Tüm dünyayla aynı anda Türkiye’de de gerçekleştirilecek olan iklim grevi 20 Eylül’de başlıyor. Ekoloji Topluluğu, ”İklim değişikliğinin gezegeni yok edeceğini söyleyenleri ekoloji mücadelesine katılmaya davet ediyoruz” diyerek bir açıklama yaptı. Açıklamada, Sistemin yıkıcılığına karşı mücadele etmek gerekir denildi.
SiyasiHaber
Tüm dünyayla aynı anda Türkiye'de de gerçekleştirilecek olan iklim grevi 20 Eylül'de başlıyor. İklim değişiminin gezegeni yokoluşa sürüklediğini söyleyen hareketlerin, fosil yakıtların kullanımına son verilmesi, “yenilenebilir enerji” kullanımına geçiş ile sera gazı üretiminin azaltılması gibi öncelikli önerileri var.
Bir süre önce İstanbul'da antikapitalist ve sınıfsal perspektife sahip bireyler tarafından kurulan Ekoloji Topluluğu buna karşılık olarak, ''İklim değişikliğinin gezegeni yok edeceğini söyleyenleri ekoloji mücadelesine katılmaya davet ediyoruz'' diyerek bir açıklama yaptı.
Açıklamanın tam metni:
İklim değişikliğinin gezegeni yok edeceğini söyleyenleri ekoloji mücadelesine katılmaya davet ediyoruz
İklim değişiminin gezegeni yokoluşa sürüklediğini söyleyen hareketler, 20 Eylül’de küresel bir “iklim grevi” organize edip hayatı durdurmayı hedefliyor. Esasen Avrupa merkezli bu hareketin, fosil yakıtların kullanımına son verilmesi, “yenilenebilir enerji” kullanımına geçiş ile sera gazı üretiminin azaltılması gibi öncelikli önerileri var.
Rio Konferansı’ndan (1992) bu yana sera gazı üretiminin azaltılması için yapılan baskılara rağmen devletler hiçbir önlem almamıştır. Kapitalizmin sadece kar ve büyüme odaklı birikim rejimi doğası gereği bundan vaz geçecek değildir. Örneğin, uzun yıllar süren tartışmalarda oyalama niteliğinde anlaşmalara bile katılmayı reddeden ABD, kabul verdikten bir süre sonra da son Paris Sözleşmesi’nden Trump’ın kendi ağzından ilanı ile çekilmiştir. Bolsanaro’nun iklim meselesini görmezden gelen, Yağmur Ormanları’nı yok edeceğini ilan eden açıklamaları da son zamanlarda tüm dünyada infial yaratmıştır.
Avrupa’da iklim hareketinin zorlayıcılığına Fransa’da Macron’un vergileri artırarak verdiği yanıtın sonuçlarını biliyoruz. Nitekim bir yıla yakın zamandır Fransız halkının protestoları devam etmektedir. Diğer yandan Almanya 2023’e kadar 40 milyar Euro bütçe ayırmış ve bu bütçenin büyük kısmının otomotiv endüstrisinin elektrikli otomobile geçiş için kapitaliste destek olacağı tahmin ediliyor. Bunun yine daha fazla enerji üretimi anlamına geldiğini, toplu taşıma yerine yine otomotiv endüstrisinin desteklenecek oluşunun, sistemin gözden saklamaya çalıştıklarının farkındayız. Aynı zamanda, karbon emisyon vergileri gibi hazırlıklar yapıldığı, “kirleten öder” mantığının devamı ile yükü halka yıkacağı da biliniyor.
Endüstri devlerinin karbon salınım kotalarını tüketmemek için bizimki gibi geri bıraktırılmış ülkelerde ürünlerin parça üretimini yapıp, kendi ülkelerinde sadece montaj yaptıklarını biliyoruz. Ülkelerinde emeğe ödedikleri yüksek ücret yerine, ucuz emek ile maliyetlerini düşürürken, diğer yandan ödemedikleri karbon vergisi ile kazançlarını katlamaktadırlar.
İklim değişikliği meselesi 30 yıla yakın zamandır gündemimizde. Kapitalizmin sadece kar amaçlı kirli endüstrileri, sera gazı artışında yüzde 50’den fazla etkilidir. Ardından yüzde 20 ile endüstriyel et üretimi, tarım endüstrisi, enerji ve en son olarak da halkın katkısı gelir. ABD yıllarca anlaşmalara imza atmamasının nedenini, endüstrisini yenileme maliyetine katlanamayacağını açık ve net ifade etmiştir. Diğerlerinin de tek bir adım atmamasının nedeni aynıdır. Kapitalistlerin umurunda değildir.
Kapitalizmde bahaneler tükenmez
Aldıkları tek karar, “kirleten öder” de sera gazı borsasının oluşması sonucunu doğurmuştur. Yani kirlettiklerinin karşılığında “yenilenebilir enerji” üreticilerine para ödemişlerdir. Endüstri devlerinin karbon salınım kotalarını tüketmemek, “kirleten öder”den kaçmak için türlü çözümler de üretmişlerdir. Bizimki gibi geri bıraktırılmış ülkelerde ürünlerin parça üretimini yapıp, kendi ülkelerinde sadece montaj yaparak, ülkelerinde emeğe ödedikleri yüksek ücret yerine, ucuz emek ile maliyetlerini düşürürken, diğer yandan ödemedikleri karbon vergisi ile kazançlarını katlamaktadırlar.
“Yenilenebilir enerji” kararının sonucunu ülkemizden de ölçmek mümkündür; tüm sularımıza, tarım alanlarımıza, meralarımıza el konulmuştur. AKP’nin 2004 yılında Avrupa Birliği ile yaptığı anlaşma ile Türkiye’ye “temiz enerji” üreticisi rolü verilmiştir. Bunun sonucu ülkenin HES, RES, GES, JES çöplüğüne dönmesi ve doğal varlıkların yok edilmesi olmuştur.
“Yeşil kapitalizm” olamaz, “yenilenebilir enerji” bir yalandır
Kapitalizm ekolojik yıkımı her hareketiyle hızlandırmaktadır, bu nedenle “korku ekolojisi” yaratmadan mücadele etmek gerekir. Ülkemizdeki durumdan bakabiliriz, tarım alanları ya enerji üretimi için yok ediliyor ya da tarım ve hayvan endüstrisine devrediliyor. AKP iktidarının yaptığı son “yasal” düzenlemelerle (tohum yasasından, tarım alanlarının birleştirilmesine), küçük çiftçinin üretim yapamaz hale geldiğini, tarım devlerinin ülkeyi tıpkı Meksika, Hindistan, Brezilya’da olduğu gibi mono kültüre doğru götürdüğünü biliyoruz.
Sistemin yıkıcılığına karşı mücadele etmek gerekir
Maden endüstrisinin verdiği zararlara karşı Artvin’den Kazdağları’na ve Munzur’a hem ormanları hem de canlı yaşamın tümünü koruma mücadelesi sürüyor. Neredeyse her tarım ürününü ithal ederken, pahalılıktan da nefes alamaz hale geldik. İklim elden gidiyor toplu göçler başlayacak iddiası ile “korku ekolojisi”ni besleyip sistem içi çözümler üretenlere sözümüz; ülkemizden doğru bir göç başlayacaksa bu sadece iklim nedeni ile değil tüm doğal varlıkları yok edildiği, tarım yapılamadığı için olacaktır.
Ekoloji mücadelesi bir bütündür. Mücadeleyi yayarak, kırdan kente ağlar oluşturarak, kapitalizmin içinden hiçbir çözüm üretilemeyeceği bilinciyle, toplumsal alanda yeni örgütlenmelerle, ekolojik yıkıma karşı politik bir mücadele yürütmek ve yeni yaşamı kurmak zorundayız. Doğayla uyumlu, sınıfsız, sömürüsüz bir yaşamın mümkün olduğunu, ancak bu amaca uygun çabamızın gezegeni de kurtaracağına inanıyoruz.