Son 5-6 aydan beri kendi içindeki gelişmelerden dolayı Die Linke (Sol Parti), iç kanat mücadeleleri, programatik belirsizlikler ve üye kaybı ile kendini gösteren derin bir krizden çıkabilmiş gibi görünüyor
Zayıflamasının temelinde, tutarlı bir sınıf pozisyonunu kaybetmesi yatmakta idi. Marksist bir bakış açısı, işçi sınıfının bir partisinin kapitalizme karşı mücadelede net bir çizgi geliştirmesini ve sınıf analizlerinden kopuk küçük burjuva kimlik politikalarına ya da parlamenter hilelere kapılmamasını gerektirir. Ancak Die Linke’nin giderek başarısız olmaya doğru kaymaya başladığı nokta tam da burasıdır: sosyalist politika iddiasında bulunurken, genellikle reformist pozisyonlara ve buna ait sınıf politikasından uzak analizlere takılıp kalmak.
Somutta Sahra Wagenknecht‘in istifasından ve BSW‘nin kurulmasından önceki dönemde şöyle olumsuz bir manzara göze çarpmakta idi:
* Sınıf politikasının eksikliği: Parti, işçi sınıfının çıkarlarını tutarlı bir şekilde temsil etmek yerine, genellikle sermaye ile emek arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi bulanıklaştıran genel “adalet talepleri ” içinde oyalanıyordu. Daha yüksek asgari ücret, zenginlere daha yüksek vergi ve sosyal adalet çağrısında bulunsa da, kapitalizmin üstesinden gelmek için net bir strateji olmaksızın bu talepler burjuva reform politikaları çerçevesinde kalıyordu.
* Bölünme ve oportünizm: Sahra Wagenknecht’in istifası ve BSW’nin kuruluşu, Die Linke’nin Almanya’daki radikal sol için ortak bir strateji geliştiremediğini göstermişti. Pragmatik reformcular, sol-liberal kimlik politikacıları ve gelenekçi sosyalistler arasındaki çekişme partiyi zayıflatıyor ve hareket edemez hale getiriyordu.
* Devrimci bir perspektif eksikliği: Parti, reformizme hapsolmuş, mevcut sistemi temelden sorgulamaya cesaret edemez duruma gelmişti. İşçi hareketi için devrimci bir perspektif geliştirmek yerine, kendisini kapitalizmin krizini birlikte yönetmekle sınırladı.
* Dış politika belirsizlikleri: Die Linke, tutarlı ve açık bir anti-emperyalist pozisyon alamamakla kalmayıp, kendisini bir barış partisi olarak bile konumlandıramadı. Sadece emperyalizme karşı mücadele için net bir devrimci strateji formüle etmeksizin Ukrayna’ya silah sevkiyatını çekingen ve kısık bir sesle ifade etmekle yetindi. Anti-emperyalist bir pozisyon hem Putin’in saldırganlığını hem de NATO’nun provokasyonlarını küresel emperyalist çatışmanın bir parçası olarak adlandırmalıdır. Fakat Die Linke çelişkili açıklamalar ve ana akım medya için taktiksel değerlendirmeler içinde kendini kaybetti. Halbuki, NATO’nun doğuya doğru agresif genişlemesi, Ukrayna’yı silahlandırmaya devam edilmesi ve Batı’nın Rusya için diplomatik güvenlik garantilerini müzakere etmeyi reddetmesi savaşın koşullarını yarattı. Bu Putin’in saldırganlık savaşını meşrulaştırmak anlamına gelmiyor, ancak emperyalist mekanizmaların daha derin bir analizini gerektiriyor. Bazı parti üyeleri büyük ölçüde Batı’nın Rusya’nın “kışkırtılmamış saldırganlık savaşı” söylemini benimseyip Ukrayna’ya savunma desteği verilmesini savunurken, diğerleri açık bir anti-emperyalist pozisyon formüle etmeden NATO’nun talepleriyle aralarına sadece sessizce ve dikkatlice mesafe koymaya çalıştı. Parti bu belirsiz, tutarsız, pasif tavırlar yerine bu savaşın sadece Ukrayna’yı savunmak için yapılan bir savaş değil, küresel emperyalist rekabet bağlamında bir vekalet savaşı olduğunu açıkça ortaya koymalıydı. Savaşı jeopolitik nüfuz alanları için kapitalist rekabetin bir ifadesi olarak teşhir etmeli ve bağımsız bir sosyalist barış politikası çağrısında bulunmalıydı. Kendisi bunu yapmadı – ve böylece anti-emperyalist bir güç olarak varlık nedenini kaybetti. Sonuçta, Die Linke kendisini Almanya’nın militarizasyonuna karşı gerçek bir muhalefet olarak konumlandırma fırsatını kaçırmakla kalmadı, aynı zamanda bir barış partisi olarak güvenilirliğine de büyük zarar verdi. Buna karşın, Sahra Wagenknecht bireysel olarak net ve inandırıcı bir savaş karşıtı politikayı temsil edebilmiştir – bu da partinin temel yönelim eksikliğini tekrar göstermiş oldu.
Az da olsa, övgüye değer şu noktalara değinmek gerekir:
* NATO ve Batı emperyalizminin reddi: Die Linke, her ne kadar Ukrayna konusunda kabul edilemeyecek bir şekilde bocalamış olmasına rağmen, sonuçta NATO’ya, Alman emperyalizminin dış misyonlarına ve toplumun militarizasyonuna karşı parlamentoda tutarlı bir şekilde konuşan tek parti olma özelliğini korumuştur.
* Sosyal adalet ve yeniden dağıtıma odaklanma: Kira sınırı, zenginlere vergi ve sendikaların güçlendirilmesi gibi talepler, kapitalizmin geniş emekçi kesimlere eziyet çektiren çelişkilerinin en azından bir kısmını acilen emekçilerin lehine etkisiz hale getirebilecek sosyalist bir perspektife dikkatleri yönlendirir. Die Linke bu temaları parlamentoda en çok gündeme getiren parti olmuştur. Parlamento dışındaki mücadelelerde, özellikle şehirlerdeki konut mücadeleleri, ücret anlaşmazlıkları ve sosyal protestolar içerisinde iyi sayılabilecek taban çalışması yürütmektedir. Bu mücadeleler çoğu zaman koordinasyonsuz ve yeterince devrimci olmasa da, emekçi sınıflara yakınlık göstermesi açısından önemlidir.
* Ant-ifaşizm ve AfD’ye eleştiri: Die Linke, toplumun faşistleşmesine karşı parlamentoda tutarlı bir şekilde direnen tek parti olma konumunu hala devam ettirmektedir. Parlamentodaki diğer bütün partiler (buna BSW de dahildir!) uyguladıkları politikalar ve yaptıkları açıklamalar ile faşistlerin partisi AfD’nin göç konusundaki anlatımlarını güçlendirmişlerdir. Die Linke, toplumun faşizme doğru kaymaya başladığı şu dönemlerde, burjuvaziye ve kendisine parlamentoda hizmet sunan partilere de karşı gösterilmesi gereken tutarlı bir anti-faşist mücadeleyi çoğu zaman kitlelere de adapte edebilmeyi uygun bir stratejiye dönüştürmekte başarısız kalsa bile, anti-faşist mücadeleye önemli bir katkıda bulunmuştur.
Değinilen bu övgüler ve ondan önceki olumsuzluklar ve değinilmeyen başka faktörler terazinin kantarına koyulduğunda, parti için kaçınılamayan, partiyi sadece bir kriz içine değil hatta gelecekte tamamen sönmeye götürebilecek tehlike terazinin ibresinde gözüküverdi.
Bu tehlikede şu faktörler belirleyici olarak göze çarptı:
a) İç çatışmaların tırmanması: Die Linke, uzun yıllar hizip mücadeleleriyle karakterize edildi. Pragmatik hükümet kanadı (reformcular), hareket yanlısı kamp ve Wagenknecht kampı arasındaki anlaşmazlık partiyi felç etti.
* Reformcular (örn. Ramelow, Bartsch): Eyalet düzeyinde hükümet katılımı ve daha pragmatik bir sol istediler.
* Sol hareket (örn. Wissler, Kipping): Parlamento dışı hareketleri partiyle bağlantılandırmayı hedeflediler.
* Wagenknecht kanadı: Göçmen karşıtı ve ekonomik korumacı tutumlarıyla kendisini popülist ve kutuplaşmış olarak konumlandırdı.
Sonuç olarak, bu iç bölünmeler seçmenlerin partinin hala neyi savunduğunu anlamasını zorlaştırdı.
b) Seçim yenilgileri ve siyasi önemsizlik: Die Linke, birçok seçimde dramatik kayıplar yaşadı:
* 2021 genel seçimlerinde yüzde 4,9’a geriledi ve parlamentoda ancak temel yetki maddesiyle kalabildi.
* Bir zamanlar güçlü olduğu Doğu Alman eyaletlerinde yerini giderek AfD’ye bıraktı.
* 2023 yılında Hessen ve Bavyera eyalet seçimlerinde sadece yüzde 2-3 oranında oy alabildi; bu da ölmekte olan bir parti imajını daha da güçlendirdi.
Sonuç olarak Die Linke, medya ve birçok eski seçmen tarafından önemsiz, kısa sürede ortadan kaybolacak bir parti olarak görülüyordu.
c) BSW şoku – Wagenknecht’in ayrılması: Sahra Wagenknecht’in 2023 yılında BSW ittifakını kurması, Die Linke için son ölümcül darbe gibi görünüyordu.
* Birçok kişi BSW’nin Die Linke’nin seçmen tabanının büyük bir bölümünü ele geçireceğini bekliyordu.
* Anketler BSW’nin oy oranını yüzde 6-7 olarak gösterirken, Die Linke’nin oy oranı yüzde 3’ün altına düştü; BSW’nin Die Linke’nin yerini alacağı izlenimi oluştu.
* Medya, Die Linke’nin öz potansiyelinin yeni rekabet tarafından bölündüğü izlenimi verdiği için “Die Linke’nin sonu”ndan söz etti.
Sonuç: Kamuoyunda, Die Linke’nin kısa sürede önemsizleşeceği algısı oluştu.
Küllerinden Doğan Anka Kuşu
Tüm bu olumsuzluklara rağmen Die Linke son aylarda şaşırtıcı bir dönüşüm yaşıyor ve kendisini kimsenin ummadığı bir biçimde toparladı. Sahra Wagenknecht’in ayrılmasının ardından siyasi olarak silindiği düşünülen partinin, önümüzdeki federal seçimlerde yüzde 5 barajını tekrar aşabileceği ihtimali çoktan ortaya çıkmış durumda. Peki bu beklenmedik yükselişin sebebi ne? Sadece üye sayısının artması mı, yoksa bunun arkasında stratejik bir yeniden yapılanma mı var?
1. Yeni bir dinamiğin ifadesi olarak üyelik artışı
Üye sayısındaki önemli artış önemli bir etken. Yılbaşından bu yana 17 binin üzerinde yeni üye partiye katıldı. Son haberlere göre partinin 11 Şubat 2025 tarihi itibarıyla üye sayısı yaklaşık 81 bin 200’e ulaşmış durumda. Bu sayı partinin kuruluşundan bu yana en yüksek rakamdır. Ancak sadece üye sayısının artması bu olumlu eğilimi açıklamıyor. Paradoksal olarak, Wagenknecht’in ayrılışı, partinin yeni bir ideolojik bütünlük geliştirmesine yol açtı. Wagenknecht’in radikal reformizmine ve sağcı sosyal demokrat çizgisine ilgi duyanlar partiyi terk etmişti, fakat bunun yerine çok sayıda genç, militan solcu partiye akın etti. Bu durum yalnızca daha fazla aktivizme yol açmakla kalmadı, aynı zamanda partinin daha önce olduğu gibi sol-liberal, pragmatik ve popülist kanat arasında parçalanmak yerine, kendisini daha açık bir sosyalist alternatif olarak konumlandırmasını da sağladı.
2. Partiyi yenileyen bölünme/ayrılış ve bir alternatif olarak BSW’nin zayıflığı
BSW başlangıçta daha başarılı bir parti gibi görünse de, kuruluşunun Die Linke için de avantajları oldu. Die Linke’ye karşı en büyük siyasi darbe olan BSW bölünmesi, değinildiği gibi, partinin kendini yeniden konumlandırmasına yardımcı oldu. Çünkü, Wagenknecht ve kanadıyla yıllardır süren iç çatışmalar nihayet sona erdi. Die Linke artık farklı kamplar arasında sürekli arabuluculuk yapmak zorunda kalmadan kendini daha net bir şekilde konumlandırabiliyor ve Wagenknecht yüzünden uzaklaşan birçok sol görüşlü aktivist geri döndü. Die Linke’nin büyümesinde bir diğer etken de BSW’nin göreceli zayıflığıdır. Sahra Wagenknecht başlangıçta potansiyel yeni bir halk partisi olarak görülse de, ittifakının gerçek bir siyasi hareket inşa edemediği ortaya çıktı. BSW, Wagenknecht’in kişiliğine fazlasıyla bağımlıdır ve ekonomik korumacılığın ötesine geçen ikna edici bir parti programına sahip değildir. Başlangıçta Wagenknecht’in hükümete yönelik medyada yankı bulan eleştirilerine ilgi duyan birçok solcu, artık partinin kitlesel bir toplumsal hareket inşa edemeyeceğini fark ediyor ve Die Linke’ye geri dönüyor.
3. Net programatik çizgi – iç çelişkilerin sonu mu?
Yıllar süren siyasi belirsizlikten sonra Ines Schwerdtner ve Jan van Aken etrafındaki yeni parti liderliği daha birleşik bir çizgi geliştirmeyi başardı ve böylece birçok seçmen partiye yeni bir soluk geldiği izlenimini edindi. Bu durum özellikle üç temel alanda belirgindir:
* Radikal sosyal politika: Die Linke hala, sosyal adalete, kiracı korumasına, ücret artışlarına, zenginlere vergi uygulanmasına ve refah devletinin savunulmasına güçlü bir şekilde odaklanmış olan ve bunun için istikrarlı bir şekilde ayakta durabilen tek parti olmaya devam ediyor.
* Hareketlere doğrudan bağlanma: Die Linke, son yıllarda genellikle seçmene bir memur gibi mesafeli duran görevlilerinin partisi olarak algılanırken, artık giderek daha fazla bir hareket partisi gibi mücadele ediyor; kiracı girişimlerinde, sendika mücadelelerinde ve kemer sıkma politikalarına karşı protesto gösterilerinde güçlü bir varlık gösteriyor.

* Partinin kampanyaları daha duygusal, çatışmadan korkmayan bir hal almış durumda; bu da özellikle genç kesimin ilgisini çekiyor. Die Linke, özellikle Heidi Reichinnek gibi karizmatik figürler aracılığıyla savaşçı bir profil geliştirdi. Reichinnek’in CDU-AfD işbirliğine karşı parlamentoda yaptığı viral konuşmalar da partiye sosyal medyada büyük bir ivme kazandırdı, kendisi şu sıralar militan solun yeni yüzü.(1) SPD ve Yeşiller sağa kaymaya ve sermaye için yalakalık yapmaya devam ederken, Die Linke, neoliberalizme ve toplumsal bölünmeye karşı güvenilir bir şekilde konumlanan tek parti olmayı sürdürüyor. Kendisi artık iç tartışmalarda kaybolmak yerine, özellikle sosyal adalet ve yeniden dağıtım, Ant-ifaşizm ve AfD’ye karşı mücadele, savaş karşıtı politika ve militarizmin reddi konularına odaklanmış durumda. Bütün bu gelişmelerin pek çok memnuniyetsiz seçmeni geri getirmesi muhtemel.
4. Kriz söylemi yerine olumlu bir anlatı
Die Linke yıllarca öncelikle kendi sorunlarından bahseden bir partiydi: hizip mücadeleleri, seçim yenilgileri, yüzde 5 barajını aşamama tehdidi ve korkuları. Bu savunmacı tavır pek çok potansiyel seçmeni korkutmuştu. Ama şimdi parti artık yeni bir özgüvenle ortaya çıkıyor. Kampanyaları korku ve umutsuzlukla değil, net bir anlatımla şöyle karakterize ediliyor: “Geri döndük”, “Biz sizin için savaşıyoruz”, “Die Linke mecliste olmalıdır – çünkü sizi başka kimse temsil etmiyor.”
Bu yeni özgüven etkisini göstermeye başladı: Anketler parti lehine istikrar kazanıyor ve parti bir kez daha salt ideolojik nedenlerle oy vermeyen, seçim ertesi oluşabilecek koalisyonlara karşı güvenilir bir toplumsal muhalefet arayan insanları kendine çekmeye başladı.
Sol kimlik taşıyan, sola yatkın seçmenlerin yaşadığı dilemma
Birçok kişi Sahra Wagenknecht İttifakı’nı (BSW) hala “solcu” olarak algılıyor. Ancak Marksizm ve sınıf mücadelesi perspektifinden bakıldığında, BSW’nin gerçek anlamda sol bir parti olmamasının ve Die Linke’nin tutarlı bir şekilde sol siyaset isteyen insanlar için daha iyi bir seçim olmasının temel nedenleri bulunmaktadır. Bu iki parti arasındaki fark ve karşılaştırmaların bazı neticeleri şöyle sıralanabilir:
1. BSW ekonomik olarak korumacıdır, ancak sosyalist değildir. BSW, ekonominin daha güçlü devlet düzenlemesi ile yürütülmesini talep ediyor ve bu yüzden neoliberalizme karşı çıkıyor. İlk anda bu kulağa “solcu” geliyor. Ancak, BSW bir sistem değişikliğini veya temel endüstrilerin millileştirilmesini öngörmüyor. Bunun yerine, sağcı refah devleti modellerine (örneğin Fransa’daki Gaullizm) benzer şekilde, daha güçlü devlet müdahalesiyle kapitalizm içinde kalmak istiyor. BSW’nin görüşleri emekçi sınıfların gerçek anlamda iktidarı ele geçirmesine değil, piyasa üzerinde daha güçlü bir devlet kontrolüne dayanıyor. BSW’yi “sol” zannetiği için seçenlere şunu hatırlatmak gerekir: Sosyal vatanseverlik bir çözüm değildir; işçi sınıfı uluslararasıdır, ulusal bir varlık değildir. Sol Parti ise birçok konuda bu pozisyonların tam tersine görüşleriyle sosyalizme çok daha fazla yakın duran ve açık olan görüşlere sahiptir.
2. BSW, örneğin parlamentodaki son oylamanın da gösterdiği gibi faşistlerle beraber sağcı bir göç politikasını desteklerken Die Linke tutarlı bir anti-faşist politika izlemektedir. BSW, “kontrolsüz göçün” sosyal güvenliği tehlikeye attığını savunuyor. “İyi” ve “kötü” göçmenler arasında ayrım yapan sağcı bir kimlik politikasını benimsemiş durumda. Kendisi sistemin bütününe karşı mücadele etmeyen, küreselleşmeyi ve göçü toplumsal sorunların nedeni olarak gören sağcı kapitalizm eleştirisine katılmakta. Die Linke, tüm insanların eşit haklara sahip olması için mücadele ederken, BSW “kendi vatandaşları” için bir sosyal politika talep ediyor.
3. BSW’nin “Woke -İdeolojiyi” (2), Cinsiyet Tartışmalarını, “Elit Siyasetini”, İklim Korumasını eleştirirken kullandığı dil ve görüşler, sağcı/gerici gruplar tarafından feminist, iklim koruma yanlısı, ırkçılık karşıtı ve LGBTIQ mücadelelerini itibarsızlaştırmak amacıyla sıklıkla kullanılan dil ve görüşler ile örtüşmektedir ve bu sol görüşlü değil, sağ görüşlü popülist bir stratejidir. Kadınların, göçmenlerin ve LGBTIQ bireylerin ezilmesi, iklim ve ekolojinin tahrip edilmesinin devamı kapitalist egemenlik yapısının bir parçasıdır; sol mücadele bunu görmezden gelemez. Gerçek sol siyaset, kadın haklarını, LGBTIQ haklarını savunur, ırkçılığa ve iklimin/ekolojinin tahrip edilmesine karşı mücadele eder; bunu da sınıf mücadelesine paralel olarak yapar ve Die Linke, BSW’in aksine, bunu yapmaktadır.
3. BSW’nin neredeyse işçi hareketiyle hiçbir bağlantısı yok gibi ve bu doğaldır, çünkü kendisinin bir sınıf partisi olma diye bir iddiası yoktur. BSW toplumsal adaleti ve sosyal-vatansever yaklaşımı vurgular, ancak net bir sınıf mücadelesi analizi yapmaz. Bu yüzden sendikaları güçlendirmeye yönelik net bir stratejisi de yoktur. Güçlü bir sendika hareketi ve sınıf mücadelesi örgütlenmesi olmadan sosyalist değişim olamaz. Bunun bilincinde olan Die Linke, sendikalarla, grevlerle ve endüstri alanlarındaki eylemleriyle sınıfa yakın bağları olan sol bir partidir. Kendisi, burjuvaziyi baş muhalif olarak sunar ve sermaye birikimine karşı çıkar. Die Linke, BSW’nin aksine, sermaye ile emek arasındaki antagonistik çelişkiyi merkezi çatışma olarak görür.
4. BSW’nin kararlı ve tutarlı bir şekilde savaş politikasına ve NATO’nun genişlemesine karşı çıkması, barıştan yana bir politika izlemesi elbette ki doğru ve övülmesi gereken bir tavır. Fakat kendisi Alman kapitalizmini emperyalizmin bir parçası olarak tanımlamaktan kaçınmaktadır ve ulusal çerçevenin içinde sıkışıp kalarak, küresel perspektifler sunmamaktadır. Sadece “Alman çıkarları”na odaklananlar, devrimci enternasyonalizm yerine milliyetçi reformizme düşerler. Die Linke ise, kapitalizmi küresel bir sistem olarak anlatmakta ve ona karşı mücadele etmektedir. Die Linke’nin en azından anti-emperyalist bir geleneği vardır ve Ukrayna ve özellikle Filistin meselelerinde yapmış olduğu büyük hataları düzeltme girişimlerine, yeterli bir hız ve seviyede olmasa bile, başlamıştır. Bunun hızını ve seviyesini büyük bir ihtimalle partiye yeni katılan genç kuşaktan binlerce üye olumlu olarak etkileyecek ve partinin önderliğini öne doğru iteleyecektir.
Oy kullanmada gerekli olan strateji
Sol Parti’nin yüzde 5’in üzerinde bir oy oranıyla meclise geri dönmesi, Almanya’daki sol hareketin tamamı için -hem parlamento içinde hem de dışında- çok geniş kapsamlı olumlu bir ortam yaratabilir. Bu durum parlamento dışı hareketleri, küçük sol partileri (DKP, MLPD, vb.), sendikaları, sosyal girişimleri ve Rosa Luxemburg Vakfı’nı doğrudan etkileyecektir ve bu etkiler şöyle sıralanabilir:
1. Tüm solun siyasi görünürlüğü ve medya erişimi
Die Linke’nin meclise geri dönmesi, büyük siyasi tartışmalarda yüksek, eleştirel bir sol sesin olmaya devam edeceği anlamına gelir. Bu durum meclis dışı sol hareketlere de yardımcı olur, çünkü:
* Sosyal adalet, kamulaştırma, anti-faşizm veya iklim koruma gibi konularda sol görüşlü meseleler
kamuoyunda varlığını sürdürür.
* Mecliste karşı tanıtım ortaya çıkar: Sol görüşlü tutumlar, konuşmalar, parlamento soruşturmaları ve medya varlığı aracılığıyla daha fazla ilgi görür.
* Sağcı/faşizan gelişmeye (Merz-CDU/AfD,) karşı güçlü bir ses unsuru varlığını sürdürebilecektir; bu durum
parlamento dışı solu da güçlendirecektir.
* Medyanın sol konulara olan ilgisi genel olarak artacağından, küçük sol örgütler dolaylı olarak bundan
faydalanabilecektir.
Die Linke’nin mecliste olmaması durumunda, Almanya’daki tüm sol söylem ciddi biçimde zayıflayacak, burjuva medyası sol meseleleri daha da görmezden gelecektir.
2. Sol kanat hareketleri ve meclis dışı gruplar için daha fazla kaynak
Meclise geri dönmesiyle birlikte Die Linke şunları elde edecektir:
* Devlet parti fonlarından birkaç milyon avro.
* Grup statüsü (eğer %5’in üzerine çıkarsa) – Bu, siyasi çalışmalar, personel ve altyapı için daha fazla para
anlamına gelir.
* Sol görüşlü aktivistlerle doldurulabilecek ve meclis dışı mücadelelere destek olabilecek meclis ofisleri.
Bu kaynaklar çoğu zaman sol görüşlü meclis dışı gruplara da fayda sağlar çünkü:
* Parti çalışanları çoğunlukla sol görüşlü taban aktivistleridir ve sol hareketleri desteklerler.
* Fonlar sol görüşlü araştırmalar ve yayınlar için kullanılabilir.
* Sendikalar ve sol görüşlü inisiyatiflerle ağ kurmak kolaylaşıyor.
Meclis grubu statüsü olmadan, Die Linke daha az ofis, daha az personel ve daha az fona sahip olacaktır; bu da tüm sol hareket üzerinde olumsuz bir etki yaratacaktır.
3. Sol kanat sendikal çalışmaları ve toplumsal mücadeleleri güçlendirmek
Mecliste güçlü bir sol, sendikaların ve toplumsal hareketlerin önemli bir müttefikidir:
* Grevlere ve endüstri sektöründeki eylemlere daha fazla medya ilgisi: Die Linke, meclis üzerinden grevleri destekleyebilir ve mecliste bu konudaki endişelerini dile getirebilir.
* Sendikalara yakın milletvekilleri, işçi uyuşmazlıklarını aktif olarak destekleyebilir, şirketlere ve hükümete
baskı uygulayabilirler.
* Sosyal protestolar giderek daha güçlü bir sese kavuşabilir; ister aşırı kiralara, ister hastane özelleştirmelerine, isterse kemer sıkma politikalarına karşı olsun.
Mecliste sol bir güç olmadan, sendikalar daha da kendi başlarına kalacak ve neoliberal yasalara karşı mecliste hiçbir kaldıraçları olmayacaktır.
4. Küçük sol partilerin (DKP, MLPD, vb.) avantajları
DKP, MLPD veya diğer daha radikal sol gruplar gibi partiler de mecliste güçlü bir soldan dolaylı olarak yararlanabilir:
* Sol görüşlü meseleler genel tartışmada yer almaya devam eder ve bu durum daha küçük sol partiler açısından da önemlidir.
* İş birliği ve ortak kampanyalar (örneğin sosyal kesintilere, kira artışlarına, savaş politikalarına karşı) ve bunlarla ilgili koordinasyonlar kolaylaşabilir.
* Radikal sol meclisi Die Linke üzerinden bir platform olarak kullanabilirler; örneğin dilekçeler veya ortak protestolar yoluyla.
* Gelecek koalisyonda burjuva partileri üzerindeki baskının artması, sol görüşlü sokak protestolarının daha
etkili olması anlamına gelebilecektir.
Mecliste Die Linke olmadan, faşist, sağcı ve neoliberal güçler daha da fazla zemin kazanacaktır; bu da daha radikal solcular için daha kötü bir başlangıç pozisyonu doğurabilir.
5. Rosa Luxemburg Vakfı ve sol bilim için faydaları
Son derece önemli ve güzel bir çalışma sürdüren Rosa Luxemburg Vakfı (RLS), Die Linke’nin siyasi vakfıdır. Bütçeleri doğrudan partinin meclisteki varlığına bağlıdır. Die Linke’nin yüzde 5 barajını aşması şu anlama gelir:
* Marksist ve sol görüşlü araştırmalara daha fazla fon.
* Marksist, sol görüşlü bilime yönelik daha fazla yayın, etkinlik ve burs.
* Almanya’da ve dünya çapında ilerici eğitim çalışmalarına daha fazla destek.
* Uluslararası sol işbirlikleri bozulmadan devam edebilecektir.
Solun mecliste yer almaması durumunda RLS muazzam mali kaynak kaybedecek, bu da tüm sol eğitim ve araştırma ortamını zayıflatacaktır.
6. AfD’ye karşı güç – sağcı bir söylemi engellemek
Faşistlerin partisi AfD kendini muhafazakâr ve gerici CDU/CSU’nun ardından en güçlü muhalefet partisi olarak kanıtlamış durumda ve faşist görüşlerini meclise taşımak için her fırsatı değerlendiriyor.
* Mecliste güçlü bir sol, sadece neoliberal (trafik ışığı partileri gibi) olmayan, net bir muhalefet sesinin olduğu anlamına gelir.
* Die Linke olmasaydı, CDU ve FDP, AfD seçmenlerini geri kazanmak için daha da sağa kayacaktı.
* Die Linke’nin mecliste olması, faşizan/sağcı söylemlerin egemen olmasını engelleyecektir.
Meclis’te sol görüşlü bir ses olmasaydı, AfD ve CDU’nun faşizan/sağcı politikaları uygulaması daha da kolay olurdu.
7. Sol kanat parlamento dışı protestolarına olası destek
Mecliste yer alan sol bir parti, parlamento dışı protestoların taleplerini parlamentoya taşıyarak bunları güçlendirebilir.
* Sosyal kesintilere (örneğin emeklilik, vatandaşlık kesintileri) karşı protestoların güçlü lobileri vardır.
* Savaş karşıtı politika, barış hareketi tekrar güçlendirilebilir.
* İklim hareketleri parlamentodan destek alabilir.
Kiracı girişimleri mecliste güçlü bir sese ve müttefike sahip olacaktır. Parlamentoda güçlü bir sol ses, meclis dışı mücadelelere ilham verebilir; bu ses olmadan toplumsal protestoların siyasi etkisi daha az olur.
Sonuçta, oy kimden yana verilmelidir?
Oy kullanmada, sol seçmenlerin çoğunluğuna hitap edemeyecek bir seviyeye, gelenek denilemeyecek kısa bir geçmişe ve politik görüşlere sahip olan BSW’yi seçmek, doğru bir karar olmayacaktır. Her ne kadar Die Linke’nin yüzde 5 barajını aşma ihtimali büyük gözükse bile, bunu garantiye almak lazım ve bu ancak kendisine verilen oylarla sağlanabilir. Şu anda BSW’nin barajı aşabilme ihtimali düşmüş gibi gözüküyor. Eğer bu böyle olmasaydı, yani BSW’nin barajı aşma ihtimali yüksek ve Die Linke’nin şansı düşük olsaydı, elbette BSW’ye oy verip vermemeyi tekrar daha ayrıntılı olarak irdelemek gerekebilirdi. Fakat yüzde 5 barajının ve bütün gerçeklerin, varsayımların sunduğu, dayattığı durum ortada. Bu yüzden realist olmak ve Die Linke’yi seçmek lazım.
Burada oy verme kararında sol bir körlük içine düşüp MLPD (Almanya Marksist-Leninist Partisi) gibi yanlış neticelere ulaşmamak lazım. Bu partinin kendisinin Die Linke’ye nazaran çok daha fazla tutarlı Marksist bir parti olduğunu göstermek için sunduğu bir video (3) bu partinin gelen tehlikenin boyutlarını henüz anlayamamış olduğunu gösteriyor. Elbette MLPD kapitalizme karşı Die Linke’ye nazaran daha açık, tutarlı ve desteklenebilir görüşlere sahip. Fakat sadece doğruyu söylemek yetmiyor, sosyalizm gibi nihai hedeflere ulaşmak için izlenmesi gereken yollarda kendi kavanozumuzun, balonumuzun içinden çıkmak gerekiyor. Eğer bu yapılmazsa her seçimde olduğu gibi, böyle radikal sol partiler ne kadar “müthiş”, “doğru”, “tutarlı” tavır gösterdiklerini büyük bir kıvanç ile tekrar tekrar birbirlerine anlatıp birbirlerinin sırtını sıvazlamaya devam ederler ve on yıllardan beri yüzde 0,2 oranına bile ulaşamazlar. Şu anda Almanya çok kritik bir dönemden geçiyor. Faşizm, değil kapıya dayanmak, bir ayağı ile çoktan ülkenin/toplumun içine girmiş durumda; hedefi bütün gövdesiyle içeri girmek. Buna karşı direnebilmek için marksizm taraftarı radikal sol, seçim ve ittifak stratejilerini sürekli gözden geçirmelidir. Önümüzdeki seçimlerde buna uygun tercih Die Linke’den yana oy vermek olacaktır.
(1) Die WICHTIGSTE Rede Über Den Pakt Von Merz Und AfD! Heidi Reichinnek Spricht KLARTEX
https://www.youtube.com/watch?v=l7bWsE_fMxI
(2) Woke terimi, ilk olarak ABD’deki siyah hakları hareketlerinden geliyor ve “bilinçli olmak, adaletsizlikleri görmek”
anlamına geliyor. Terim başlangıçta, ırkçılık, toplumsal eşitsizlik ve ayrımcılık gibi konulara duyarlı olmayı ifade ediyordu. Almanya’da “Woke-Ideologie” (Woke ideolojisi) eleştirisi, özellikle sağ ve muhafazakâr çevrelerde sol ve ilerici hareketlere yönelik bir tepkiyi ifade etmek için kullanılıyor. Bu kavram, çoğunlukla aşırı siyasi doğruculuk, kimlik politikaları, cinsiyet meseleleri ve ırkçılıkla mücadelede aşırıya kaçıldığı iddiasıyla eleştirilmekte.
(3) https://www.tiktok.com/@mlpd.de/video/7473166722674035970