FATOŞ OSMANAĞAOĞLU yazdı: ”Enerjiyi kirli üretiyorsunuz
“yenilenebilir enerji”ye geçin diye doğanın talanı pahasına “cici kapitalist” önerilerde bulunamazsınız. Orta sınıf çocukların eline birer döviz verip “çocuklar grevde” diyerek bu işi çözemezsiniz.”
Uzun zamandır aklımda olan ama bir türlü elimin değemediği “iklim mücadelesi” meselesine bugün her yıl tekrarlanan eylemlerle ilgili haberler önüme düşünce artık yazmak gerek dedim. Dedim çünkü bu konuda “bizim cenah”ta da ciddi bir kafa karışıklığı olduğu görülüyor. Sistem içi, çevreci hareketin etkileri her yerimize sızmış durumda maalesef.
Kapitalizmin kendi karşıtlarını da ehlileştirmede ne denli mahir olduğu malumumuz. Cambaza bak diyerek aslolanı gözden kaçırmayı çok güzel beceriyor. Oysa sormamız gereken soruyu doğru belirlediğimizde iklim değişikliğinin neden değil sonuç olduğunu görür ona göre mücadele hattımızı ve şeklini belirleriz, saplarla samanları ayıklarız. Yani enerjiyi kirli üretiyorsunuz “yenilenebilir enerji”ye geçin diye doğanın talanı pahasına “cici kapitalist” önerilerde bulunmazsınız. Orta sınıf çocukların eline birer döviz verip “çocuklar grevde” diyerek bu işi çözemezsiniz.
Biraz geriye gidip belleğimizi tazeleyelim. Yıllar önce Rio Konferansı’ndan başlarsak; iklim değişiyor gezegen yok olacak baskıları ile yapılan konferansta çıkan en önemli doğa karşıtı karar ne çıkmıştı? “Kirleten öder”, yani kirli endüstrinizin doğaya saldığı sera gazını parasal bir değere çevirip başka bir ülkede üretilen “temiz enerji”yle takas edip kurulan bir borsa ile kendini akla. Burdan sonra evet bu işin borsası oluştu. ABD ise bunu da elinin tersi ile itti, açık biçimde benim endüstrimin yenilenmesi çok pahalı bir maliyet kusura bakmayın dedi. Sonra Kyoto Protokolü yapıldı burada da bu komedi devam etti. Herkes kabul edip gerekeni yapsa bile küresel ısınmanın sadece hafifçe yavaşlaması söz konusu iken yıllar geçti, Paris Anlaşması sürecine gelindi ama kendi aralarında verdikleri sözlerin hiçbirini tutmayanlar, aslında halkları oyaladılar. Sonuç, küresel tüm canlı yaşaamın ortak kaynaklarının korunmasında çok önemli olan ortak sorumluluk etiği kayboldu. Ve tabii Fransa’da Macron’un yaptığı, herşeyde olduğu gibi halka faturayı kesince ilk kez iyice fakirleşen Fransız orta sınıfı ayaklandı, aylardır sokaktalar evlerine döndürülemediler tüm baskı, gözaltılar ve ölümlere karşın.
Bu arada yıllar içinde şöyle şeyler oldu, G7’yi genişletip G20 yapıp bizim gibi, Çin, Brezilya gibi ülkeleri bu halkanın içine dahil ettiler. Niye? Çünkü kendi kirlettiklerinden vaz geçmek istemedikleri için, daha fazla kar etmek üzerine kurulu sistemlerinde bir değişikliğe gitmek istemedikleri için, siz daha az kirletin öyle dengeleyelim dediler. Ama işte kapitalistler ve onların devletleri çelişkiler yumağı. Bir yandan bizim gibi ülkelerin doğasını talan edip bir ırmağına 50 adet HES kurup, RES, GES kurdurup “yenilenebilir enerji” yalanıyla kendi kirlettiklerinin temiz kağıtlarını satın aldılar. Diğer yandan enerjiye ihtiyacımız var yalanı ile (*) kendi ülkelerinde kapatmak zorunda oldukları nükleer santral atıklarını gömebilecekleri Akkuyu, Sinop gibi yerlere Nükleer santral yaptırıyorlar. Akkuyu’da santral yapılmadan atık gömülmesi başlamıştır.
Diğer yandan evdeki hesap ta çarşıya uymadı çünkü bir yandan üretimde emeğin maliyetini düşürmek için üretimi kaydırdıkları ülkelerin sera gazı pik yaparak arttı. Çin tek örnek değil ülkemizin de durumu budur.
Sera gazı üretiminde en önde kirlilik üreten endüstridir, ardından enerji ve endüstriyel tarım (burada hayvacılık endüstrisi başat aktörlerdendir) gelir, yani kapitalizmin ana unsurları. Kapitalizm doğayı ormanları, suları, havayı kirleterek, yok ederek gezegenin sonunu hazırlıyor. Peki dünyada gelirin yüzde 90’ını kontrol eden kapitalistin umrunda mı? Değil. Başarılı bir sera gazı azaltımı için, örneğin, ortamdaki toksinlerin, inorganik nitratların ve diğer biyobozunur maddelerin daha dazla birikmesini çözmek için hiçbir şey yapmaz. Yapmadı.
Peki sarmaldan nasıl çıkacağız. Nasıl mücadele edeceğiz? Buna Paul Burkett bir söyleşisinde şöyle yanıt verir:
Küresel ısınmaya ilişkin egemen sınıf raporlarında, krizle ilgili bir şeyler yapmak istiyor gibi görünürler, ancak onu oluşturan sermaye birikim sisteminin ekolojik önleyici karakterini ele almadan. Problemi, genel olarak insanlar tarafından yapılan hatalı yaşam tarzı seçimleri veya bir tür jenerik kültürel eksiklik gibi bir şeymiş gibi konuşurlar. Dolayısıyla, bu seçkin yaklaşıma dayanan girişimler, kapitalizmin doğal refahı kullandığı ve kötüye kullandığı sömürücü ve yabancılaştırılmış sınıf ve rekabet ilişkilerini dokunmayan ve hatta pekiştirmeyen piyasa teşviklerinden yoğun bir şekilde faydalanmaktadır. Bu yaklaşımın kendi sınırlı şartlarında bile başarısız olması muhtemeldir. Ve kesin olarak, “sistemi adlandıramayacaklar” ve isteksiz oldukları ve/veya tarihsel olarak özel güç ilişkileriyle yüzleşemedikleri için, sera gazı salınımını azaltma konusundaki seçkin tartışmalar, küresel ısınmayı ve diğer ekolojik krizleri ayrı konular olarak ele alıyor. Sonuç olarak, bu girişimleri bir şekilde kapitalist ekonominin kendisini yeniden üretmesine izin vermede “başarılı” olsa bile, doğanın bütünüyle yağma ve zehirlenmesi sistemi – ve insan nüfusunun büyük çoğunluğunun sömürülmesi ve yoksullaştırılması – devam edecektir. Sosyalist olarak görevimiz, bu çelişkileri işaret etmek ve onlara işçi ve toplumlar arasındaki kapitalizm karşıtı hareketlerle olarak aktif olarak uğraşmamızla bildirilen sömürücü olmayan ekolojik değerlerle mücadele etmektir. Doğanın yağmalanması ve zehirlenmesi sisteminin tamamı – ve insan nüfusunun büyük çoğunluğunun sömürülmesi ve yok edilmesi – devam edecektir. Sosyalist olarak görevimiz, bu çelişkileri işaret etmek ve onlara işçi ve toplumlar arasındaki kapitalizm karşıtı hareketlerle aktif olarak olarak uğraşmamızla bildirilen sömürücü olmayan ekolojik değerlerle mücadele etmektir.
Ezcümle, eğer okyanus kenarında olmadığımız halde yılda birkaç kez kasırgalardan nasibimizi alıyorsak ya da yağmur yağmadığı için tüm tarımsal üretim , tüm biyoçeşitlilik yok oluyorsa, insan dışındaki canlı yaşam ölüyorsa mücadeleyi doğanın yok edilmeyeceği bir yerden kurmamız, sermayenin talanına karşı mücadele etmemiz gerekir. Nükleere, HES’e, RES’e, GES’e, suyun ticarileştirilmesine, tarımın endüstrileşmesine, kirli, kar amaçlı endüstriye karşı mücadele etmeliyiz yani kapitalizmin kendisiyle. Bu sonuçların aynı zamanda sınıfsal olduğunu tüm bu süreçten etkilenenin kimler olduğunu unutmadan.
(*) Ülkemizin ürettiği enerji 86000megawatt civarında, tüketilen enerji 32000-36000 arasındadır.