Şubat ayındaki HDK operasyonu kapsamında tutuklanan SYKP Parti Meclisi üyesi ve Siyasi Haber yazarı Ahmet Saymadi’nin ilk duruşması bugün Çağlayan Adliyesi 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Üç aydır tutulduğu Marmara Kapalı İnfaz Kurumu’ndan (Silivri) getirilen Saymadi ve avukatları mahkemede hazır bulunurken, çok sayıda siyasetçi ve hukukçu da duruşmayı izledi. Mahkeme, Saymadi’nin savunmasını yapmasından sonra, tutukluluğunun devamına ve bir sonraki duruşmanın 4 Temmuz’a ertelenmesine karar verdi.
Bilindiği gibi İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Halkların Demokratik Kongresi’ni (HDK) hedef alan soruşturması ile 18 Şubat’ta 10 ilde yapılan ev baskınlarında aralarında gazeteci, sendikacı, sanatçı ve siyasetçilerin de bulunduğu 52 kişi “örgüt üyesi olmak” suçlamasıyla gözaltına alınmış, bunlardan 30’u tutuklanmıştı. Tutuklular arasında, Ahmet Saymadi’nin yanı sıra SYKP Parti Meclisi’nin bir diğer üyesi olan İbrahim Halit Elçi, SYKP üyesi ve DEM Parti MYK üyesi Mehmet Saltoğlu ve SYKP üyesi Kardelen Taş da vardı. Keza SYKP üyesi Yazgül Yıldırım da gözaltına alındıktan sonra ev hapsi ile cezalandırılmıştı.
Tutuklananlar hakkındaki ilk iddianameler Ahmet Saymadi, İbrahim Halit Elçi, geçmişte EMEP’in çeşitli kademelerinde görev almış ve en son Genel Başkanlığını da yaptıktan sonra istifa edip ayrılmış olan gazeteci Ercüment Akdeniz, LGBTİ+ topluluğundan gazeteci Yıldız Tar, gazeteci Elif Akgül ve Zeysu Fakir’le ilgili olarak düzenlendi. Bunlar tek bir “toplu dava” iddianamesi şeklinde değil parça parça veya bireysel iddianameler olarak hazırlanıyor. Bianet, Gazete Duvar ve diğer mecralarda pek çok yazısı çıkan, Siyasi Haber’e de sık sık yazan ve halen de Silivri’den yazı göndermeye devam eden Ahmet Saymadi’nin niçin bu dosyadaki üç gazeteci ile birlikte değil de tek başına ve ayrı bir iddianame ile yargılanmak istendiği meçhul. Aynı şekilde Siyasi Haber’in yazar ve editörlerinden İbrahim Halit Elçi için de tek başına bir iddianame düzenlenmiş ve Ankara’ya gönderilmiş bulunuyor. Diğer tutuklu SYKP üyeleri ile HDP’nin öteki bileşenlerine mensup ya da bağımsız kişiler hakkında ise henüz iddianame hazırlanmış değil.
Tutuklu ve tutuksuz yargılanacak olan HDK’liler için neden tek bir iddianame ile “toplu dava” açılmadığı zamanla daha iyi anlaşılacak. Bunun iki nedeni olabilir. Birincisi, “istim arkadan gelsin” misali, önce tutuklayıp sonra sanıklara suç yakıştırma çabası (ki bu Cumhur ittifakı yargıya hakimiyetini artırdıkça bir alışkanlık haline geliyor). Tabii “deliller” önceden toplanmış olmayınca gözaltına alınanların bilgisayar ve telefonlarından, ev aramalarında “ele geçirilen” malzemeden delil üretmek zaman alıyor ve üretilen “deliller” de birbiriyle tutarlı olmuyor. ikincisi de, mahkemelerin iş yükünü kat kat arttırmak pahasına, sanık yakınlarının, avukatlarının, yurt dışından izlemeye gelebilecek hukukçuların ve sivil toplum temsilcilerinin mahkeme salonlarını doldurmasına, adliye önünde yığılıp kitlesel protesto gösterileri yapmasına engel olmak, bu arada tahliye edilecek olanların mümkün olduğu kadar uzun süre hapsedilmesini sağlamak gibi görünüyor.
Öte yandan, Ercüment Akdeniz, Halit Elçi, Yıldız Tar ve Zeysu Fakir hakkında yazılan iddianame 53 sayfalık bir laf kalabalığından ibaret. Ahmet Saymadı’nınki de öyle. Bu iddianamelerin sanık kimliklerini belirten kısımdan sonraki 10 sayfası HDK’nin nasıl “PKK/KCK silahlı terör örgütü” ile bağlantılı olduğunu, ona hizmet ettiğini, “örgütün” karar ve talimatlarıyla hareket ettiğini anlatmaya yönelik bir girizgah. Belli ki kes-yapıştır yöntemiyle bugünkü ve gelecekteki ilgili davaların iddianamelerinde kullanılmak üzere hazırlanmış. “Kent uzlaşışı” dolayısıyla tutuklanıp yerine kayyım atanan Ahmet Özer ve diğerlerine karşı açılan davaların iddianamelerinde de yer almış olabilir.
İddianame(ler)de sanıklara suç yakıştırma çabası apaçık görülüyor. Bunlar arasında “konuşma ve basında haber yapmak, röportaj vermek, köşe yazısı yazmak, kamuoyu oluşturmak”, “PKK/KCK çızgisine paralel ifadeler kullanmak”, “yemek organizasyonu”, “bağış toplamak”, “gözaltına alınanlarla alakadar olmak”, “oturma eylemlerine katılmak”, “cezaevlerindeki açlık grevlerine destek vermek”, “1 Mayıs kutlamalarına, Gezi Parkı olaylarına, Newroz eylemine katılmak, katılımı arttırmak ve müzahir kitleyi yönlendirmek”, “yürüyüş, miting, basın açıklaması, etkinlik organize etmek”, “HDK Genel Meclis toplantısına katılmak” vb. sayısız hayali “suç” var. En önemli dayanaklarından biri şu: Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesindeki Terörle Mücadele Daire Başkanlığı’na göre 15 Ekim 2011’de kurulan HDK ‘terör örgütü’ olarak kabul edilen Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) devamı imiş. Bu iddia da yukarıda anılan ve anılmayan her türlü HDK faaliyetinin “örgüt adına” yapıldığıının ispatı sayılıyor.
Oysa İzmir 20. Ağır Ceza Mahkemesi, 7 Aralık 2023 tarihinde HDK’nın yasa dışı örgüt olmadığı yönünde karar vermiş, o davada yargılanan kişi de beraat etmişti. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi de HDK’nın yasal olduğu kararını onamış ve böylece karar kesinleşmişti. Bu iddianame(ler) İzmir 20. Ağır Ceza Mahkemesi ile bölge istinaf mahkemesinin verdiği kararları yok sayıyor ve o davanın iddianamesinde de yer alan kof iddiaları aynen tekrarlamaya devam ediyor. İşine gelmeyince diğer mahkemelerin kararlarını, hatta Anayasa mahkemesinin kararlarını yok sayan merci ve kişilerden ne beklenir?
Bütün bunlar aslında HDK operasyonunu yaptıran ve yapanların “İmralı müzakereleri” bağlamında muhatapları üzerindeki baskıyı arttırmak ve onlara boyun eğdirmek için HDK ve DEM Parti çevresinden mümkün olduğu kadar çok siyasi kadroyu rehin almak ve rehin tutmak niyetinde olduğunu düşündürüyor. 6000 kişilik liste bu niyetin bir göstergesi. İmamoğlu ve İstanbul belediyelerine yönelik operasyonun belki zorunlu olarak öne çekilmesi ve ona karşı yükselen beklenmedik halk tepkisi HDP operasyonlarını şimdilik durdurma ihtiyacı doğurmuş olabilir. Fakat Cumhur ittifakının niyet değiştirdiğini gösteren bir belirti de yok.
Bu rehin alma ve rehin tutma niyetine hedef olanlardan Ahmet Saymadi daha ilk duruşmada iddianemeyi paçavraya çevirdi. Savunmasını aynen yayımlıyoruz.
Ahmet Saymadi’nin savunması
Bugün 21 Mayıs. Savunmama başlamadan önce 21 Mayıs 1864 tarihinde gerçekleşen Çerkes sürgününde yaşamını yitirenleri saygıyla anıyorum. Sürgün mağdurlarının bizim kuşaklardaki temsilcilerinin acılarını paylaşıyorum. Bu vesileyle coğrafyamızda yaşanan katliamlar ve sürgünlerle tarihsel yüzleşmenin yolunun açılmasını, tarihsel hakikatlerin kabul edilmesini, halkların haklarının iade edilmesini veya mümkün telafilerinin sağlanmasını temenni ediyorum. Coğrafyamızda ve dünyada bir daha böylesi acıların yaşanmamasını, barışın ve hukukun hâkim olmasını diliyorum.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör Suçları Soruşturma Bürosunun hazırlamış olduğu iddianame heyetiniz tarafından kabul edilmiş bulunuyor. İddianame ile tarafıma TCK’nin 314. maddesinin 2. fıkrasına ve TMK’nin 5. maddesine atıfla, “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçlaması yöneltilmektedir. Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum.
İddianame yaşamsal, mantıksal ve zamansal çelişkiler üzerine kurulmuş durumda. Örneğin İddianame HDK’nin 2011 yılında kurulduğunu ve sonrasında örgüt tarafından yönlendirildiğini iddia ediyor. Suç tarihi olarak 3 Ocak 2023 belirtilmesine rağmen sıklıkla 2014–2015–2016 yıllarındaki faaliyetlerinden bahsediliyor. Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ile ilgili 2019 yılındaki bir Yargıtay kararına gönderme yapılarak HDK de bu karara dahilmiş gibi ele alınıyor. 2011 yılından bugüne devletin bilgisi ve takibi dahilinde yüzlerce, hatta binlerce panel, sempozyum, kongre, konferans, eylem, etkinlik organize eden ve halihazırda çalışmalarını sürdüren HDK faaliyetleri kapsamında düzenlenen operasyon 18 Şubat 2025’de gerçekleşiyor. Savcılık makamının hazırladığı iddianame suç üretme çabasıyla tarihleri, hayatın olağan akışını, örgütleri, mahkeme kararlarını, olguları ve olayları birbirine katıyor ve bizlerin kendimizi savunmamızı dahi zorlayan bir kargaşaya neden oluyor. İddianamede hiçbir suç unsuruna işaret edilmeyen 2011-2013 yıllarındaki HDK çalışmalarımdan dolayı 2025 yılında gözaltına alınıp tutuklanıyorum. Şayet HDK yasa dışı bir organizasyon ve bizler de suç işleyen insanlarsak dava açılması için neden 14 yıl beklenmiştir? Çok net görünmektedir ki iddianamedeki tarihler, olaylar ve iddialar boşlukta salınmaktadır ve çoğunun benimle hiçbir illiyet bağı dahi bulunmamaktadır.
İddianame HDK’nin programına, tüzüğüne, çalışmalarına, yapılanmasına bakmaksızın [onu] yasa dışı ilan etmektedir. İddianame şu mantıkla ilerlemektedir: “HDK, Abdullah Öcalan’ın talimatıyla kurulmuştur ve PKK–KCK’ye bağlıdır. Ahmet Saymadi HDK’de çalışmıştır. Dolayısıyla Ahmet Saymadi de PKK–KCK üyesidir.” İddianame, bu ön kabulle ilerleyip: HDK’nin faaliyetleriyle ve benim ne yaptığımla ilgilenmeden her şeyi yasa dışı ilan ediyor.
HDK, sınıfsal, kimliksel, inançsal, sosyal eşitsizliklere ve baskılara son verilmesini; Kürt sorununa demokratik ve barışçıl bir çözüm bulunmasını; cinsiyet ayrımcılığının ortadan kaldırılmasını; ekonomik eşitsizlikle ve yoksullukla mücadele edilmesini; ekolojik yıkıma, doğanın tahribatına karşı durulmasınını amaçlar. Bu toprakların tüm kadim halklarının, sosyalistlerin, feministlerin, LGBTİ+ların, doğa dostlarının, Alevilerin ve tüm demokratik dinamiklerinin birlikte mücadele etmesi ve halkların yerellerde doğrudan demokrasi yoluyla, dayanışma içerisinde örgütlenmesi için çalışır.
HDK, uzun yıllar süren tartışmalar, görüşmeler, toplantılar ve mücadele pratiklerinden sonra pek çok siyasal parti, örgüt, toplumsal hareket, emek ve meslek örgütleri, ekoloji hareketi, kadın ve LGBTİ+ hareketi ve bağımsız bireylerin bir araya gelmesiyle kuruldu. Kuruluş kongresi, 2011 yılında tüm illerden gelen 825 delege ve ayrıca farklı kesimlerden davet edilen 375 delegenin yer aldığı bir genel kurulla gerçekleştirildi. HDK o tarihten bu yana Türkiye’nin demokratikleşmesi için açık, demokratik çalışmalar yürüten siyasal ve toplumsal bir organizasyondur.
Demokratikleşmenin ancak halkın katılımıyla olacağı bilinciyle hareket ettiğinden, yurttaşların seçimden seçime söz hakkını kullandığı temsili demokrasi yerine, yerel meclislerde sürekli olarak söz üretebileceği, doğrudan demokrasiye dayalı, dayanışmacı, yatay ve eşit haklara sahip olduğu bir çalışma sistematiğine sahiptir.
HDK’nin bileşenlerinin ve kurduğu tüm partinin milletvekilleri ve belediye başkanları HDK’nin doğal delegesidir. HDK’nin şu andaki eş sözcülerinden birisi olan Meral Danış Beştaş halen DEM Parti milletvekilidir. Diğer eş sözcüsü Ali Kenanoğlu ise geçtiğimiz dönem HDP milletvekilliği yapmıştır. Yani HDK, mahalle meclislerinden Türkiye Büyük Millet Meclsine dek geniş bir toplumsal temsiliyete sahip olan, faaliyetlerini yasal, demokratik çerçevelerde yürüten bir örgütlenmedir.
İddianame benzerlikler, muğlaklıklar, tahmin edilen bağlar, ön kabuller, varsayımlar üzerinden ilerlemektedir. Çoğu yerinde kopukluk bulunmaktadır. Örneğin iddianamede “HDK’de de KCK’deki gibi eş başkanlık sistemi vardır” denilmektedir. Bu mantıkla eş başkanlık biçimini savunan her siyasi yapı yasa dışı ilan edilebilir. Hatta “Ben Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanıyım” diyen cumhurbaşkanı da yasa dışı ilan edilebilir. Gerçekte ise kadınların yönetimde eşit şekilde temsil edilmesini amaçlayan bir yöntem olan eş başkanlık sistemi KCK’nin icadı da değildir tekelinde de değildir. Eş başkanlık ilk kez Avrupa Yeşiller Partisi tarafından kullanılmıştır ve hâlen dünyanın pek çok ülkesinde resmî düzeyde kullanılmaktadır. Sonuç olarak toplumsal cinsiyet eşitliğine değer ve önem vermekle örgüt üyeliği arasında bağlantı yoktur.
İddianamede “HDK genel kurul delege sayısı, TBMM’nin milletvekili sayısının bir buçuk katı olarak belirlenmiştir. Böylelikle TBMM’ye paralel bir meclis kurulmaya çalışılmaktadır” denilmektedir. Türkiye’deki tüm siyasi partilerin kendi hedeflerine ve ihtiyaçlarına göre bir tüzüğü, ve tüzükçe belirlenen Genel Kurul delege sayısı vardır. HDK de kendisine Yüksek Seçim Kurulu’nun seçim bölgelerinin nüfusuna oranlayarak belirlediği Milletvekili sayısını referans almıştır. Yani TBMM’nin milletvekili sayısını değil ilgili birimin nüfusa oranlı milletvekili sayısını esas almıştır. Bu HDK’nin tüzüğünde “Yerel meclisler ve birimler tarafından seçilecek delege sayısı, ilgili ilin milletvekili sayısının 1,5 katı olarak belirlenir” şeklinde belirtilmektedir. Bu usul TBMM’ye paralel meclis kurmayı değil, demokratik ve kapsayıcı bir yapı oluşturma amacıyla toplumsal temsiliyeti esas alarak, kadın ve gençlik kotalarıyla çeşitliliği sağlamayı hedeflemektedir. Belirtmek isterim ki diğer partilerin tüzüklerine bakarsanız orada da TBMM milletvekili sayısının referans alındığını görürsünüz. örneğin AKP tüzüğünün 68. maddesine göre delege sayısı “TBMM üye tam sayısının iki katından fazla olamaz.” MHP tüzüğünün 24. maddesinde ise delege sayısı için doğrudan Meclis’teki millevekili sayısı olan 600’ün baz alındığı bir hesaplama bulunmaktadır. Bu siyasi partilere TBMM’ye paralel yapı kurma suçlaması yöneltilmiyorsa HDK’ye de böyle bir suçlama yöneltilemez. AKP, MHP ve diğer partiler delege sayısını nasıl belirliyorsa HDK de öyle belirlemiştir, konu bu kadar basittir. Paralel meclis iddiası da ayrıca temelsiz bir iddiadır.
Bir kişinin yasa dışı örgüt üyesi sayılması için, kişinin üye olduğu yapının yasa dışı olduğunu bilmesi gerekir. Bu örgütün eylem ve etkinliklerinin ve üyeler arasındaki ilişkilerinin, hiyerarşisinin gizli olması gerekir. En azından örgüte üye olmasının yasal bir yaptırım yaratacağını bilmesi veya örgütle ilgili bir yargı kararı olması gerekir. Ancak HDK’de bunların hiçbiri yoktur. HDK hakkında açılmış bir kapatma davası yoktur. Kurucularına ve yöneticilerine açılmış davalar yoktur. HDK hakkında yasa dışı olduğunu gösteren bir Yargıtay kararı veya Anayasa Mahkemesi kararı yoktur. HDK’nin üyeleri arasındaki ilişkiler, açıklık ilkesine dayanmaktadır. HDK’nin merkez binası açıktır ve faaliyettedir. Eş sözcüleri basına düzenli olarak görüş beyan etmektedir. Hatta, biz 21 Şubat akşamı bu binada tutuklanırken, HDK kendi pankartıyla adliye binası önünde açıklama yapmıştır ve sonrasında HDK eş sözcüleri tutuklu bulunduğumuz cezaevinde bizleri ziyaret etmiştir. Nerede, hangi faaliyeti yürüteceğini basın yoluyla duyuran, çalışmalarını ve sonuçlarını internet sitesinden yayınlayan, “liderinin” mevcut ve eski çalışanlarıyla cezaevinde devletin izniyle görüşebildiği bir illegal örgüt olabilir mi? Sonuç itibariyle HDK, demokratik ve yasal kurallar çerçevesinde siyaset ve faaliyet üreten bir yapılanmadır. Yasadışı olduğuna ilişkin hakkında verilmiş herhangi bir yargı kararı olmadığından ben de HDK kurulları içerisinde 2011-2013 tarihleri arasında faaliyet yürüttüm. Bu faaliyetlerin suç unsuru içerdiğini düşünmüyorum. Bunlar açık alanda gerçekleşen demokratik ve meşru eylemlerdir, etkinliklerdir.
İddianamede farklı yerlerde şöyle ifadeler yer almaktadır:
⁃ “Modern demokrasilerde özgürlüklerle doğrudan ilişkili olan ve yüksek bir meşruiyete sahip bulunan partilere üye olma, siyasi faaliyette bulunma, düşünce, ifade, örgütlenme özgürlüğünün terör örgütlerince istismar edilerek kötüye kullanılabileceği bilinmektedir. Anayasamızda ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde yer alan bu haklardan yararlanılabilmesi için gerçekleştirilen faaliyetlerin, cebir ve şiddetle ilişkisi, kullanılan yöntem ve takip edilen amacın hukuk ve demokrasi kurallarına, uygun olup olmadığı ve bir terör örgütüyle amaç veya yöntem bakımından ya da yapısal açıdan bir bağlantısının bulunup bulunmadığı göz önünde bulundurulmalıdır.”
⁃ ” Festival – etkinlik, konser, basın açıklaması, miting görünümünde eylem yapıldığı”,
⁃ “HDK legal görünümlü illegal bir cephe yapılanmasıdır”
⁃ “Ülkemizde gelişen olayları, hükümet büyüklerinin açıklamalarını örgütsel propagandaya dönüştürerek gündem yaratıldığı” ifadeleri yer almaktadır. Böylelikle yasal haklar çerçevesinde yapılan her türlü faaliyet yasa dışı sayılmakta, demokratik mücadele kriminalize edilip yasa dışı ilan edilmek istenmektedir. Bu mantık ve perspektifle tüm demokratik siyaset alanı kriminalize edilip yasa dışı ilan edilebilir ve tüm siyasiler tutuklanabilir. 2023 yılında Ankara’da açılan soruşturma dosyasının İstanbul’dan 1600 tüm Türkiye’den ise 6000 kişiyi kapsıyor oluşu bu mantığın sonucudur. Bu sayı neredeyse Türkiye’deki tüm illerde ve ilçelerde aynı anda örgütlenen bir siyasi partinin yönetici sayısına eşittir. Demokratik siyaset alanında faaliyet yürüten bu kadar çok insanın bir illegal yapılanmanın üyesi olması hayatın olağan akışına da aykırıdır.
Daha önceki ifadelerimde de belirttiğim gibi; kuruluş çalışmaları 2010 yılında başlayan, resmi kuruluşu 2013’de gerçekleşen Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) üyesiyim. Halen parti meclisi üyesi olarak görev yapıyorum. Partimiz SYKP, HDK’nin kurucu bileşen partilerinden biridir. SYKP ve HDK ilişkisi SYKP’nin programında açıkça ifade edilmektedir. SYKP, bileşeni olduğu HDK ve DEM Parti’ye düzenli olarak üye vermektedir. Örneğin halihazırda DEM Parti Eş Başkanı Tülay Hatimoğulları önceki dönemlerde SYKP’nin Eş Genel Başkanıdır ve SYKP’yi temsilen HDP’den ve sonrasında DEM Parti’den Milletvekili seçilmiştir. Nitekim polis fezlekesinin 113. sayfasında yer alan delege listesinde benim HDK’deki delegeliğimin de SYKP üzerinden gerçekleştiği görülmektedir.
Yine Polis fezlekesinin 113. sayfasında yer alan bir excel tablosu beni “Beşiktaş başkanı” olarak kaydetmiştir. İddianame benim HDK Beşiktaş İlçe başkanı olduğumu iddia etmektedir. Daha önce de belirttiğim gibi, HDK’de başkanlık diye bir yapılanma yoktur. Bu liste 2014 HDP Yerel seçim aday listesidir. İstanbul için bu listenin birinci sırasında İstanbul adayı Sırrı Süreyya Önder yer almaktadır. Ben de 2014 seçimlerinde Beşiktaş Belediye Başkan adayıydım. Listedeki ibare bununla ilgilidir. Savcılık bunun aksini iddia ediyorsa bu iddiasını kanıtlamalıdır.
İddianamenin son kısmında katıldığım eylemler, etkinlikler, toplantılar, basın açıklamaları ve mitingler sıralanmıştır. Bunların hepsi ya izinli eylemlerdir ya da anayasal haklar çerçevesinde gerçekleşmiş etkinliklerdir. 1 Mayıs, Gezi Direnişi, Newroz, Kent mitingi bunlar arasındadır. Bunların birkaç tanesine özel olarak değinmek isterim:
⁃ 1 Mayıs 2013 tarihinde valilik yasaklamasına rağmen Taksim’e gitmeye çalıştığım ifade edilmiş. 1 Mayıs işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günüdür. 2013 yılında sendikalar 1 Mayıs kutlamaları için Taksim Meydanına çağrı yapmışlardı ve ben de bu çağrıya uyarak Taksim’e gitmek üzere yola çıktım ancak bütün yollar emniyet güçleri tarafından kesildiği için Taksim’e gidemedim.
⁃ 27 Mayıs 2013’te başlayan Gezi Parkı Direnişi’ne dair sosyal medya paylaşımlarım iddianamede yer alıyor. Bu paylaşımlarla örgüt üyeliği suçlaması arasında hiçbir nedensellik ilişkisi yoktur. Gezi Parkındaki ağaçların kesilmesini engellemek için geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz Sayın Sırrı Süreyya Önder’le birlikte Gezi Parkındaydım. Bu vesileyle Sevgili Sırrı yoldaşımı da saygıyla anıyorum.
⁃ Tutuklu öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi (TÖDİ) faaliyetleri, tutuklu ve hükümlü öğrencilerin eğitim-öğrenim haklarına dönüktür ve çalışmalarımız sonucunda TBMM tarafından yasal düzenleme yapılmıştır. 22 Aralık 2013’deki Kent mitingi izinlidir, tertip komitesi başkanı olarak yargı önüne çıktım ve beraat ettim.
⁃ İddianamede yer alan Ankara Tuzluçayır’daki Cami-Cemevi projesine karşı eylemlere katıldığım ifade ediliyor. Karşı çıktığımız bu proje Fettullah Gülen’in bir girişimidir ve Alevi toplumunun gösterdiği büyük tepkiler sonucunda hükümet tarafından kaldırılmıştır. Projenin kaldırılması bu konudaki eylemlerin meşru olduğunun ve demokrasiye katkı yaptığının kanıtıdır. Aleviler bu ülkede kendi inanç ve ibadetlerini özgürce gerçekleştirmek ve eşit vatandaşlık hakkı istiyor. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Aleviler eşit vatandaşlık hakkını kazanmalıdır.
⁃ Hasan Ferit Gedik’in Gülsuyu Mahallesi’nde öldürülmesinden sonra gerçekleştirilen bir basın açıklamasında “Polis mafya el ele” pankartı açıldığı ifade ediliyor. Ben bu eyleme katılmadım. Ancak ortaya çıkan pek çok örnekte mafyanın polis teşkilatının ve devletin çeşitli birimlerinin içerisinde etkili olabildiği görülmüştür. Hasan Ferit Gedik’i öldüren uyuşturucu mafyası elemanı, hakkında arama kararı varken, iki özel harekât polisi tarafından resmi araçla Ankara’ya götürülmüş, katil Sinan Ateşi de öldürmüştür. Susurluk skandalı, uyuşturucu çeteleriyle iş birliği yaptığı için tutuklanan Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görevli komiserlerin, polislerin haberleri hala internet sayfalarında mevcuttur.
Sonuç olarak suç oluşturan hiçbir söz veya eylemim yoktur. Ayrıntılı biçimde ifade ettiğim üzere HDK, yasalar ve evrensel demokratik haklar çerçevesinde hareket eden siyasal ve toplumsal bir örgütlenmedir. Ben de hakkında yasa dışı olduğuna dair herhangi bir kararın olmadığı bu örgütlenme içerisinde, yasal ve anayasal haklarım çerçevesinde düşünce, ifade ve örgütlenme hakkı kapsamında gerçekleşen, tamamen şeffaf ve açık, demokratik, siyasi çalışmalara katıldım.
Bu nedenlerle suçlamaları reddediyorum, tahliyemi ve beraatimi talep ediyorum.
Fotograf: Ahmet Saymadi, iddianamede kendisine yönelik suçlama konularından biri olan “tutuklu öğrencilerle dayanışma” eyleminde, sol başta, elindeki kağıttan basın açıklamasını okuyor.