Siyah renkli transporter marka araç ile kaçırılan Ali Can Yılmazer adlı öğrenci, “Bana ‘ister Kamu Güvenlik Timi (KGT), ister Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) de. Biz devletiz devlet’ dediler ve ajanlık teklif ettiler” dedi. TİHV Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, “Yaşananlar kabul edilemez” dedi.
Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SDGF) üyesi Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi öğrencisi Ali Can Yılmazer, 4 Aralık akşamı Keçiören Esertepe mahalesinde bulunan evine giderken, kendilerini "Devlet" olarak tanıtan kişilerce kaçırıldı. Yılmazer, Ahmet Şefik Koraylı durağında iner inmez 4 kişi tarafından alıkonulduğunu ve siyah renkli transporter markalı bir araca zorla bindirilerek, bilmediği bir alana götürüldüğünü, burada tehditlere maruz kaldığını aktardı.
‘İster KGT, istersen MİT de biz devletiz’
Mezopotamya Ajansı’ndan Selman Güzelyüz’ün haberine göre, siyah araca bindirildikten sonra bilmediği bir alana götürüldüğünü söyleyen Yılmazer, yaşadıklarını şöyle anlattı: "Akşam saat 20.00 civarında Kızılay'dan evime giderken Ahmet Şefik Koraylı denilen bir durakta indim. Ne olduğunu anlamadan dört kişilik bir grup etrafımı sardı. İlk olarak ülkücüdürler diye içimden geçirdim; ama daha sonra siyah transport aracı görünce, kaçırılacağımı anladım. Çünkü siyah transporter aracı ile kaçırılma olayları daha önce de Ankara'da yaşanmıştı. Yani bir ilk değil. Beni aldıklarında ilk olarak onlara kim olduklarını sorduğumda bana, 'İster Kamu Güvenlik Timi (KGT), ister Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) de. Biz devletiz devlet' şeklinde cevap verdiler.
'Kafana sıkar buraya gömeriz'
Yılmazer, daha sonra kendisini kaçıran kişilerce tehdit edildiğini belirterek konuşmasını şöyle sürdürdü: "Beni cezaevine koymak ile tehdit ettiler. Hakkımda dosya tuttuklarını isterlerse bana ceza verecek şeyleri dosyama ekleyeceklerini söylediler. Savcılar ile hakimler ile görüşüp, beni bir şekilde içeriye koyacaklarını belirttiler. Yine bana 'istersek kafana sıkar burada gömeriz' dediler."
'Önce karaktersiz dediler sonra birlikte çalışalım dediler'
Yılmazer kendisine ajanlık dayatmasında da bulunulduğunu aktararak, "İçlerinden bir kişi bana kendileri ile birlikte çalışmamı istedi. Ona karşılık ben de dedim ki; sabahtan bana karaktersiz diyorsunuz sonra benimle çalışmak istediğinizi söylüyorsunuz. İnsan karaktersiz kişiler ile nasıl çalışır dediğim de, bacağıma tekme ile vurarak epeyce aşağıladılar. Daha sonra beni gece 24.00 sıralarında beni Etlik tarafına bir yere bırakıp gittiler" dedi.
Kaçırma olayları 15 Temmuz'dan sonra arttı
Bölge illerinde özelikle 1990 yıllarında sıkça başvurulan, “kaçırma ve gözaltında kayıp” olayının benzerleri 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Ankara’da yaşanmaya başlandı. Ankara’da İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) yapılan başvurulara göre; son dönemlerde 20’yi aşkın yurttaş kaçırıldı. Kaçırılan gençlerin çoğu ajanlık dayatmasına maruz bırakılarak sistematik şekilde taciz edildi. Ajanlık dayatmasını kabul etmeyenler ise, ölüm başta olmak üzere çeşitli şekillerde tehdit edilerek, aileleri tarafından baskı altına alınmaya zorlandı. Kaçırma olaylarında kullanılan araçların siyah renkli ve transporter markalı olması ise dikkat çeken bir başka detay. Ankara’da son dönemlerde devreye konulan “kaçırma ve gözaltında kayıp”lara ilişkin konuşan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, son dönemlerde bu tür vakalara çok rastlandığını belirterek, "her şeyden önce tüm bu yaşananların açığa kavuşturulması gerekir" dedi.
'Kavuşmama halinin sorumluluğu devlete aittir'
Bakkalcı, değerlendirmesini şu şekilde sürdürdü: "Türkiye'nin yakın tarihinde çok acılı süreçler yaşandı. Son dönemde de özellikle zorla kaybetme konusunda son derece ciddiye alınması gereken durumlar yaşandı. Öncelikle tüm bu meselelerin berraklığa kavuşturulması, doğrudan devletlerin içinde yaşadığımız ülke itibari ile de Türkiye'deki ilgili kamu otoriterlerin sorumluluğu altındadır. Kavuşmama halinin sorumluluğu devletlere" aittir.
'üstünde 22 yıl geçti inanılmaz bir şey'
Bakkalcı, "Kişinin zorla kaçırılması dediğimiz şey, hukukun, adaletin tüm yargının bütünü ile suskun kaldığı ve failin her şeye muktedir olduğu uygarlığımızın bir karar deliğidir. Türkiye yakın tarihinde bunlar bir daha yaşanmasın diye özellikle Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Türkiye İnsan Hakları Derneği olarak biz bildiğiniz gibi 1995 yılında çok özel programlar geliştirdik. Ve o gün bu gündür bunların önlenmesi açısında çok önemli çalışmalar gerekiyor. Bir tanesi de Birleşmiş Milletlerin Kayıplar Sözleşmesi vardır. Hiçbir çekince koymadan, derhal onaylanmalı diyorduk. Üstünden 22 yıl geçti. İnanılmaz bir şey. Güncel duruma gelince tüm bunlar devletin sorumluluğu altındadır. Derhal soruşturmalar başlatılmalıdır. Soruşturmaların başlatılmaması kendi başına bir suçtur. Soruşturulmanın başlatılmaması dahil olmak üzere bu suça yönelik de işlem yapılmak durumundadır."
'Bir kişinin nasıl gözaltına alınacağı hususu oldukça berraktır'
Bakkalcı, kişi güvenliği hakkına dikkat çekerek, şunları kaydetti: "Hiç kimse tanımlanmış bunca yıllık aracıların üstünde oluşturulmuş, kurallara bağlı tanımlanmış gözaltına alma özgürlüğünde alıkonma yetkisine sahip değildir. Bir kişinin nasıl alıkonulacağı hususu çok berraktır. Aleni olmalıdır. Yakınlarına haber verilmelidir. Avukatlarına haber verilmelidir. Kayıtlara alınmalıdır."
Hiçbir şekilde kabul edilemez'
Kaçırma olayları ile topluma mesaj verildiğini söyleyen Bakkalcı, yaşananların hiçbir şekilde kabul edilemez olduğunu belirtti. Bakkalcı, "Bu olaylar bir failin 'ben her şeye muktedirim' demesidir. Hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu topluma doğrudan bir mesajdır. 'Ben her şeye muktedirim sizler bir hiçsiniz ben istediğimi yaparım' mesajıdır. Bu mesajın toplumda hiçbir karşılığı yoktur. Bu insanlığın varoluşuna aykırıdır. Bunların önlenmesi için bizler daha çok mücadele vermelidir" diye konuştu.