GÜLFER AKKAYA yazdı: “Vatan, millet, Sakarya çığlıkları arasında, OHAL ile meşgul polisin başka işi gücü yok kadınların yaşamda kalma çığlığını duyacak!”
GÜLFER AKKAYA
Kadın Dayanışma Vakfı Kadın Dayanışma Merkezi 2016 yılı faaliyet raporunu yayınladı. Vakfa 2016 yılında toplam 465 başvuru yapılmış.
Rapor, kadına yönelik şiddetin erkekler, aile, toplum ve devlet tarafından nasıl sistematik bir şekilde örüldüğünü açıklıkla gösteriyor.
Raporda asıl ilgi çekici olan; erkek şiddetine uğrayan kadınların bu şiddetten korunmak ve hayatta kalmak için devlete başvurduğunda devletin savcılarının, devletin kolluğunun kadınları nasıl sindirip, korkuttuğu, şikayetten, hakkını aramaktan vazgeçirmeye çalıştığı.
Raporda yer alan kadınların anlatılarından birkaç örnek şöyle:
Kolluk güçlerine başvuru yapan kadınlar arasında ciddiye alınmayan, eksik bilgilendirilen, şikâyeti/ifadesi kayda geçirilmeyen, yargılayıcı/suçlayıcı muameleye maruz kalan kadınlar var.
Maruz kaldığı şiddet sonrasında jandarma karakoluna başvuran ve 9 ve 4 yaşlarında çocukları olan bir kadına “Seni sığınmaevine yerleştiririz ama çocuklarını yetiştirme yurduna vermen gerekir” şeklinde yanlış bilgi verilip bu nedenle kadını başvuru yapmaktan vazgeçirmişler.
Eşinin uyguladığı şiddet nedeniyle 155 Polis İmdat hattını arayan kadının evine gelen polisler kadına “İsterseniz evden uzaklaştıralım, ama eğer uzaklaştırırsak evde aç susuz kalırsınız, daha kötü olur” diyerek kadının yasal haklarını kullanması engellenmiş.
E tabii tüm paralar örtülü ödeneğe ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilip, Referandum’da Evet çıksın diye tüketilince kadınlar dayakçı kocayı uzaklaştırdıklarında elbette evde aç, susuz halde “kaderlerine” terk edilecekti.
Maruz kaldığı cinsel şiddetin hemen ertesinde şikâyetçi olmak için karakola giden bir kadın 12 saat boyunca ifadesi alınmadan bekletilmiş, kadınla görüşen polis bakire olup olmadığını sorup, “Bakire değilsen tecavüz sayılmaz” demiş.
Erkek-devlet eziyetinin bir de savcılık boyutu var.
Kendisine şiddet uygulayan dini nikâhlı eşinden şikâyetçi olmak için savcılığa giden kadına görüştüğü savcı “Resmi nikâhlı değilsin, çocuğunun soyadı kocanınkiyle aynı, şikâyetini geri almazsan çocuğunu babaya veririm” demiş. Kadın şikâyetini geri çekmiş.
Yine şiddet uygulayan eşinden defalarca şikâyetçi olan ancak sonuç alamayan kadının duruşmasında kadının tanık olarak gösterdiği oğluna hâkim “Bak iyi düşün, sonuçta babandır, bir şey olursa sonra sen üzülürsün” deyice oğlan ifadesini geri çekmiş, dava delil yetersizliğinden düşmüş.
Bir de kendi derdine düşmüş savcı örneği var.
Erkek arkadaşının psikolojik, fiziksel, cinsel ve dijital şiddetine maruz kalan, tehdit nedeniyle şiddeti uzun süre gizli tutan kadın, suç duyurusunda bulunmak için savcılığa gittiğinde savcı “Yapmasaydın sen de” demiş. Şikâyetçi olmaktan vazgeçen ve oradan ayrılmak isteyen kadına yine aynı savcı “Suç duyurusunda bulun, yarın bir gün başına bir şey gelir savcı yardım etmedi dersin” demiş.
Adalet evvela savcıyı koruyacak tabii, kadını değil ya!
15 yıllık AKP iktidarı ve onun güdümündeki kurumların marifetleri bunlarla da sınırlı değil.
En “şenlikli” kısma raporun sonlarına doğru rastlıyoruz.
15 Temmuz sonrası OHAL dönemi uygulamaları elbette erkek şiddetine uğramış kadınları da etkileyecekti. Rapordan aynen alıntılıyorum:
“Kadınların anlatıları 15 Temmuz sonrası gelişmelerin bazı kurum ve kuruluşların işleyişlerine etkileri nedeniyle şiddete maruz kalan kadınları olumsuz yönde etkilediğini ve daha önce de yaşanmakta olan bazı aksaklıkların OHAL dönemi ve uygulamaları ile gerekçelendirildiğini gösterdi. Örneğin, bir danışanımız evine pompalı tüfekle gelen fail nedeniyle 155 Polis İmdat hattını aradığında eve gelen polisler ‘darbe oldu, polisin işi gücü var’ diyerek faili taksiye bindirip uzaklaştırmış, ancak başka herhangi bir işlem yapmamıştı. Bir başka örnekte kendisine şiddet uygulayan eşi hakkında suç duyurusunda bulunmak ve boşanma davası açmak için adliyeye giden kadına görüştüğü Savcı tarafından Hakimlerin önünde çok sayıda dosya olduğu, davasının çok uzun süreceği, bu nedenle ‘hiç davayla falan uğraşma’ması gerektiği söylenmişti. Yine 15 Temmuz sonrasında, şiddet uygulayan kişiyi şikayet etmek için mahalle karakoluna giden kadına polis tarafından “hanfendi tüm dosyalarımız şiddet gören kadınlarla dolu, hangi birine bakalım, sizinki basit bir taciz olayı” demiş.
Öyle ya, her yıl zaten yüzlerce kadın ölüyor erkek şiddetinden. Senin canın onlarınkinden kıymetli mi, gerekirse sen de öl. Artı bir ne fark eder. Zaten işimiz, gücümüz başımızdan aşkın. Dosyalar boyumuzu aşmış!
Vatan, millet, Sakarya çığlıkları arasında, OHAL ile meşgul polisin başka işi gücü yok kadınların yaşamda kalma çığlığını duyacak!
Saray’ın karşısında hazırol’a geçen, korkudan yaprak gibi titreyen hakimler, savcılar, mesleki etiğin, bağımsız yargının buhar olduğu bir zamanda çay toplamaktan fırsat bulup adalet sağlayacak!
Güya toplumsal cinsiyet eğitimi almış binlerce polisin yarılan yerin dibine gömüldüğü… herkesin ‘aman başıma bir şey gelmesin’ korkusuyla topu taca attığı bir zamanda…
Kadınları mı düşüneceklerdi? Varsın dayak yesinler, varsın öldürülsünlerdi.
Kimin umurunda?
Oysa bu yapılanların hepsi görevi ihmal, hepsi suç ve bu suçların cezası var.
Bu savcılar ve bu polisler sadece yaptıklarının değil, yapmadıklarının da hesabını verecekler.
Çünkü kadınlar yalnız ve kimsesiz değil. Çünkü kadınlar, kadınların umurunda.