Hatırlanırsa, Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW – Bündnis Sahra Wagenknecht) 2023 yılında resmen kurulduğunda, neredeyse eşit ölçüde coşku, şüphecilik ve red uyandırdı. Bu yeni oluşumla ilgili olarak birçok sorular ortaya çıkmıştı: Yeni bir sol güç mü yoksa yanlış bir yol mu? Yoksa bu, netlikten çok karmaşaya yol açan popülist bir bölünme mi? BSW acaba, Alman solunun neoliberal adaptasyonuna karşı gecikmiş bir cevabı mıydı? Yoksa sağ söylemlerle oynayan ve istikrarlı bir sol harekete tehdit oluşturan bir parti mi? Aynı zamanda beklentilerin bir ifadesi olan bu soruların bazılarına cevap vermek kolay, fakat bazı cevaplar hala ortada ve kestirip atmak zor gibi gözüküyor. Gerçek, çoğu zaman olduğu gibi, ikisinin arasında bir yerde duruyor.
BSW ve partiye ismini veren kurucusu Sahra Wagenknecht’in güçlü yönleri
Sosyal adalete gerekli bir odaklanma
BSW’nin yadsınamaz güçlü yönleri var. Yerleşik sol, yani Die Linke (1) partisi, son yıllarda giderek kimlik siyaseti tartışmalarına kaymış, sınıf mücadelesini gözden kaçırmış ve böylece geleneksel seçmenlerinin çoğunu kaybetmiştir. BSW ise daha baskın olarak görülen toplumsal sorunları yeniden merkeze koyuyor. Yükselen kiralardan, düşük ücretlerden, sanayinin ihmal edilmesinden ve artan toplumsal eşitsizlikten bahsediyor.
Parlamentoda ve özellikle doğu Almanya’nın eyaletlerinde kendini ciddi bir güç olarak kanıtlamış olan Sol Parti, bir zamanlar kendisinin işçilerin partisi olduğunu iddia ediyordu. 2020’li yılların başından itibaren, Corona krizinin etkisiyle beraber, önemli sayıda eski Sol Parti seçmeni, toplumsal ihtiyaçlarının artık Sol Parti tarafından ele alınmadığını gördüğü için ya siyasetten uzaklaşmış ya da faşizme/gericiliğe yeşil ışık yakan AfD’ye geçmiş durumda. İşte tam da bu noktada BSW bu yabancılaşmayı ele alıyor. Kendilerine göre, sol görüşlü bir parti insanların realitesinden ve dertlerinden kopuk, cinsiyet ve iklim politikalarıyla meşgul olan ahlaki bir seçkinler topluluğu olmak yerine sosyal adalet ile ilgilenmeli ve bunu savunmalıdır. Bu eleştiri çok yersiz değil. Birçok sol parti taraftarının giderek daha fazla ahlaki, cinsel, kimlik meselelerine odaklanması, birçok seçmenin gerçek ekonomik kaygılarının göz ardı edildiği hissine kapılmasına yol açmıştır. BSW ise toplumsal sorunları yeniden ön plana çıkarmaktadır. Elbette bu sorunları ön plana çıkarmaya çalışması, bu sorunlarla ilgili olarak her zaman doğru cevapları verdiği/bulduğu anlamına gelmeyebilir.
Barış Politikası: Gerçek Bir Sol Duruş
BSW barış politikasında da güçlü bir mesaj veriyor. Yeşiller ve SPD gibi partiler bir zamanlar pasifist olan tutumlarını zaten özellikle Yugoslavya savaşından beri büyük ölçüde terk etmişti. BSW ise, Ukrayna savaşının da gösterdiği gibi NATO’nun kuyruğuna takılan Sol Parti’nin aksine, şu ilkelere bağlı kalmaya devam ediyor: silah sevkiyatına hayır, çatışmayı tırmandırmaya hayır, savaş yerine diplomasi. Sol Parti’nin bölünmeden, yani Sahra Wagenknecht’in partiden ayrılmasından sonra, şimdi tekrar bu ilkeleri hatırlayıp biraz olsun tekrar savaşa karşı olan sol anlatımlara geriye dönmeye çalışması, su yolunda kırılan testiden sonra başlatılan girişimlere, açıklamalara benziyor.
Wagenknecht, iddia edilenin aksine Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısını defalarca kınadı, barışçıl çözüm çağrılarında bulundu. Tekrar kudurmuş bir halde militarize olan ve eskiden bir barış partisi olma iddiasındaki Yeşiller’in bile tank ve nükleer bir savaşı tetikleyebilecek Taurus füzesi teslimatı talep ettiği bir siyasi ortamda, tırmanış yerine diplomasiye güvenen birkaç sesten biri olmaya devam etti. Barış konusunda şimdiye kadar yaptığı şu analizler hep doğru çıktı: Ukrayna’daki savaş silah sevkiyatıyla sona ermez. Daha fazla silah daha fazla ölüm, daha uzun savaşlar ve daha büyük yıkım anlamına gelir. Wagenknecht’in Alman dış politikasının kendi halkının çıkarlarına hizmet etmediğini, aksine çoğu zaman ABD’nin jeopolitik güç oyunlarına tabi kılındığını vurgulaması da doğru bir açıklamadır.
Hiç şüphe yok ki, Alman parlamentosundaki parti camiasında savaşa ve yeniden silahlanmaya karşı BSW’den daha güçlü bir ses pek yoktur. BSW sadece saldırganlık savaşı nedeniyle Rusya’yı değil, aynı zamanda çatışmanın tırmanmasındaki rolü nedeniyle NATO ve Batı’yı da eleştirmektedir. Kendisi, NATO’nun doğuya doğru nasıl genişlediğine, Batı’nın müdahalesinin ve son on yıllardaki Ukrayna politikasının gerilimin tırmanmasına nasıl katkıda bulunduğuna işaret ediyor. Wagenknecht’in Almanya ve diğer Batılı ülkelerin Rusya’yı zayıflatmakta büyük ekonomik ve jeopolitik çıkarlara göz diktiğini söylemesi, kendisinin Rusya’ya karşı olan yaptırımların hafifletilmesi ya da barış görüşmelerinin başlatılması çağrısında bulunması batı stratejisini sorgulaması anlamına gelmektedir. Ancak bu gerçekleri ifade etmek bile, bir tabuyu yıkmaya denk düşüyor. Malum, bugün Almanya’da diplomasiyi ve barışı savunan herkes hemen hain ya da “Putin dostu” olarak damgalanmakta. Batı’nın savaş söylemi ve havuz medyası kamusal tartışmaya hala hâkim, buna göre Rusya tek saldırgandır, Ukrayna savaşı kazanmalıdır, silah tedarik etmekten başka alternatif yoktur. Almanya’da büyük medya kuruluşları, sadece Bild, Die Welt, Welt-TV gibi gerici ve muhafazakâr multimedya markalarını bünyesinde barındıran Berlin merkezli Axel Springer SE yayın grubu değil, bunlara ilaveten yayımda bulunan ve “kalite medya” diye tanımlanan ARD, ZDF, Spiegel, Zeit, FAZ gibi medya kuruluşları kamu söylemine hâkimdir. Bu medya kuruluşlarının çoğu hükümet politikalarına yakın durmaktadır ve hepsi hükümetin Rusya’ya karşı olan bütün söylemlerini benimsemektedir. Eleştirel veya muhalif görüşler, gerçeklere dayansalar bile, hızla “Rus dezenformasyonu” veya “komplo teorileri” olarak bu kuruluşlar tarafından etiketlenmekte.
BSW barış politikasıyla sol, sosyal demokrat ve hatta muhafazakar kesim dahil olmak üzere pek çok seçmene hitap eden yeni bir parti. Bu açıdan da bakıldığında yerleşik partiler (bunlara Sol Parti de dahildir) onu rakip ve bir tehdit olarak görmekte, doğal olarak BSW’yi “Putin propagandası” yapıyor diye veya “Putin dostu” olarak göstererek itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır.
BSW’nin Filistin/Gazze politikası
BSW’nin genelde savaşa karşı olan tavrı Filistin/Gazze konusunda da Alman parlamentosunda tek örnek, yani en tutarlı, dürüst ve dengeli duruşu sergiliyor. Kendisinin bu konudaki en belirgin cesur açıklamaları şöyle sıralanabilir:
– Her iki taraftaki şiddetin açıkça kınanması: BSW, Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihli saldırısını açıkça kınamış ve sivillere yönelik terörün haklı gösterilemeyeceğini vurgulamıştır. Aynı zamanda İsrail’in Gazze’de işlediği savaş suçlarını, özellikle de sivillerin toplu katliamını, altyapının tahrip edilmesini ve insani ablukayı eleştirmiştir. Bu ikili bakış açısı, parlamentodaki bütün partilerin ve parlamento dışındaki birçok kanaat önderinin, kurumlarının, tanınmış kişilerin, Ukrayna konusunda da değinilmiş olan havuz medyasının siyonizmden yana kayıtsız, şartsız İsrail’i desteklediği bir ortamda enderdir.
– İsrail’in eylemlerinin insan hakları temelli eleştirisi: Birçok Alman siyasetçi İsrail’e yönelik eleştirileri “anti-semitik” olarak niteleyip reddederken, BSW insan hakları ihlallerinin fail devletten bağımsız olarak kınanması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. İsrail’in yerleşim yeri inşasını, Gazze ablukasını ve askeri saldırılarını uluslararası hukukun ihlali olarak eleştiriyor. Birçok siyasetçi “Yahudi karşıtı” olarak damgalanmamak için İsrail’e karşı konuşmaktan korktuğundan, bu net duruş Almanya’da nadirdir.
– Alman çifte standardının reddi: BSW, Almanya’nın çifte standart uygulamasını kınamaktadır: Rusya sivillere yönelik saldırıları nedeniyle cezalandırılırken, İsrail Gazze’de işlediği savaş suçlarına rağmen desteklenmeye devam edilmektedir. Almanya’nın Ukrayna’ya yaptığı silah sevkiyatı gerekli görülürken, Gazze savaşında doğrudan sivil kayıplara neden olmasına rağmen İsrail’e yapılan silah sevkiyatı sorgulanmıyor. Bu eleştiri önemli, çünkü Alman dış politikasının ikiyüzlülüğünü ortaya koyuyor.
– Almanya’da tabuları yıkmaktan korkulmuyor: Almanya’da İsrail’in Orta Doğu’daki (yani sadece Filistin’de değil, Lübnan, Suriye, İran’da da) şiddet olaylarındaki sorumluluğundan açıkça bahsetmek neredeyse imkansızdır, zira her türlü eleştiri hemen antisemitik olarak karalanmaktadır. Bu konuda da BSW yine net bir analiz sürdürmektedir: İsrail’in işgal politikası, yerleşim inşası ve Gazze’ye yönelik ablukası, hep çatışmaların tırmanmasına ve bitmemesine neden olmaktadır. Netanyahu hükümeti savaşı kendi siyasi amaçları için kullanmakta ve barış görüşmelerini engellemektedir. Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme ve kendi devletlerini kurma yönünde meşru bir hakları vardır. Bu duruş, Almanya’daki pek çok medya ve siyasetçi tarafından karşı çıkıldığı için cesurca bir tutumdur.
– Antisemitizm kararına sert eleştiri: Özellikle sorunlu olan, parlamentonun yakın zamanda kabul ettiği, İsrail’e yönelik her türlü sert eleştiriyi anti-Semitizm olarak niteleyen anti-Semitizm tasarısı burada bir örnek. Parlamentoda parti olarak bir tek BSW bu karara karşı çıkmıştır. Bu karar Yahudi yaşamını korumayı değil, İsrail hükümetini her türlü eleştiriden muaf tutmayı amaçlıyor. İsrail’in Gazze’deki savaş suçlarını dile getiren, uluslararası hukuku ihlal eden işgal politikasını ya da işgal altındaki topraklardaki apartheid benzeri koşulları kınayan herkes artık resmen anti-Semit olarak karalanabiliyor. Bu karar, eleştirel seslere yönelik bir susturma emrinden başka bir şey değildir ve ifade özgürlüğüne bir saldırıdır. Zaten bu yüzden Almanya’nın birçok kentindeki üniversitelerde, tarafsız ve demokratik kriterler çerçevesinde tartışmaya açık olması gereken kurumlarda, dünyaca ünlü bilim insanlarının, barıştan yana olan girişimlerin düzenlemeye çalıştığı etkinlikler yasaklanmakta, polis şiddeti ile zorla bastırılmaktadır. Antisemitizmle mücadele edilmelidir, ancak bu, İsrail politikalarını eleştirmeyle Yahudi nefretini aynı kefeye koyarak yapılmamalıdır.
Sonuçta Alman Federal Meclisi’ndeki en iyi ve en tutarlı Orta Doğu politikasını BSW’nin temsil ettiği söylenebilir.
BSW’ye yönelik eleştiri noktaları
Sol Parti’nin sol bir kimlikte öncelik taşıması gereken kriterleri önemsememeye, unutmaya, bırakmaya başlamasından beri parti içinde başlayan kriz, sonunda Sahra Wagenknecht’in taraftarları ile partiden ayrılıp kendisinin yüzü ve omurgası olan BSW’yi kurması ile sonuçlandı.
Sosyal adalet, barış politikası, ekonomik egemenlik vs. gibi bir zamanlar sol siyasetin merkezinde yer alan konular, son yıllarda neoliberal uyum ve kimlik tartışmalarının gölgesinde kalmıştı. Sahra Wagenknecht, tam da bu boşluğu ustalıkla doldurmayı biliyor. Almanya’da artan yoksulluktan, yükselen kiralardan, bazı bölgelerdeki ekonomik gerilemeden bahsediyor. Ve bunu sadece akademisyenlerin değil, aynı zamanda zanaatkârların, çalışanların ve emeklilerin de anlayabileceği bir dille yapıyor. Sol giderek kendini ahlaki bir avangard olarak sunarken, BSW “sıradan insanlara” ses verir halde kendini takdim ediyor.Ancak sorun tam da burada başlıyor: Bir parti, kritik konularda muhafazakâr ya da sağcı söylemlere yaslanıyorsa gerçekten solcu olabilir mi?
BSW’nin sorunlu göç politikası
BSW’nin göç politikası, tutarlı bir sol görüş benimseyen herkes için özellikle sorunludur. Wagenknecht göçten bahsederken sürekli olarak “toplumsal patlayıcı madde”den söz ediyor. Güya var olan aşırı göçün refah devletine yük bindirdiğini ve toplumsal gerginlikler yarattığını ileri sürerek daha kısıtlayıcı bir göç politikası gerektiğini savunuyor. Halbuki sorun göçün fazla bir zorluk yaratmaması değil BSW’nin bunlara sol görüşlü bir yanıt sunamamasıdır. Gerçekten sol görüşlü bir parti göçün kendisini bir sorun olarak görmez, insanların iş ve barınma için rekabet etmek zorunda kalmasına neden olan ekonomik koşulları sorun olarak görür ve bu sorunları adil bir zenginlik ve kaynak dağılımıyla çözülebilecek bir sorun olarak sunar.
Göçü bir yük olarak görmek yerine sol bir partinin en azından şunları talep etmesi gerekir:
– Konut dağılımı konusunda rekabetlerin yaşanmaması için radikal sosyal konut.
– İşverenlerin göçmenleri ucuz iş gücü olarak sömürmesini önleyecek güçlü iş yasaları.
– Toplumda emekçi, preker nüfusu birbirine düşüren değil, herkes için yoksullukla mücadele eden bir sosyal politika.
– Savaş, sömürü ve iklim tahribatı gibi göçün nedenlerine karşı mücadele eden gerçek uluslararası dayanışma.
BSW göç politikası konusunda tehlikeli bir ip üzerinde yürümektedir. Irkçılıktan açıkça uzak durmasına rağmen göçten söz ediş biçimi sağcı/gerici anlatımlarla örtüşüyor, göçmen karşıtı pozisyonlara retorik yakınlıkta duruyor.
Sistem Değişikliği Yerine Reform
BSW’nin ekonomik programı, kapitalizmin sol eleştirisi ile pragmatik piyasa ekonomisi yönelimi arasında hareket ediyor. Neoliberal küreselleşmeye, düzenlemelerin kaldırılmasına ve sosyal kesintilere açıkça karşı dururken, sisteme yönelik eleştirilerinde ihtiyatlı davranıyor. Devletin ekonomide daha güçlü bir rol oynamasını, büyük şirketlerin ve aşırı zenginlerin daha adil vergilendirilmesini ve sanayi politikasının güçlendirilmesini talep ediyor. Ancak kendisi, büyük şirketlerin toplumsallaştırılması, ekonominin demokratik olarak kontrol edilmesi veya kapitalist sistemin kökten yeniden yapılandırılması yönündeki açık çağrılardan kaçınmaktadır. Geleneksel sol partiler kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldırmaya çalışırken, BSW sistem içinde toplumsal adaleti sağlamak için kapitalizmi düzenlemek istiyor. Görüşleri, daha fazla devlet kontrolüne dayanan, ancak gerçek bir sistem değişikliği olmayan bir “sosyal piyasa ekonomisine” dayanmaktadır. BSW devrimsel bir dönüşümü değil, toplumsal sorumluluk üstlenen “adil bir kapitalizm”i hayal ediyor. Peki böyle bir kapitalizm var olabilir mi? İşçi sınıfının en büyük toplumsal başarıları hiçbir zaman “daha sosyal bir piyasa ekonomisi” çağrılarıyla elde edilmedi, ancak zorlu sınıf mücadelesi ve devrimci baskıyla elde edildi. Gerçekten sol görüşlü bir proje, sermaye sahiplerinden hesap sormalı, sadece aşırılıkları sınırlamaya çalışmamalıdır. BSW burada yarı yolda kalıyor ve böylece sol siyasetin önemli bir bölümünü göz ardı ediyor. Sonuçta kapitalizme gerçek bir alternatif arayanlar bunu BSW’de bulamayacaklardır.
Tutarlı bir iklim politikası yok
Anti-kapitalist sol kesimler, iklim değişikliğini kapitalizmin doğrudan bir sonucu olarak görüyor ve enerji şirketlerinin kamulaştırılmasını, kaynak tüketiminde radikal bir azalma sağlanmasını ve fosil yakıtlardan uzaklaşılmasını talep ediyor. BSW ise kapitalizmi eleştiren bir çevre politikasıyla bağdaşmayan, sanayi ve ekonomik büyümeye odaklanan görüşlere sahip. BSW’nin iklim politikası belirsizliğini koruyor ve oldukça çelişkili. BSW, radikal bir enerji dönüşümüne dair açık taahhütlerde bulunmaktan kaçınıyor. Sol Parti ve Yeşiller yenilenebilir enerjilere büyük yatırımlar yapmak isterken, BSW rüzgar türbinlerinin hızla yaygınlaşmasına şüpheyle yaklaşıyor, arazi koruma ve vatandaş protestolarına atıfta bulunuyor. CDU ve FDP’ye benzer şekilde, fosil yakıtların Almanya’daki sanayi merkezleri için vazgeçilmez kalabileceğini savunuyor. Sonuçta iklim sorunu konusunda daha çok muhafazakâr ve sağ kanatta yer alan pozisyonlar benimsiyor.
Bilanço:
BSW’de özellikle barış ve sosyal politika alanlarında güçlü sol görüşlü unsurlar bulunmaktadır. Fakat kendisi aynı zamanda içinde büyük sorunları ve belirsiz geleceği olan bir parti. BSW’nin geleceği büyük ölçüde siyasi pozisyonlarını nasıl geliştireceğine ve istikrarlı bir seçmen tabanı oluşturup oluşturamayacağına bağlı.
Naif ve iyimser olarak düşünürsek, kendisinin yeni bir sol güç olarak başarılı bir gelişme gösterme ihtimali var. Fakat bunun için BSW’nin kendi göçmen karşıtı ve buna bağımlı olan popülist söylemlerine karşı tavır göstermesi gerekiyor. Aynı tavır klima krizi ile ilgili olarak şu anda savunduğu görüşler için de geçerli. Sol kesimler için sadece tutarlı barış politikası bu partiyi seçmeye yeterli olmayabilir. Eğer bu doğru tavırları gerçekleştirebilirse ve barış politikası konularını şimdiye kadar olduğu gibi açık ve tutarlı bir şekilde temsil etmeye devam edebilirse, kendisini Sol Parti’ye karşı ciddi bir alternatif olarak geliştirebilir ve SPD ile Yeşil Parti’den hayal kırıklığına uğramış seçmenleri kendine çekebilir. Fakat bu ihtimalde bir takıntı var, çünkü BSW’nin seçmeni sandıkta zorunlu olarak partinin bütün görüşlerine oy verecektir. Yani oy pusulasında “Ben BSW’nin sadece tutarlı barış politikasını destekliyorum” diye bir opsiyon yoktur. BSW’yi BSW yapan sadece tutarlı bir barış politikası değil aynı zamanda çok sıkıntılı göç politikasıdır. Bir partinin künyesindeki bu kaydı değiştirmesi oldukça zor bir girişimdir.
Her halükarda BSW’nin gelişimi, eğer önümüzdeki hafta sonunda, 23.Şubat 2025 tarihindeki seçimde, kendisi yüzde 5 barajını aşarsa, heyecan verici bir gözlem olmaya devam edecektir; çünkü bu durum uzun vadede Alman parti manzarasındaki güç dengelerini etkileyebilecektir.
Tutarlı bir sol görüşe sahip olan bir şahıs için hafta sonunda şu soru oluşmuş durumda: BSW gerçek bir alternatif mi, yoksa sonuçta verdiği sözden fazlasını vaat eden sıradan bir popülist hareket mi?
Önümüzdeki seçim aynı zamanda Almanya’da ki bütün sol kesimlere şu dilemmayı bir dert olarak dayatmaktadır: Öncelik barıştan yana mı, yoksa faşizme karşı mücadeleden yana mı olmalı? Sol için teoride ve normalde bunlar birbirinden ayrılamaz; birbirini tamamlayan olgulardır, biri olmadan diğeri olmaz. Şu anda Almanya’da en yakıcı, belirleyici iki sorun bu! Fakat Hem BSW’nin hem de Sol Parti’nin gösterdiği berbat tavırlar biri olmadan diğerini mümkün kılıyor. Biri tutarlı olarak barıştan yana fakat neredeyse anti-faşist mücadeleyi unutmuş durumda, diğeri ise tutarlı bir anti-faşist mücadele verirken barış mücadelesinde kıtayı her an nükleer bir felakete sürükleyebilecek güçlere karşı gösterilmesi gereken tavrı göstermekten aciz.
Önümüzde seçim herhalde burada da yeni gelişmelere bir hız ve netlik sağlayacaktır.
Dipnotlar:
(1) Sol Parti (Die Linke), 2007 yılında WASG ve PDS’in birleşiminden oluşan bir partidir. Bu birleşme, Doğu ve Batı Almanya’daki sosyalist akımları birleştirdi ve SPD ile CDU/CSU’ya karşı güçlü bir sol muhalefet yarattı.
WASG (Arbeit & soziale Gerechtigkeit – Die Wahlalternative / İş ve Toplumsal Adalet – Seçim Alternatifi), 2004 yılında kurulan bir Alman siyasi partisiydi. Gerhard Schröder liderliğindeki SPD’nin politikalarına karşı bir protesto olarak ortaya çıktı. WASG, kendisini SPD’ye karşı sol bir alternatif olarak görüyordu ve toplumsal açıdan dezavantajlı kesimlerin, sendikaların ve çalışanların çıkarlarını temsil ediyordu.
PDS ise (Partei des Demokratischen Sozialismus / Demokratik Sosyalizm Partisi), 1989’dan 2007’ye kadar varlığını sürdüren bir Alman siyasi partisiydi. Doğu Almanya’nın devlet partisi olan SED‘den (Almanya Sosyalist Birlik Partisi) doğmuştur. 1989/90’daki siyasal değişimin ardından SED kendini yeniden yapılandırarak demokratik sosyalist bir parti olarak konumlandırmaya çalıştı.