DİSK Genel Başkanı Kani Beko: “Türkiye felaketin eşiğindeyken, gelen bu taşın çok sert olduğunu, bu taşın yarın bizi kanlar içinde bırakacağını hepimizin anlaması lazım. Yapılması gereken tek şey birleşmek.”
Röportaj: SiyasiHaber – Halit Elçi / Esra Üşüdür
1 Mayıs işçi ve emekçilerin Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü yaklaşırken Türkiye işçi sınıfının en ileri sendikal örgütlenmesi olan DİSK’in Genel Başkanı Kani Beko ile 1 Mayıs hazırlıklarını, işçi sınıfının temel sorunlarını, sendikal hareketin sorunlarını, siyasal koşulları ve yapılması gerekenleri konuştuk. Röportajın 1. bölümünü sunuyoruz. 2. Bölümünü ise yarın yayımlayacağız.
DİSK ve diğer sendikalar, meslek örgütleri, siyasi partiler ve demokratik kitle örgütleri, her ne kadar 1 Mayıs’ın İstanbul’da 1 Mayıs (Taksim) Meydanı’nda yapılmasını talep etse de, sonunda Maltepe Alanını kabul etti. Bu nasıl gerçekleşti?
Aslında 1 Mayıs denildiğinde İstanbul'da tabii ki herkesin aklına ilk gelen Taksim. Biz yıllardır 1 Mayıs Birlik ve Mücadele gününü Taksim'de kutlama mücadelesi veriyoruz, bundan sonra da vereceğiz. 1977 1 Mayıs Taksim Alanında katledilen 37 arkadaşımızın katilleri bulunup adalete teslim edilinceye kadar biz Taksim sevdasından kolay kolay vazgeçmeyiz. Ancak 2010, 2011, 2012 yılında Taksim işçilere açıldığında Taksim Alanında hiç kimsenin burnu kanamadı. İşçiler türkülerini, şarkılarını söylediler, şiirlerini okudular, saygı duruşlarını yaptılar. Polis müdahale etmeyince hiç kimsenin burnu kanamadan evlerine dağıldılar. Asıl olması gereken bu. Ayrıca Taksim'le ilgili 10’a yakın hem uluslararası hem de ulusal mahkeme kararı var. Bu mahkeme kararlarına rağmen maalesef Taksim bu yıl da işçilere açılmadı. İçişleri Bakanı ile Taksim'in 1 Mayıs'a açılmasına dair görüşme yaptık. Ancak maalesef biliyorsunuz Saray’dan talimat aldıkları için…
En son yasal anlamda başvurduğumuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ‘1 Mayıslar şehirlerin en merkezi, en geniş alanlarında kutlanmalıdır’ ifadelerini kullandı. Ama şöyle bir karar da var: En geniş yerlerde 1 Mayıs Birlik ve Mücadele günü kutlaması yapılırken, devlet de hükümet de kutlama için alanlara gelen halka yardımcı olur.
Bu kararlara rağmen İçişleri Bakanı ‘Taksim'i 1 Mayıs'a açamayız’ dedi. Daha sonra İstanbul Valisi'yle de görüştüğümüzde hem sözle hem de yazılı olarak Taksim'i açamayacaklarını belirttiler. Biz de tabii DİSK olarak Yönetim Kurulumuzu topladık, genişletilmiş Başkanlar Kurulumuzu topladık. Bizim Yönetimden ve Başkanlar Kurulu’ndan, alan tartışması fazla yapmadan, 1 Mayıs Birlik ve Mücadele günümüzün, Türkiye işçi sınıfının ve dünya emek hareketinin sorunlarını demokratik bir şekilde haykırmak için kitlesel kutlanmasından yana bir eğilim kararı çıktı. Tabii bunları daha sonra KESK'le görüştük, Türk Tabipler Birliği ile görüştük, TMMOB ile görüştük. Onlar da benzeri kararlar aldıklarını söylediler ve sonra da eşitlikten, özgürlükten, demokrasiden, barıştan, laiklikten, kardeşlikten, sendikal haklardan yana olan demokratik kitle örgütleriyle, meslek örgütleriyle, siyasi parti temsilcileriyle ortak bir toplantı yaptık. Onlar da evet, Türkiye'de işçilerin, işsizlerin, emeklilerin memurların, öğrencilerin, köylülerin kısaca ülkemizin, çok büyük sorunları var. Memleket felaketin eşiğinde. O zaman 100 binlerle, olabiliyorsa milyonlarla birlikte 1 Mayıs kutlamasını yan yana omuz omuza yapalım diye bir karar çıktı. Ve dün burada ortak bir basın açıklaması yaptık. Ve dilerim başta Maltepe olmak üzere Türkiye'nin tüm alanlarında, biraz evvel söylediğim gibi Türkiye işçi sınıfına, dünya emek hareketine, 1 Mayıs’a yakışan bir etkinlik olur ve hiç kimsenin de burnu kanamaz.
Aslında polis saldırmadığında hiçbir mitingde bir olay çıktığı görülmemiştir. Mitingde gerekli tedbirler alınması gerekiyor ama en kötü şartlarda bile kendi haline bırakıldığında hiçbir olay olmaz. Şunu sormak istiyorum: Maltepe gibi çok büyük bir alanı dolduramama ihtimali sizi biraz korkutmuyor mu?
Evet en büyük yerlerden biri. Ben şahsen korkmuyorum. Başta İstanbul'da yaşayanlar, 1 Mayıs'a inananların da korkmadıklarına inanıyorum ben. Şimdi bunun nedeni şu: 15 yıldan bu yana AKP hükümeti uyguladığı politikalarla, çıkardığı anti-demokratik yasalarla memleketi bir felaketin eşiğine getirdi. Başta Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası bizim işçiler olarak ‘kalemiz’ dediğimiz tüm devlet işletmeleri arsa fiyatına uluslararası sermayeye satıldı. Bugüne geldiğimizde, Türk Hava Yolları, karayolları, denizyolları, şeker fabrikaları, tütün fabrikaları, Sümerbanklar, Devlet Su İşleri (DSİ) gibi o güzelim iş yerleri bugün yok, artık bizim değil. Bu saydığım işletmeler uluslararası sermayenin. Yani onlara teslim edildi bunlar. Bankaların da yüzde 75’i uluslararası sermayeye teslim edildi. Bir de Ortadoğu’da yaşanan bu son gelişmelerden sonra işçilerin fabrikalarda ürettiklerini işverenler ihraç edemez konuma geldi. Şimdi siz bir fabrikada ürettiklerinizi ihraç edemezseniz o fabrikada istihdam daralmasına gidersiniz. Nedir istihdam daralması? İstihdam daralması demek, işsizlik demek. Dolayısıyla bugün Ortadoğu'da yaşanan olaylardan ötürü 52'ye yakın ülkeyle ekonomik alanda, siyasal alanda, bazılarıyla askeri alanda ilişkilerimiz çok bozuk.
Bakın bir dönem bunu belki görmezlikten geldik ama savaş halinde olmamamıza rağmen Rus savaş uçağını düşürdük; 15 saniye bizim hava sahamızı ihlal etmişler diye. Cumhurbaşkanı ve başbakan bir yarışa girdi; biri ‘ben talimat verdim’ diyor, diğeri ‘hayır ben talimat verdim’. Ama geri planda Rusya'yla yapılan 54,9 milyar dolarlık bir ekonomik anlaşma vardı. Ve bu anlaşmayı Putin askıya aldı. Bu anlaşma askıya alındıktan sonra başta turizm başkenti dediğimiz Antalya'da oteller, pansiyonlar korkunç bir ekonomik krize girdiler. Sadece bu oteller, pansiyonlar değil oraya temel gıda maddesi veren çiftçiler de perişan oldu. Köylüler de perişan oldu.
Şimdi bu kriz atlatılmadan bugüne geldiğimizde yeni yeni krizler ortaya çıkmaya başladı. Bugün baktığımızda 2017 yılında 100 milyarın çok az altında bir ihracat yapmışız, 300 milyar doların üzerinde de ithalat yapmışız. 100 milyar dolara yakın bir cari açığımız var. Cari açık nedir? Cari açık işsizlik demek, açlık demek, sefalet demek, üretimden kopmuş bir ülke demek. Türkiye bu noktaya geldi.
Bunlar yetmezmiş gibi 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası OHAL ilan edildi. OHAL ilan edildi ama OHAL aslında ilan edilirken FETÖ terör örgütüne karşı ilan edildi. Fakat FETÖ bir araç oldu, hedefse bu topraklarda eşitlik, özgürlük, demokrasi, barış, kardeşlik ve sendikal hak ve özgürlük mücadelesi veren kurum ve kuruluşlar oldu. OHAL ilan edilir edilmez önce ne yaptılar? Önce grevleri yasakladılar. İlk yaptıkları şey işçilerin 6 grevini yasakladılar. Daha sonra Türkiye'de OHAL ile ve çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile oluşan antidemokratik siyasal ortaya güvenmeyen birçok işletmeci işyerlerini kapattı. Yani OHAL ilan edildiği günden bu yana 15 bine yakın işletme bilhassa büyük metropollerde su ve elektrik aboneliklerini iptal ettirdiler. Ve dolayısıyla işsizlik ordusuna bir o kadar işçi kardeşimiz katıldı maalesef. Şimdi bizim işyerlerine geldiğimizde, yıllardır bizim söylediğimiz bir söz var: Taşeron işçiler yıllardır kadro bekliyorlar; aslında taşeron işçilerin elindeki kadroyu alan AKP hükümeti. Artı bir şey istemiyoruz işçilerden aldıklarınızı geri verin diyoruz.
Taşeron çalıştırma yasasını onlar getirdiler zaten.
Biraz önce saymaya çalıştığım hava yollarında, denizyollarında, karayollarında, belediyelerde, Sümerbanklarda, şeker fabrikalarında işçiler kadrolu çalışıyorlardı, insan olmaktan kaynaklanan temel ihtiyaçlarını giderecek bir maaş alıyorlardı, dört ikramiyeleri vardı, hemen hemen hepsi sendikalıydı, tam olmasa bile işçi sağlığı iş güvenliği araç ve gereçlerinden faydalanıyorlardı. Şimdi bu alanların özelleştirilmesiyle tamamında taşeron işçi çalıştırılmaya başlandı. Taşeron işçileri genelde asgari ücretle çalıştırdılar. İşçi sağlığı işçi güvenliği ile ilgili Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) kriterlerini uygulamadılar.
AKP iktidara geldiği günden bu yana 20 bine yakın işçi kardeşimiz bu işyerlerinde iş cinayetinde öldüler. Ve bugüne geldiğimizde DİSK-AR’ın yapmış olduğu araştırmaya göre altı buçuk milyona yakın işsiz var. Kayıt dışıyla birlikte yedi milyon; bunların da bir milyona yakını maalesef üniversite mezunu. Benim bildiğim 500 bine yakın ataması yapılmayan öğretmen var. Ve bu öğretmenler atamaları yapılmadığı için intihar ediyor.
Şimdi eğitim ve sağlık özelleştirildi. Eğer paranız varsa iyi bir eğitim alıyorsunuz, paranız varsa iyi bir sağlık hizmeti alıyorsunuz. Ama emeklilik yaşı 65'e çıktığı günden bu yana 6,5 milyon insan açlık sınırı altında yaşıyor. Bu insanların 65 yaşın üstünde emekli olmalarının mümkünü yok.
Az önce OHAL'le ilgili şunu söylemeye çalıştım: OHAL sözde FETÖ örgütüne karşı ilan edilmişti ama hiç de öyle olmadı. İlan edildikten sonra 150 bine yakın kamu çalışanı kamudan ihraç edildi. Seçimle gelmiş 85’e yakın belediye başkanının yerine kayyum atandı. Beşiktaş Belediye başkanı görevden alındı. Ataşehir Belediye Başkanı görevden alındı. Kendilerine karşı yanlış yapan kendi belediye başkanlarını da görevden aldılar. Bizim yaptığımız araştırmalara göre 3 bine yakın öğretim üyesi üniversitelerden alındı. Bu öğretim üyelerini sizler de tanıyorsunuz, biliyorsunuz. Başta bizim birlikte çalıştığımız Anayasa Profesörü İbrahim Kaboğlu olmak üzere, bunlar okullarda demokratik, laik bilimsel eğitim veren öğretim üyeleridir. Şimdi üniversiteler karanlığa gömüldü. Baktığımızda basın ve ifade özgürlüğü Anayasal teminat altında. Anayasamız böyle demesine rağmen, ki uluslararası hukuk da böyle, 160'ın üzerinde gazeteci bugün cezaevinde. 2 yıl önce başladı benim bildiğim kadarıyla bu hadise. Saraya muhalif olan radyolar, televizyonlar, gazeteler kapatıldı.
Şimdi ise el konuluyor ya da sattırılıyor.
Evet, gasp ediliyorlar. Bugün 10 bine yakın basın emekçisi işsiz durumda. Geçen gün Boğaziçi Üniversitesi'nde yapılan bir operasyonda çocukları gözaltına aldılar ve daha sonra onları cezaevine gönderdiler. Ya bunlar çocuk! Mutlaka okullarda tartışacaklar, siyasal ve ideolojik olarak farklı görüşleri olabilir. Yani bunları düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesi içerisinde değerlendirmeniz gerekir. Siz başta Osmanlı Ocakları ve ona yakın olan dernekler gibi ırkçı, milliyetçi gruplar istedikleri gibi üniversitelerde hareket ediyorlar. Ama işte demokrat, çağdaş, aydın üniversite gençliği bir şey söylediğinde hiç tahammülleri yok. Böyle bir süreci yaşıyoruz.
Dolayısıyla bunları alt alta topladığımızda, mutlaka Maltepe alanında ez az yüz binlerin, olabiliyorsa milyonların bir araya gelmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Ama sadece İstanbul’da değil, Türkiye'nin bütün alanlarında mevcut siyasal iktidara karşı toplumsal muhalefetin içerisinde yer alan, demokrasi mücadelesi verenlerin yan yana, omuz omuza birlikte olması gerekiyor, diye düşünüyorum ben.
Peki, mesela CHP ve HDP’nin bu konuda bir hazırlığı var mı? 1 Mayıs hazırlık toplantılarına siyasi partiler de katıldı; demokrat, sol, sosyalist partiler. Ama daha kitlesel olanları CHP ve HDP’nin sözleri var mı? ‘Biz bu 1 Mayıs'a güçlü bir şekilde geleceğiz’ diye…
Basın toplantımızı dün gerçekleştirdik ve bugün kolları sıvadık. Akşam Cumhuriyet Halk Partisi İl Başkanıyla görüşeceğiz. Daha sonra HDP il Başkanıyla görüşeceğiz. Ayrım yapmaksızın Türkiye'deki bütün siyasi partilerle görüşerek, konuşarak birlikte 1 Mayıs Birlik ve Mücadele gününü örmek ve güçlü bir Mayıs yaratmak için ortak hareket etme becerisini gösterebilirsek başarırız diye düşünüyorum.
Bütün söylediklerinizden çıkardığım, özet olarak, işsizlik bu kadar yüksek düzeyde, sefalet diz boyu; atılan akademisyenler, işçiler, kamu emekçileri milyonlar aslında ve bunların kendilerini ifade edebileceği yer 1 Mayıs.
70 bine yakın öğrenci bugün cezaevinde. Haksız yere sadece siyasal görüşlerinden dolayı 7 öğrenci bile cezaevine atılsa bizim için utanç verici bir durumdur.
Biraz tatsız bir soru ama bunu sormamız gerekiyor: DİSK üyesi de olan Birleşik Metal-İş sendikası, 1 Mayıs’ın Maltepe Alanı’nda yapılması kararını ihanet olarak niteleyip Genel Merkez’i de suçladı. DİSK üyesi bir sendikanın böyle bir tutum almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
DİSK’in kuruluşuna ve tarihine bakacak olursak, DİSK her dönemde farklı farklı yerlerde 1 Mayıs kutlamaları yapmıştır. Bugün Türkiye’de bir OHAL var. OHAL’e karşı toplumsal çatışma değil, toplumsal barış isteyenler ve ülkemizde savaşa karşı barışı örmek isteyenler mutlaka bir araya gelmeli.
DİSK’in bir Başkanlar Kurulu var. Bu kurulda Birleşik Metal-İş ve Nakliyat-İş’le birlikte 22 sendikamız var. Genişletilmiş Başkanlar Kurulu’nun almış olduğu karar, kesinlikle alan tartışması yapmadan kitlesel bir 1 Mayıs kutlaması yapma yönündedir. Ben bu kuruldaki 20’ye yakın DİSK üyesi sendikanın aldığı karardan bahsediyorum. Bu kurul kararını tanımadan, dinlemeden oradaki iradeyi yok saymak bana göre doğru değil. DİSK’in tarihine baktığımızda, tabii zaman zaman Taksim’de de 1 Mayıs’lar kutlanmış, İstanbul’un çok değişik yerlerinde de 1 Mayıs’lar kutlanmış. Bu kutlama kararlarının hemen hemen tamamı DİSK’in Yönetim Kurulu’ndan ve DİSK’in Başkanlar Kurulu’ndan çıkmıştır. Bugünkü karar da, DİSK’in Yönetim Kurulu’nun ve Genişletilmiş Başkanlar Kurulu’nun kararıdır. Biz bu kararı uyguluyoruz.
İşçileri de doğrudan ve yakıcı biçimde ilgilendiren bir faşizm tehlikesi var karşımızda. Faşizmin kurumsallaşma süreci olarak tanımlanabilir bu süreç… DİSK’in de buna karşı önemli roller oynadığını biliyoruz, OHAL’e karşı tutum alınıyor, Dörtlü olarak (DİSK, KESK, TMMOB, TTB) hareket ediliyor ama… Faşizme karşı geniş bir demokrasi cephesi bir türlü kurulamıyor. Otoriter yönetime, diktatörlüğe, faşizme karşı bir ortaklaşma nasıl sağlanabilir?
Türkiye’nin farklı bir yapısı var. 2019 yılında[1] yapılacak olan yerel, genel ve başkanlık seçimleri öncesinde toplumsal muhalefetin içerisindeki demokratik güçler bir araya gelmek zorunda. Bir araya gelirken, Doğudan Batıya, Kuzeyden Güneye hepimizi temsil edebilecek yöneticilere ihtiyacımız olduğunu buradan ifade etmek istiyorum. Doğu’da demokratik hak talebinde bulunan Kürtler var. Bir tarafta özgürce inançlarının gereklerini yerine getiremeyen Aleviler var. Diğer tarafta özgür bir eğitim ve yaşam ortamı bulunmayan öğrenciler var. Üniversiteler susmuş. Öğretim üyeleri rahat değil. İşçilerin işyerlerinde iş güvencesi yok. Türkiye’de 12 milyona yakın emekli var, bunların 6,5 milyona yakını açlık sınırının altında yaşıyor. Asgari ücret 1603 lira. 7 milyona yakın işçi asgari ücretle açlık sınırının altında hayatta kalmaya çalışıyor. Ataması yapılmayan öğretmenlerimiz var. Kamudan ihraç edilmiş 150 bine yakın insanımız var. 3 bine yakın görevden alınmış öğretim üyesi, 3 bine yakın da görevden alınmış işçi var. Kapatılmış televizyon kanalları, radyolar, cezaevindeki gazeteciler, cezaevindeki 70 bin öğrenci… Bunlar bizim çocuklarımız… Türkiye felaketin eşiğindeyken, 2019 seçimleri gelirken bu taşın çok sert olduğunu, bu taşın yarın bizi kanlar içinde bırakacağını hepimizin anlaması lazım. Yapılması gereken tek şey birleşmek. Uruguay eski devlet başkanı, hani sarayı olmayan, gecekonduda yaşayan, Mujica’ya bir soru sordular: “Sen nasıl başkan oldun?” Şöyle cevap verdi: “Uruguay’da biz beş parçaydık. Bir kere birleştik, ben başkan oldum.” Eğer biz bu topraklarda eşitlikten, özgürlükten, barıştan, kardeşlikten, adaletten, sendikal hak ve özgürlüklerden yana isek, başkanlık seçiminde çıkacak ortak adayın etrafında birleşmekten başka bir yolumuz yok.