Cengiz ONUR yazdı – Henüz tarımın dünya çapında ne zaman bitebileceğini/çökebileceğini tahmin etmek mümkün değildir. Fakat şu anda süregelen bütün gelişmeler ve veriler göstermektedir ki, bu kaçınılmaz sona hızla yaklaşılmaktadır.
Birleşmiş Milletler’e (BM) ait Gıda ve Tarım Örgütü FAO’nun (Food and Agriculture Organization) son dünya tarım raporu(1), gündemdeki pandeminin ezici ağırlığı altında haber olamadı. Halbuki bu rapor, pandeminin yarattığı ve yaratabileceği tahribatları, kimi yöre ve durumlarda halihazırda gölgede bırakan ve potansiyel olarak bırakabileceği daha ağır felaketlere dikkat çeken bir rapordu aslında.
Bu rapora göre, özellikle 2014 yılından beri açlık içinde yaşayan insan nüfusu tekrar artmaya başlayıp 690 milyona ulaştı, 750 milyon insan gerekli asgari düzeyin altında beslenmek zorunda. 2 milyara yakın insanın yeterli ve besleyici gıda maddelerine ulaşabilmesi mümkün değil. Sağlıklı beslenemeyen insan sayısı ise 3 milyarı geçmiş durumda. 5 yaşından küçük olan çocuk nüfusunun %30’dan fazlası aşırı derecede yetersiz beslenme koşulları altında büyümektedir. Bu koşullar aynı zamanda çocukların vücutlarında, organlarında kalıcı hasar yaratmaktadır. Bu orana her yıl açlıktan ve önlenebilir bir hastalıktan dolayı ölen 5 yaşından küçük olan 6 milyon çocuk dahil değildir. Her 10 saniyede bir çocuk açlıktan ölmektedir. BM’in artık görevde olmayan Özel Raportörü Jean Ziegler bu durumu cinayet olarak tanımlamaktadır.(2)
Paradoksal olarak, bütün dünyada tarımsal alanda şimdiye kadar ulaşılmamış boyutlarda üretim yoğunluğu ve bolluğu var, nüfus başına tarım ürünleri üretimi katlanarak artmaktadır. FAO’ya göre şu anda var olan hasat, hayvan yemi ve enerji üretimi için değil, bütünüyle ve etkin olarak beslenme için kullanılırsa, kaynaklar 12-14 milyar insanı besleyebilir. Raporda tarihte ilk defa olarak insanlığın bütün dünyada açlığı yenebilme olanaklarını elinde tuttuğundan bahsediliyor. Peki, bu olanaklara rağmen küresel çapta bütün bu dengesizlikler, rezaletler, felaketler ve özetle toplu cinayetten başka bir şey olmayan bu durumlar, neden devam ediyor?
Doğrudan bağlantılı olan nedenlerin en önemlisi tarımsal alanların kapitalist sisteme uygun olarak işlenmesinde, bu alanlarda yaratılan ürünlerin küresel çapta pazarlanmasında, tüketilmesinde yatmaktadır. Dolaylı olan nedenler ise genelde küresel çapta başlayan iklim felaketi kaynaklıdır.
Et üretimi
İlk belirleyici ve göze batan en önemli nedenlerden biri; kuzey yarım kürede beslenmenin tahıldan ve bitkisel temelden et tüketimine doğru kaymasıdır.
Resim 1: Sadece 60 yıl içinde dünyada ete olan talep 4,7 kat artmıştır.
Böyle bir gelişmenin akabinde insanlar doğrudan beslenebilmek için artık ekinlerin sadece %43 kadarına sahip olabilmektedirler. Geri kalan hasat hayvanların yemlenmesinde (%36) ve enerji üretiminde tüketilmektedir. Avrupa’da buğday üretiminin neredeyse yarısı hayvan yemi olarak kullanılmaktadır. Bu yazının birinci bölümünde(3) değinilen devasa boyutlardaki hayvan üretimi özellikle OECD-ülkelerinde ve giderek Asya ülkelerinde de yayılmakta. Artan kentleşme aynı zamanda toplam olarak kentlerin yakınlarında çiftlik hayvanlarının yoğun olarak tutulmasını (yani aynı zamanda pandemileri!) teşvik etmektedir. Dolayısıyla güney yarım kürede daha önce ormanlarla dolu olan bölgeler ve yerel gereksinme için kullanılan tahılların ekildiği değerli/verimli tarım arazileri, artık sadece yem üretimine tahsis edilen arazilere ve mono kültürlere dönüştürülmektedirler.(4)
Elbette ekilebilir verimli alanlar, mevcut tarla ürünleri ve bunların içinde bulunan besleyici ögelerin dünyadaki coğrafik dağılımı, doğal koşullardan dolayı farklılıklar gösterir. Bu nedenle gerekli, makul ve doğru olan uygulama; vitamini/besin değeri zengin olan mahsullerin tahıl ürünleri ile değiş tokuşunu, yani temel bir gıda ürününü yok etmeksizin sadece gıda takviyesini sağlayan, adil bir sistemin oluşturulmasıdır. Almanya kendi gıda ihtiyacının %90’dan fazlasını dıştan bağımsız olarak kendi olanaklarıyla fazla dert çekmeden karşılayabilme imkanına sahiptir. Bu aynı zamanda tarım sektöründe sayısız insana çalışma sahası açabilen bir ortam da yaratabilecektir. Fakat yamyamlaşmış kapitalizmin endüstrileştirdiği bir tarım sektörünün böyle bir gelişmeye açık olması ve buna izin vermesi elbette mümkün değildir.
Sadece Almanya’da yıl/kişi başına tüketilen soyanın miktarı patates ve makarnayı geçmiştir ve bu soyanın %80’i hayvan yeminde kullanılmaktadır. Diğer yandan, kendi nüfusu için beslenmeyi garanti altına alamayan ülkelerde verimli tarım alanlarında üretilen protein kaynaklı bitkiler gittikçe daha fazla kuzey yarım kürenin zengin ülkelerindeki et üretimi için ihraç edilmektedirler.
Bu verimli tarım alanlarının, yoğun bir yoksulluk ve sömürü altında tutulmaya mahkum edilen ülkelerden “Land Grabbing” ile nasıl koparıldığını, bunun ardından kapitalizmin tapınakları olan borsalarda “Flex Crops“ üretim yöntemleriyle bitkisel ürünlerin nasıl pazarlandığını daha önceki bir yazıda biraz olsun değinmiştik.(5)
Bu ülkelerin yerel bölgelerindeki küçük üreticilerin, köylülerin, çiftçilerin illa zorbalıkla, resmi mercilerin legal olmayan ve uydurma yaptırımlarıyla kendi topraklarından kovulması şart değil.
Kuzey kürenin, Avrupa Birliğinin (AB) kapitalist merkezlerinin gıda maddelerinde dayattığı ihraç politikaları ile güney yarı-küredeki yerel pazarlarda küçük üreticilerin var olabilmesi imkânsız hale gelmektedir. Örneğin kuzeyin sanayi tarımında üretilip ve sübvanse edilen, ardından damping fiyatlarıyla Afrika’daki yerel pazarlara bir sel gibi akıtılan, Avrupa’da artık yenmeyen dondurulmuş tavuk eti parçalarıyla Afrikalı küçük üreticilerin rekabet edebilmesi mümkün değildir.(6)
Resim 2: 2009 yılına kadar Afrika’ya yılda sokulan yaklaşık 200.000 ton son derece kalitesiz tavuk etinin miktarı sadece 5 yıl içinde neredeyse 3 katına, yani 600.000 tona ulaşmıştır.
Somut bir örnek: 1996 yılında AB’den Kamerun’a 960 ton dondurulmuş tavuk ihraç edilmişti, 2003 yılında bu sayı 22.000 tona çıkmıştır.
Resim-3: Sonuçta geçim kaynağından mahrum kalan yığınla küçük üretici topraklarını elden çıkarmak zorunda kalmakta.
Emperyalizmin bir ülkeyi ele geçirmesi için savaş ve zorbalık şart değil. Güney yarı-kürenin ülkeleriyle yapılan her “borç” sözleşmesinin, her “serbest” ticaret anlaşmasının vazgeçilmez ilk dayatmalarından biri yerel ekonominin ihracata dönük bir değişiklik yapmasıdır. Buradaki en önemli hedeflerden biri genellikle Avrupalı ve/veya Amerikalı şirketlerin pazarlara ve ekilebilir arazilere olan müdahalesini kolaylaştırmaktır. Elbette bu müdahaleler sadece dünyanın güneyinde gerçekleşmemektedir. Türkiye’deki 24 Ocak 1980 kararları buna iyi bir örnektir. Zaten 12 Eylül 1980 darbesinin ön gördüğü “tedbirlerden” biri de bu kararları ve bunlara bağlı uygulamaları garanti altına almak idi.
Bu koşullarda ihracata dönük tarım aslında emperyalist ülkelerin dünyanın her yöresinden tarımsal alanı kendi nüfusu ve çıkarı için yönlendirmekten, bütün bu toprakları gasp etmekten başka bir şey değildir.(7)
Bu korsanlıkları gözleyen, bunu saydamlaştırmaya çalışıp buna karşı mücadele eden bir STK olan Land Matrix, kamuoyuna sunduğu veri bankası ile son yıllarda yoğunlaşan bu gelişmeleri “toprağa hücum” olarak tanımlamakta.(8)
Bu alanda faaliyet gösteren başka bir kuruluş olan Oakland Institute(9) araştırmaları ve açıklamalarıyla şimdiye kadar eşi görülmemiş dalgalar halinde dünya çapında özelleştirme adı altında doğal kaynak ve zenginliklerin nasıl yağmalandığını gösteriyor. Somut olarak altı ülkenin (Ukrayna, Zambiya, Myanmar, Papua Yeni Gine, Sri Lanka ve Brezilya) mercek altına alındığı bir araştırmada(10) hükümetlerin nasıl gönüllü olarak veya baskı altında finans kuruluşlarına, uluslararası sermayenin merkezlerine boyun eğdiği görülmekte. Bu araştırmada özellikle ABD’nin resmi makamlar, Blockchain-Şirketleri ve Dünya Bankası üzerinden bir ülkeyi boyunduruk altına alabilmek için nasıl bir anahtar rolü oynadığı gözler önüne serilmekte.
Tarımın dünya çapındaki sayısal boyutları
Bütün dünyada gerçekleştirilen ihracatta tarım ve gıda maddelerinin payı %8 kadardır. Örneğin Almanya’da tarımsal ürünlerin üçte biri ihracata akmaktadır, kendisi tarımsal ürünlerin hem ithalatında hem de ihracatında ABD ve ÇHC’den sonra üçüncü sırada bulunmakta. Pazarların liberalleştirilmesinden ve 90’lı yıllarda Dünya Ticaret Örgütü WTO’nun (World Trade Organization) kurulmasından beri “gelişmekte” olan ülkelerden Almanya’ya ihraç edilen tarım ürünleri üç katına, Almanya’dan ihraç edilen ürünler ise neredeyse beş katına fırlamıştır.
Resim-4: Tarım ticaretinde dünya çapında olan sıralama
Şu anda AB endüstrileşmiş et üretimini karşılayabilmek için AB dışında 30 milyon hektardan fazla toprağa ihtiyaç duymaktdır ve bu, neredeyse İtalya’nın toprak büyüklüğüne eşittir. Kapitalizmin absürtlüğünde, bir yanda et üretmek için hayvanlar yemlenirken, diğer yörelerde bunun için insanlar açlığa itilmektedirler. Bu dengesizliğin ayrıntı ve boyutlarını The Guardian’dan George Monbiot gayet basit ve çarpıcı bir şekilde açıklıyor.
“Hayvancılığın abartılı işleyişi çok şaşırtıcıdır. Zaten tahıl ve bakliyat şeklinde yetiştirilen kalorilerin %36’sı ve proteinin %53’ü çiftlik hayvanlarını beslemek için kullanılır. Bu gıdanın üçte ikisi, bitkiden hayvana dönüşürken kaybolur. Geçen hafta “Our World in Data” tarafından hazırlanan bir grafikte, fasulye veya bezelyeden bir gram protein üretmek için ortalama olarak 0.01 m2 arazinin yeterli olduğu, ancak bu 1 gram proteini sığır veya koyundan üretmek için 1 m2 alana ihtiyaç olduğu gösteriliyor: Arada 100 kat fark var.” (11)
Resim-5: Et üretimine ait çarpıcı sayılar/oranlar
Burada gözden kaçmaması gereken ve bu duruma doğrudan bağımlı olan başka bir faktör, et ve süt mamulleri üreten dev şirketlerin klima krizini nasıl körüklediğidir.
İki Sivil Toplum Kuruluşu olan GRAIN(12) ve IATP(13), yaptıkları ortak bir araştırmada(14) çarpıcı noktalara değinmektedirler.
Dünyanın en büyük beş et ve süt mamulleri üreticisi şirketin (JBS S.A., Tyson Foods, Cargill Inc., Dairy Farmers of America Inc. (DFA), Fonterra Co-operative Group Limited) toplam olarak yılda oluşturduğu Sera gazı(15) emisyonları Exxon, Shell veya BP’den daha fazladır.
Resim-6: Emisyonlarda gıda endüstrisinin devleri karbon endüstrisinin devlerini geçti sayılır
Benzer bir durum, bu gıda endüstrisi devlerinin ülkeler ile olan karşılaştırmalarında da görülmektedir.
Dünyanın en büyük yirmi et ve süt mamulleri üreticisi şirketin toplam olarak yılda oluşturduğu sera gazı emisyonları Almanya, Kanada, Avustralya, İngiltere veya Fransa’dan daha fazladır.
Resim-7: Gıda endüstrisinden yirmi dev şirket Fransa’nın iki katından daha fazla emisyona sebep olmaktadır.
Açlığın coğrafyası
Dünyada açlık genelde kırsal yörelerde görülmekte, açlık çekenlerin %70’den fazlası kırsal alanlarda yaşamaktadırlar. WTO’nun zorlaması ile kuzeyin damping ürünlerine açılan pazarlardan dolayı yüz milyonlarca küçük üretici/köylü/çiftçi topraklarını yabancı hükümetlere, finans aktörlerine, tekellere, özel şahıslara satmak/parsellemek/terk etmek zorunda kalmıştır. Küresel çapta tarım, beslenme, çevre gibi konulara insan hakları perspektifinden bakan FIAN isimli bir oluşum(16), 2007 yılından beri böyle ele geçirilen toprakları 220 milyon hektar olarak tespit etmekte. Bu alan, AB’nin sahip olduğu toplam tarım alanlarından (180 milyon hektar) daha büyük.
Bu alanların üçte ikisinin Afrika Sahrası’nın güneyinde bulunması bir tesadüf değil. Toprakların en çok “el değiştirdiği”, demokratik-hukuksal yapıların cılız olduğu ve en çok açlığın, yetersiz beslenmenin, sefaletin baş gösterdiği yöreler bu bölgeler. Örneğin Uganda’da devletin yatırım kurumu, Mubende mıntıkasındaki dört köyün ahalisine ait olan topraklara el koyup üstünde kahve ekimi yapabilmesi için Kaweri Coffee Plantation Ltd. şirketine parsellemiştir. Kaweri merkezi Hamburg’da olan ve %100 Neumann Kaffee Holding’ine ait olan bir şirket. Nüfusu 4000 kadar olan dört köyün ahalisi ise ordunun uyguladığı şiddet ile bütün varlığını kaybetmiş, göçe zorlanmıştır, kimisi ise kaçarken öldürülmüştür.(17) Toprakların bu şekilde gasp edilmesi dünyanın birçok ülkesinde yıllardan beri uygulanmaktadır, yani bu örnek sayısız örneklerden sadece birisidir.
Uluslararası alanda faaliyet gösteren şirketler tarafından toprakların bu şekilde gasp edilmesi, buradan yaratılan ve geliştirilen ortamlar çağımıza uyarlanmış bir sömürgeciliği andırmaktadır. Toprakların gaspını yaratan faktörler dünya çapında hayvan yemine, enerji kaynaklarına, fosil ve mineral hammaddelere, suya, uyarıcı/keyif verici maddelere (kahve, çay, tütün gibi) olan artan taleplerdir ve bunlar aktüel duruma göre spekülasyonlar için de çok uygun fırsatlar yaratmaktadır. Ele geçirilmiş toprakların sadece %10 kadarında gıda maddesi üretilmektedir.
FAO ekilebilir toprakların makul olarak kullanılması halinde 60 hasatın daha mümkün olabileceğinden bahsediyor. Elbette bu tespit, burada sadece genel olarak toprakların sorumsuzca kullanılmasının yol açtığı vahim sonuçları ifade etmemektedir. Burada var olan sorumsuzluk ve suç sadece bu toprakların yarısından daha da az olan bir alanında insanlar için gıda maddesi üretilmesi değildir. Bu geriye kalan sınırlı alan üzerinde bile kapitalizm güdümlü endüstriyel tarım tahribatını devam ettirmektedir.
Geçmiş 50 yıl içinde Avrupa’daki tarım sanayii, modern teknolojik uygulamalarla üretimi üç katına çıkarabilmiş durumda. Diğer taraftan ise işlenen toprakların boyutu sadece %12 kadar büyümüştür. Bunu elbette bu sektörde faal olan tarım ve kimya şirketleri hem verimlilikte müthiş olumlu bir ilerleme olarak yutturmaya çalışmaktadırlar, hem de tarımın vazgeçilemeyecek endüstriyel temelde uygulanmasının bir zaferi ve delili olarak lanse etmektedirler. Fakat madalyonun diğer tarafı başka bir gerçeği göstermektedir.
FAO dünyadaki ekilebilir toprakların yaklaşık üçte birinin kalitesinin bozuk olduğuna dikkat çekmekte. Toprakların yapısına göre bu kalite bozukluğu farklı hızla ilerlemekte. Torf/Turba toprakları(18) mineralli zeminlere nazaran daha çabuk çökmekte, süreleri dolmaktadır. 1945 yılından beri bozulan toprakların büyüklüğü 1,2 milyar hektara ulaşmış durumda, bu ÇHC ve Hindistan’ın toplam yüzölçümüne denk gelmekte. BM’ye ait bir istatistiğe göre her dakikada bir 30 futbol sahası kadar verimli toprak kaybolmaktadır.(19)
Topraklardaki erozyonun %84’üne rüzgarlar ve ağırlıklı olarak sel suları yol açmakta. Burada önemli bir faktör, toprakların endüstriyel temelde işlenmesinin bu erozyonları kolaylaştırmasıdır. Tropik yörelerdeki toprakların yüzeyde artık sadece ince seviyede bir humusla kaplı olmasının en önemli nedeni, uluslararası sermaye kuruluşlarının kısa vadede kar sağlamak amacıyla ekilebilir sahalar üzerinde özellikle (yağ amaçlı) palmiye ağacı ve soya bitkisi plantasyonları oluşturmak için, ormanları yok etmesinden kaynaklanmaktadır.
Sistem, tahribini sadece güney tarım küresinde sürdürmüyor. Özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’da izlenen bir sorun, toprakların aşırı derecede gübrelenmesi ve sıkıştırılmasıdır.(20) Yoğun olarak mineralli gübrenin(21) ve azotun aynı zamanda az oranda var olan karbon ile beraber kullanımı toprakların “aç kalmasına” yol açmaktadır. Mono kültürler ve yoğun sulama, yeterli olmayan ve dar ekim nöbetleri(22), müteakip bitkilerin(23) az ekilmesi toprakların sıkışmasına, topraktaki humus oranının azalmasına yol açmaktadır. Kullanılan ağır tarım makinaları ise durumu daha da kötüleştiren ek faktörler.
Topraklarda görülen, hızla artan tahripler toprağın asıl organik temeli olan Humus(24) için de geçerli. Humus’ta toprağın gevşemesini, yani hava ve suyu, böylece besleyici maddeleri iyi depo edebilmesini sağlayan organizmalar büyük faaliyet içindedirler. İyi havalandırılmış bir toprak aynı zamanda iyi karbon depolayıcısıdır. Toprağın sıkılaşmasıyla bunun içinde yaşayan organizmaların sayısı ve çeşitliliği azalmaktadır. Böylece toprak depo etme kabiliyetini kaybetmekte ve ardından daha fazla verim alabilmek için bir kısır döngü içerisinde toprağa her seferinde daha fazla gübre basılmaktadır. Bu sürecin sadece Almanya’da yol açtığı tahriplerden biri, son 27 yıl içerisinde böcek sayısında %76 oranında bir düşüşün gözlemlendiğidir. Kimi entomologlar büyümekte olan bu büyük tehlikeye Armageddon’a gönderme yaparak Insectageddon (‘böcek kıyameti’) demektedir. Böceklerin azalması kendi ölümlerinin ötesinde ciddi sonuçlar yaratmaktadır. Birçok böcek türü, tozlaşma, besin döngüsü, haşere kontrolü gibi vazgeçilmez hizmetler sağlamaktadırlar. Küresel olarak, BM biyolojik çeşitlilik bilim paneline göre, böcek tozlaşması gerektiren ürünlerin ekonomik değeri yılda en az 235-577 milyar ABD dolardır.(25) Buna beslenmede önemli rol oynayan sebze, meyve gibi ürünler de dahildir.
Resim-8: Dünyanın bazı yerlerinde böceklerin yok olması o kadar vahim bir hal almıştır ki, işçiler ÇHC’de olduğu gibi artık bitkileri elle döllendirmektedirler.
Artık toprakların bir daha geri dönülemeyecek mutlak tahribi gittikçe daha fazla yaklaşmaktadır. Yüksekliği 3 cm kadar olabilen bir humus yüzeyi yaratabilmek için 1000 yıl kadar bir zaman gereklidir, bunu tahrip etmek için ise birkaç on yıl yeterlidir ve bu tahrip çoktan başlamıştır. Ciddi bir oranda karbonu depolama kabiliyetine sahip olan yağmur ormanlarının(26) sadece ağaç/kereste kazanımı için değil, aynı zamanda endüstriyel tarım için de nasıl yok edildiğini görüyoruz. Kendisine artık “tropiklerin Nero’su” ünvanı verilen Brezilya’nın faşist devlet başkanı Jair Bolsonaro’nun aylardan beri ülkenin ormanlarını tarım alanına, hayvancılığa çevirmek için nasıl yaktığına şahidiz.
“Brezilya Coğrafya ve İstatistik Enstitüsü’ne (IBGE) göre 2012 yılının sonunda Brezilya’nın nüfusu 201 milyon insandan ama daha da fazla sığırdan oluşuyor. Brezilya, 211.3 milyon baş sığırla Hindistan’tan sonra dünyanın ikinci büyük sığır sürüsüne sahip (…) Bütün bu hayvanları barındırmak için gereken alan ise muazzam: 172 milyon hektardan fazla. Başka bir deyişle bu alan, Brezilya’nın tarım topraklarının %70’i kadar.” (27)
Bolsonaro gibi şahıslar ve bunların uygulamaları bir istisnayı değil, aksine hizmet sundukları ve bağlı oldukları sermaye çevrelerinin dünya çapındaki karakterini, dünyaya hâkim olan sistemi ve kurallarını ifade etmektedir.
Her ne kadar toprak ve klima birbirlerine kopmaz derecede bağlı olan olgular olsa da, bu yazıdaki dipnotta(11) değinilen İngiliz gazeteci George Monbiot ekilebilir arazilerin kaybını insanlığın varlığı için klima krizine nazaran daha acil bir tehlike olarak görmektedir. Küresel ısınmanın sıcaklık ve gece/gündüz faktörünü de değişime sokmasından dolayı, dünyanın büyük bir kesiminde temel gıda maddeleri olan pirinç ve mısır gibi bitkilerin döllenmesi de tehlike altına girebilmektedir.
“Klima değişikliği” kavramını bir masumlaştırma olarak tanımlayan Monbiot’a göre, gelen tehlike klima ve toprakların çökmesine yol açacaktır.(28)
Henüz tarımın dünya çapında ne zaman bitebileceğini/çökebileceğini tahmin etmek mümkün değildir. Fakat şu anda süregelen bütün gelişmeler ve veriler göstermektedir ki, bu kaçınılmaz sona hızla yaklaşılmaktadır.
Tarım sektöründe insanlığa ve doğaya karşı küresel alanda her gün işlediği suçlarla sonuçta kâr payını maksimuma çıkarmaktan başka bir hedef gütmeyen bir sistemin ve buna ait uluslararası tekellerin ve finans kuruluşlarının daha hangi tahribatlarda bulunduğu, bu yazı dizisinin dördüncü bölümünde anlatılacaktır.
Kaynaklar/Dipnotlar
(1) 2020 – THE STATE OF FOOD SECURITY AND NUTRITION IN THE WORLD
TRANSFORMING FOOD SYSTEMS
http://www.fao.org/3/ca9692en/CA9692EN.pdf
(2) https://perspektif.eu/2018/05/04/dunyayi-iyilestirmek-isteyen-adam-jean-ziegler-kimdir/
(3) http://siyasihaber5.org/endustriyel-tarim-ve-tabiatin-tahribi-1
(4) Konuyu güzel toparlayan bir belgesel
İngilizce | Soyalism https://www.youtube.com/watch?v=ksrc7eI3IMY&list=
İspanyolca | La fiebre de la Soja https://www.youtube.com/watch?v=i8UWmeO8NN4
Almanca | Das Soja-Imperium https://www.zdf.de/dokumentation/zdfinfo-doku/-das-soja-imperium-hoher-preis-fuer-billiges-fleisch-100.html
(5) http://siyasihaber5.org/salgin-hastaliklar-ve-tabiatin-tahribi
(6) İTHAL TAVUK KANADI BATI AFRİKA PAZARLARINI OLUMSUZ ETKİLİYOR
Sayfa 56 – 57 / https://tr.boell.org/sites/default/files/uploads/2014/10/et_atlas.pdf
(7) BÖLGESEL GENİŞLEMENİN YENİ ŞEKLİ; “TOPRAK GASPI”
AVRUPA’NIN ARAZİ İTHALATI / HAKKIMIZDAN FAZLASINI TÜKETMEK
Sayfa 38 – 41 / https://tr.boell.org/sites/default/files/toprak_atlasi_en_son_hal_-_final_1.pdf
(9) https://www.oaklandinstitute.org/
(10) https://www.oaklandinstitute.org/sites/oaklandinstitute.org/files/driving-dispossession.pdf
(11) Kitlesel açlık insanlığın yeni kaderi mi? Toprağı bu şekilde hor kullanırsak olacağı bu!
https://yesilgazete.org/blog/etiket/yesil-devrim/
(14) İngilizce: https://www.grain.org/en/article/5976-emissions-impossible-how-big-meat-and-dairy-are-heating-up-the-planet
(15) http://ekolojist.net/sera-gazi-nedir/
(16) https://fian.org/en/
(17) https://www.fian.de/fallarbeit/kaweriuganda/
(18) https://tr.wikipedia.org/wiki/Torf
(19) https://www.bio123.de/magazin/gesundheit/rettet-unsere-b%C3%B6den-%E2%80%93-save-our-soils
(20) https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/34229
(21) MİNERAL GÜBRELER / KÜRESEL AÇLIĞI BİTİRMEYE DAİR BOŞ VAATLER
Sayfa 22 – 23 / https://tr.boell.org/sites/default/files/toprak_atlasi_en_son_hal_-_final_1.pdf
(22) https://tr.wikipedia.org/wiki/Ekim_n%C3%B6beti
(23) http://www.derim.com.tr/tr/download/article-file/52988
(24) https://www.ankara.bel.tr/files/6614/3695/0175/TOPRAK__BLGS_SUNUM.pdf
(25) İNSECTAGEDDON- EKOSİSTEM’ LERİN YIKICI ÇÖKÜŞÜ
https://www.cevrevakfi.org.tr/dunya-sagligi-na-mikrobiyal-yanitlar/
(26) https://tr.wikipedia.org/wiki/Ya%C4%9Fmur_orman%C4%B1
(27) YAĞMUR ORMANLARINDAKİ ÇİFTLİKLER
Sayfa 46 – 47 / https://tr.boell.org/sites/default/files/uploads/2014/10/et_atlas.pdf
(28) İngilizce: http://www.kontext-tv.de/en/broadcasts/george-monbiot-alienation-environmental-breakdown-and-search-new-progressive-narrative