ hareketinin geçmişini unutmamak gerek. Gezi İsyanı’nın ilk başladığı andan beri örgütlü LGBTİ’ler yer aldı. Alanlarda, sokaklarda, meydanlarda daha fazla yer alması diğer sol/sosyalist çevrelerle ve bireylerle etkileşimini arttırdı, iletişimini güçlendirdi. LGBTİ hareket kendi dilini dolaşıma soktu ve bu sahiplenildi. Haziranda yapılan onur yürüyüşünde de zaten bunu gördük. Gezi İsyanı LGBTİ’lerin kendi içerisinde de daha önce örgütlü olmayanların ortaya çıkmalarına ve örgütlenmelerine sebep oldu. Hareket içinde yeni örgütlenmeler oluştu. Örneğin; Hevi İstanbul gibi. Ayrıca İstanbul’da LGBTİ Blok oluşturuldu. Gezi İsyanı’yla birlikte aslında LGBTİ diliyle bir “coming out” yani kamusal açılma yaşandı. Şu da önemlidir İstanbul’da LGBTİ’lerin Ülker Sokak’tan çıkarılması sürecinde Kaos GL “eşcinsel gettolar değil, şehrin tamamını istiyoruz” sloganıyla kent hakkı mücadelesini daha öncesinden başlatmıştı zaten. Gezi parkının kapatılması süreci de benzer bir özellik taşıyor çünkü gezi parkı LGBTİ’lerin kamusal alanıydı. Sosyalleştiği, partner buldukları bir Lubunya dilinde çark yaptığı bir mekandı. Bu mekanın kapatılması en başından LGBTİ’lerin orada olmasının bir parçasıdır aynı zamanda.
LGBTİ’ler en temel haklarından, yaşama, çalışma, barınma, sağlık ve eğitim gibi mahrum bırakılıyorlar. LGBTİİ hareketinin yıllardır verdiği anayasal eşitlik mücadelesi de görmezden geliniyor. Sence Türkiye’de homoseksüel birliktelikleri, kişi ve mülkiyet haklarını ve transseksüellerin cinsel kimliklerini yasal olarak değiştirmelerini yasallaştıracak ve tanıyacak yasalarla birlikte nasıl bir ilerleme sağlanmış olacak?
Türkiye’de verili sistemin içerisinde hiçbir şekilde tanınmayan ve başkalarıyla eşit görülmeyen bir kitle var. Bu kitleye, evlenmeyi talep etmeyin, geçiş operasyonu yapmayı talep etmeyin diyemeyiz. Bu işçiye sen niye sendikal taleplerde bulunuyorsun demeye benzer. Biz sistem içi taleplerimizde bölüşüm ilişkilerimizi nasıl daha adil düzenleyebileceğimize bakarız. LGBTİ’nin talepleri bu sistemin temellerini aşındırmaya yönelik taleplerdir. LGBTİ’ler açısından bu talepler, tanınma, başkalarıyla eşit olma demektir. Bence siyaset yapmanın kendisi, verili sistem karşısında sesi çıkmayanların, kendini ifade edemeyenlerin ya da bastırılanların adına onların hakkını savunmaktır. Hak dediğimiz şey birilerine ayrımcılık yapılması değildir, bir başkasının benimle eşit olabilmesi için ben neler yapabilirim nasıl mücadele edebilirimin sorgulanmasıdır. LGBTİ’ler de iş yerinde ayrımcılığa uğramamak, sendikal haklardan yararlanmak, biriyle hayatını paylaşmak, evlat edinmek istiyor. Trans geçiş operasyon yaptırarak medeni kanunda ifade edilen cinsiyetini değiştirerek bedeniyle cinsiyetini uyumlaştırmak kendi olmayı istiyor. Aslında çok insani ve gündelik süreçlerden bahsediyorum. Bunları bir kenara koyamayız. Türkiye’de anayasadan, iş kanununa, nefret ceza yasasına kadar LGBTİ’lerin talepleri yönünde tam eşitlik sağlanmalıdır. En azından sistem içi burjuva demokrasisinin sağlanması adına. Biz tabi ki devrimci politikalar yapacağız, bunu yurttaşlık hakları ile sınırlandırmıyoruz ama önce kendi hakkımız olanı almak istiyoruz.
Yerel seçimlerde LGBTİ’ler farklı partilerden, farklı il ve ilçelerden belediye meclislerine aday adayı oluyor. Aday adayı olunan bölge özelinde belediye meclisinde bir LGBTİ olmasının yerel politikaya etkileri, katkıları neler olabilir?
Bu seçimlerde LGBTİ adaylar HDP ve CHP’den belediye meclis üyeliklerine aday adayı oldular. Öncelikle aday olunması kamusal alanda temsil edilme açısından çok önemlidir. Madem ki Gezi İsyanı’ nın öznesi ve 20 yıldır politika yapıyor bu insanlar, o zaman siyasal düzlemde de kendi vücuduyla kendi varlığıyla temsil edilmesi artık ertelenemeyecek bir şey. Bu arada HDP ve CHP arasında ayrım yapmak zorundayız. HDP’nin üzerinde yükseldiği zihniyet, LGBTİ’leri eş özne olarak görüyor ve onlarla birlikte bu sistemi değiştirmeye yönelik bir stratejisi var. Bir sistem partisi olarak CHP ise, LGBTİ’leri tam da AKP’nin karşısında yaşam tarzı meselesi sınırlaması üzerinden çağırıyor. AKP’nin LGBTİ’leri tanımaması, CHP’nin onları tanımasına ve yedeğine almasına sebep oldu. Bu arada adaylıklar CHP’de hala kesin değil. Hem HDP hem CHP ile birlikte reel siyaset içinde yer alan LGBTİ’ ler böylelikle yerel yönetim politikalarını geliştirmeye dönük bir adım atmış olacak. Örneğin, nasıl bir LGBTİ dostu kentler ortaya çıkarabiliriz sorusunun cevabı bu seçim süreciyle tartışılacak ve bu yönde politika geliştirilmesi için uğraşılacaktır. Bu açıdan LGBTİ hareketinin bu seçim sürecinde belediyeyle olan etkileşiminin boyutları önemlidir.
Azeri LGBTİ arkadaşımızın intiharı hakkında çeşitli sitelerde yazılan homofobik söylem içeren bu yazılar hakkında neler söylemek istersin?
İsa’nın ölümü bu sistem içinde heteroseksist aklın çeşitli formlarla uygulamış olduğu baskının bir sonucudur. Bu baskı son hadde insanları intihara sürüklüyor. Bu coğrafyada ve Azerbaycan dolaylarında bu tamamen görünmezliğe itilen bir durum şeklinde daha ağır yaşanıyor. Özellikle giderken bıraktığı mesaj hakikaten iç yakan bir mesajdı. Bunun üzerine Türkiye’deki LGBTİ örgütleri İsa için bir araya gelme çağrısında bulundu. Bu zaten daha önce öldürülen intihar edilen arkadaşlarımız içinde yapılıyordu. Ahmet Yıldız, Rojin Çiçek, gazeteci arkadaşımız Baki Koşar ve daha birçokları için..Şimdi bir bedenin yok edilmesi nasıl bir şeydir? Niye ölüyor, öldürülüyoruz? Neden hedefe konuluyoruz? Judith Butler’ın dediği gibi; “Ortada yası tutulamayacak bedenler var.” Kamusal alanda varlığına tahammül edemediğimiz ancak hoş görebildiğimiz bir beden öldürüldüğünde yası tutulamayacak bir bedene dönüşür. İşte Homofobik iktidar ilişkiler, kültürel ilişkiler burada devreye girer.
Şimdi bir yapıdaki arkadaşlarımızın bir kısmı, adını açıkça söylemekte beis görmüyorum bunlar sosyalist eşcinsel biseksüel trans olarak kendilerini addediyorlar, sosyal medyada şöyle yazdılar; “İsa’nın ölümünün sebebi gey kültürüdür.” Heteroseksizme, patriarkaya, cinsiyetçiliğe, homofobiye vs hiçbir şey söylemeden bunu söylemeleri arkadaşların kendi katillerine aşık olduklarını gösterir. Bu arkadaşlar Türkiye’deki LGBTİ hareketini liberal, STKcı olmakla suçluyorlar ki eleştirilerinde haklılık payını gözetiyorum. Yalnız bir politik öznenin kendini inşa ederken bir başka özneye sürekli vurarak sinik bir tarzda kendini inşa etmesini ise doğru bulmuyorum. Ciddi anlamda merak ediyorum da bugüne kadar LGBTİ hareketinin söylediği sözün üzerine nasıl bir söz koydular da kendilerinde bu denli yekten eleştirebilme cesaretini buluyorlar. Sosyalist EBT’nin nasıl bir ideolojik düzleme oturduğunu bir sosyalist ve bir gey olarak kavrayabilmiş değilim. Bu verili sistem değil de, homofobi değil de, transfobi değil de, heteronormatif dünya değil de neden gey kültürü sebep oluyor anlayabilmiş değilim. Söz üretmek için sokağa çıkan LGBTİ örgütlerin bu süreci manüpile ettiğini söyleyerek yaptıkları karalama çalışması ise nasıl bir zihinsel algıya tekabül ediyor bilmek istiyorum. Bir iddia ortaya atıyorsanız bunun tartışılacak zeminini de oluşturmanız gerekiyor. Arkadaşların iddialarını taşıyacak bir zemine sahip olmadıklarını görüyor ve söylemlerinin AKP’nin söyleminden farksız olamadığını düşünüyorum. Bu söylem insani, vicdani, ahlaki normları aşıyor. Hiçbir şekilde yoldaşlık hukukuna sığmıyor. Ayrıca bunla ilgili de açıklama yaparlarsa kendi adıma sevinirim.
Teşekkürler..