Türkiye Komünist Partisi’nin ilk Merkez Komitesi Başkanı Mustafa Suphi ve 14 arkadaşının Karadeniz açıklarında Yahya Kaptan tarafından katledilmesinin üzerinden 104 yıl geçti. TKP’yi kurduktan kısa bir süre sonra Anadolu’ya geçerek hem ‘Kurtuluş Savaşı’na destek vermek hem de kurucusu olduğu TKP’nin propagandasını yapma girişimi, sonunda vahşice katledilmesiyle son buldu.
Suphi, genelde savaş esirlerinden oluşan 1000 kişilik milis gücüyle Kurtuluş Savaşı’na katılmak ister. Fakat Suphi’nin Kızıl Alayı ile beraber Türkiye’ye girmesine izin verilmedi ve sadece çekirdek bir kadroyla ülkeye girdi. Mustafa Suphi, 28 Aralık 1920’de yeni atanan Sovyet Elçisi ile birlikte Ermenistan’dan Kars’a girdi. Mustafa Kemal, 29 Aralık’ta Kazım Karabekir’e şifreli bir telgraf çekerek Mustafa Suphi’yi izlemesi gerektiğini, çünkü Suphi’nin hâlihazırda kontrol altında olan komünist cereyanları körükleyebileceğini ifade eder: “Ankara’da komünist cereyanları arzu hilafınadır. Bakü Türk Komünist Fırkası reisi Mustafa Suphi’nin bu cereyanları körüklemesinin sakıncalı olacağı hatıra gelmektedir. Bir defa kendisini gördükten sonra mütalaa-i devletlerinin işaret buyurulmasını rica ederim.” [1] Karabekir Paşa ve Erzurum Valisi Hamit Bey, el altından Mustafa Suphi’ye karşı halk tepkisi organize ederek Suphi’nin propaganda yapmasını engeller. 25 Ocak’ta Erzurum’da yönlendirilen kitlelerin saldırısına uğrayan Suphi ve TKP heyeti, Bayburt’a oradan da Trabzon’a geçmek zorunda kaldı. Yol boyunca da saldırıların hedefinde olan TKP heyeti, 28 Ocak 1921’de ise ulaştıkları Trabzon’da katledildiler.
Olayın tanıkları katliamı “Yoldaşlarımıza karşı taşla saldırdılar, onları parçalamak istediler(..) Trabzon’da onları doğrudan doğruya limanda homurdanan ve küfürler yağdıran bir kalabalığın içine sürüklediler. Limanda onları silahsızlandırdılar. Hemen hareket eden bir tekneye bindirdiler. Bir diğer motor peşlerinden gidip onları yakaladı. Silahlı adamlar yoldaşlarımızı bağlayıp süngü darbeleri ile delik deşik ettikten sonra denize attılar”[2] ifadelerini kullandı. Mustafa Suphi’nin eşi ise Yahya Kahya ve arkadaşları tarafından tecavüze uğratıldı ve ardından bölgenin zenginlerinden Ragıb Bey’e “hediye” edildi.
Kendisi de bir dönem İttihatçı olan Mustafa Suphi yine İttihatçı Yahya Kaptan tarafından katledilirken, birçok kaynağa göre bu katliamın arkasında Türkiye’de komünizmin yayılmasını istemeyen Ankara hükümeti vardı. Her yıl 28 Ocak’ta Mustafa Suphi ve 14 TKP’li anılır, katliam lanetlenir ve Suphi bu toprakların “ilk” komünist önderi olarak kabul görür. Türkiye’nin kuruluşunda yer alan Müslümanlık ve Türklük sözleşmeleri o kadar içselleştirilen bir durum olmuş ki programlarında din, dil, ırk ayrımı yapmamayı, tüm sınırların, sınıfların kaldırılacağını anlatan komünist, sosyalist partiler bile Türk ve Müslüman olmayan komünistleri tanımaz. “Yarin yanağından gayrısını” diye Şeyh Bedrettin’den bahsedilir fakat Osmanlı’nın ilk eşitlikçi, çoğulcu anayasasını yazan Rigas’ın adı bile bilinmez. Mustafa Suphi ve 14 TKP’li her yıl ölümünden sorumlu olan kesimler tarafından bile anılır, ama 15 Haziran 1915’te idam edilen Sosyal Demokrat Hınçak Partisi üyesi sosyalist Paramaz ve 19 arkadaşının konusu bile açılmaz. Çünkü Rigas Helen, Paramaz Ermeni’dir.
Rigas Osmanlı’nın ilk anayasasını yazdı
Rigas, Osmanlı İmparatorluğu içinde demokratik bir devrim gerçekleştirmek için çabaladı. Rigas, dil ve din farkı gözetmeden ‘bütün ulusların’ bir arada yaşayabileceği, hiçbir ulusun diğerleri üzerinde egemen olamayacağı bir düzen hayal etti. Bunun ise ancak tiran dediği padişahın bir halk ayaklanması ile devrilmesi yoluyla başarılabileceğine inandı. Çoğulculuk ve radikal demokrasiden yana düşünceleri olan Rigas, Ekim 1797’de ‘İnsan Hakları Bildirgesi’ni ve ‘Anayasa İlkeleri’ni hazırlar ve bastırır. Bu iki metin bir arada, ‘Rigas’ın Anayasası’ olarak bilinir.
Rigas Anayasası’nın 35’inci maddesi halkın direnme hakkını da “İdare, halkın ya da halkın bir kesiminin şikâyetlerini dinlemediği ve halletmediği durumda halkın ayaklanması en kutsal haktır” ifadeleri ile tanır. Rigas, halkın kuracağı Osmanlı yönetimini ise “Anayasa Helenlere, Türklere, Ermenilere, Yahudilere ve başka bütün uluslara… eşitliği, özgürlüğü ve mal güvenliğini, din özgürlüğünü, sonsuz basın özgürlüğünü… toplantı özgürlüğünü ve insan haklarını garanti eder” maddesi ile tarifler.
“Ne güne dek arkadaşlar, darda yaşayacağız, / aslanlar misali, yalnız, bayırlarda dağlarda…/ Bir saatlik özgür yaşam yeğdir bize/ Kırk yıllık köleliğe, hapise. … /Köleysen eğer, neye yarar yaşaman? / Düşün, ateştesin her an. / İster vezir ol, efendi ya da tercüman/ Hep boşa harcar seni Tiran. / Yiğit kapetasyonlar, papazlar, siviller/ ve ağalar, öldü hepsi haksız kılıç altında/ Öylesine çoktur bunlar, Türkler ve Rumlar/ Yitirdiler yaşamla servetlerini, nedensiz” şiirinin de sahibi olan Rigas ve 8 devrimci arkadaşı 10 Mayıs 1798’de Avusturya polisi tarafından yakalanarak, Belgrad’da Osmanlı yönetimine teslim edildi. Rigas ve arkadaşları, kırk gün işkence edildikten sonra, İstanbul’dan gelen fermana uyularak öldürüldü. Kementle boğulan devrimcilerin cesetleri ise Tuna’ya atılmış.[3]
İlk sosyalist parti: Hınçak
Programlarında din, dil, ırk ayırmayan sosyalistlerin önemli bir kısmı, bu topraklardaki bir tarihi hep görmezden gelir. Oysaki Osmanlı Devleti’nin son döneminde ortaya çıkan sosyalist hareketlerin çıkış ve gelişim süreçlerini incelerken etnik ve dinsel azınlıkların rolünü vurgulamak bir zorunluluktur. Osmanlı Devleti’nin sosyalizmle temasının anlaşılması açısından hem bir burjuvazi hem de çağdaş terimlerle düşünebilen bir intelijansiya yaratmış olan Rumlar, Bulgarlar, Ermeniler ve Selanik Yahudileri önemli azınlık topluluklardır.[4] 19’uncu yüzyılın sonlarında şekillenmeye başlayan Osmanlı sosyalist hareketinin çoğunluğunu Ermeniler, Bulgarlar, Makedonyalılar, Rumlar ve Yahudiler teşkil ederken, Türklerin oluşturduğu gruplar ise ancak 1908’den sonra ortaya çıkmaya başladı.[5] Osmanlı Devleti’ndeki en eski sosyalist örgütler 1887’de kurulan Ermeni Hınçakyan Partisi ile 1890’da kurulan Taşnaksutyun’dur. 1895’de Makedonya Devrimci Sosyalist Grupları, 1909’da ise Meclisi Mebusan’da vekillik de yapan sosyalist Dimitar Vlahof tarafından Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu (SSİF) kuruldu. Yine dünyada geniş yankı uyandıran 1890 Kumkapı Gösterisi ve 1894 Sason İsyanı Hınçaklar tarafından gerçekleştirilirken, diğer tarafta Hüseyin Hilmi tarafından 1910’da kurulan Osmanlı Sosyalist Fırkası ilk Türk sosyalist partisi oldu.
SSİF’nin 1909-1910 yıllık raporunda örgütün federatif temeli izah edilirken, aynı topraklarda yaşayan ve her biri ayrı dili konuşan bütün milliyetlerin dil ve kültürlerini yok saymaksızın ortak sosyalist bir mücadeleye vurgu yapıldı. SSİF Türkçe, Rumca, Bulgarca ve Ladino’ca olmak üzere dört dilde baskısı yapılan Amele Gazetesi’ni yayımladı. [6] Onu dönemin en etkili işçi ve sosyalist örgütüne dönüştüren de bu yapısıydı.
Enternasyonal’e katılan Bulgar ve Ermeni partileri
Osmanlı Devleti’nde üyeleri Rum olan sosyalist gruplar da sınıf egemenliğinin kurulmasına ve kendini yeniden üretmesine imkan veren koşullardan arındırılmış bir toplum modelini yaratmayı düşünmüşlerdi. [7] Dünya kapitalizmine karşı Türk, Rum, Yahudi, Ermeni işçilerin ortak düşmana karşı birleşmesini hedefleyen politikalarla yayınlar çıkarıldı, özellikle Ergatis (Irgat, İşçi) adlı gazete Türkiye sosyalistlerini bir araya getirmek ve uluslararası bir sosyalist parti kurmak için amacıyla yayımlandı. Türkiye Sosyalist Merkezi de sosyalist grupları iş birliğine yönlendirmek ve aralarındaki çelişkilerin üstesinden gelmek amacıyla İstanbul Rumlarının girişimiyle kuruldu. [8]
Bu dönemde ortaya çıkan sosyalist ve işçi hareketleri Abdülhamit’in istibdat rejimi altında bir bir kapatıldı, faaliyetleri yasaklandı, önderleri tutuklandı, baskı altına alındı. Ancak İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla Selanik, Varna, Manastır, Üsküp, İstanbul ve Anadolu içlerine kadar yeniden bir grev dalgası yayılabildi. Ancak bu dönemde iktidarı elinde bulunduran İttihat ve Terakki Tatil-i Eşgal yasasıyla sendika kuruluşlarını fes etti ve grev hakkını uygulamada geçersiz hale getirdi. Buna rağmen 1908 yılı daha çok kendiliğinden ve örgütlenmemiş işçi hareketlerinin gerçekleştiği bir yıl olurken, 1909 ve 1910 yılları örgütlenme yönünden daha canlı ve önemli yıllar oldu. [9]
Tatil-i Eşgal Yasası, Selanik’de beş binden fazla kişi tarafından protesto edildi, Türkçe, Bulgarca, Rumca, Yahudice konuşmalar yapıldı, bildiriler dağıtıldı. 1910 Mayıs’ından sonra yasa kapsamında olan işyerlerinde bile grevler başlatıldı. Dönemin önemli eylemlerinden biri de ilk olarak 1 Mayıs 1909’da 120 kadar Bulgar ve Sırp ile 10 Türk işçisinin katılımıyla gerçekleşen 1 Mayıs kutlamasıydı. Takip eden yıllarda da başta Selanik ve İstanbul olmak üzere çeşitli yerlerde 1 Mayıs gösterileri yapılarak bildiriler dağıtıldı, afişler asıldı. [10]
Bulgar Sosyal Demokrat İşçi Partisi, 2’inci Meşrutiyetin ilanından çok önce İkinci Enternasyonal’e katılmış ve Rumeli’de sosyalist propagandaya başlamıştı. Ermeni Taşnaksutyun İhtilalci Partisi ise 1896’da İkinci Enternasyonal’in bütün toplantılarına katılmaya başladı, 1907’de de İkinci Enternasyonal’e kabul edildi.[11] Keza Hınçak Partisi de aynı tarihlerde Enternasyonal’e üye oldu.
Onları unutmayalım
Henüz sosyalizmin adının konmadığı günlerde Fransız devriminden etkilenen Rigas ve ondan yıllar sonra Osmanlı’nın ilk sosyalist partisinin üyesi olan Ermeni Paramaz kardeşlik ve eşitlik temelinde demokratik bir devletin kurulmasını istiyordu. Rigas yasalar önünde herkesin eşit olduğu, etnisite ve dinden bağımsız yeni bir yurttaşlık önerisi getirirken, “Anadolu Federasyonu” fikrini savunan Paramaz (Matdeos Sarkisyan) ise “Bizim istediğimiz eşitlik, biz katı milliyetçi değiliz, bizim talebimiz Ermeni, Türk, Kürt, Alevi, Laz, Yezidi, Süryani, Arap ve Kıptilerle birlikte eşit koşullarda yaşamaktır. Bir devrimci olarak bu hedefe ulaşacağımıza inanıyorum… Talebimiz Ermeni’nin, Kürt’ün, Türk’ün, Arap’ın, Laz’ın, Çerkes’in, Süryani’nin, Yezidi’nin ve Mıtrıb’ın kendi iradesi ve oyuyla kendi yöneticilerini seçmeleridir. Biz bu geleceği Ermenistan’ın bütün sakinleri için, bütün Osmanlı halkları için talep ediyoruz” diyordu. Eğer bu toprakların eşitlikçi, özgürlükçü, demokrat, sosyalistlerini anacaksak senede bir gün bile olsa Rigas ve Paramaz’ı da unutmayalım.
[1] Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, 2008, S. 261
[2] Dönüş Belgeleri, 2. Cilt, 2004, S. 132
[3] Herkül Millas, “Velestinli Rigas”. Yunan Ulusunun doğuşu (1), sf. 109-112.
[4] F. Ahmad, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Dönemlerinde Milliyetçilik ve Sosyalizm Üzerine Bazı Düşünceler”, s.13.
[5] George Haupt, Paul Dumont, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalist Hareketler, (Çev: Tuğrul Artunkal), Gözlem Yayınları, İstanbul, 1977, s. 35-36.
[6] Dumont, “Yahudi-Sosyalist-Osmanlı Bir Örgüt: Selanik İşçi Federasyonu”, s.92.
[7] Panayot Noutsos, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalist Hhareketin Oluşmasında ve Gelişmesinde Rum Topluluğunun Rolü s. 114.
[8] P. Noutsos, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalist Hareketin Oluşmasında ve Gelişmesinde Rum Topluluğunun Rolü”, s.125.
[9] O. Sencer, Türkiye’de İşçi Sınıfı Doğuşu ve Yapısı, s.207.
[10] Yıldırım Koç, Türkiye İşçi Sınıf Tarihi Osmanlı’dan 2010’a, Epos Yayınları, 2010, Ankara, s.89.
[11] Georges Harris, Türkiye’de Komünizmin Kaynakları, (Çev. Enis Yedek), Boğaziçi Yayınları, 1975, s. 21,22.
KAYNAKÇA
1 Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, 2008, S. 261
2 Dönüş Belgeleri, 2. Cilt, 2004, S. 132
3 Herkül Millas, “Velestinli Rigas”. Yunan Ulusunun doğuşu (1), sf. 109-112.
4 F. Ahmad, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Dönemlerinde Milliyetçilik ve Sosyalizm Üzerine Bazı Düşünceler”, s.13.
5 George Haupt, Paul Dumont, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalist Hareketler, ( Çev: Tuğrul Artunkal), Gözlem Yayınları, İstanbul, 1977, s. 35-36.
6 Dumont, “Yahudi-Sosyalist-Osmanlı Bir Örgüt: Selanik İşçi Federasyonu”, s.92.
7 Panayot Noutsos, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalist Hhareketin Oluşmasında ve Gelişmesinde Rum Topluluğunun Rolü s. 114.
8 P. Noutsos, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalist Hareketin Oluşmasında ve Gelişmesinde Rum Topluluğunun Rolü”, s.125.
9 O. Sencer, Türkiye’de İşçi Sınıfı Doğuşu ve Yapısı, s.207.
10 Yıldırım Koç, Türkiye İşçi Sınıf Tarihi Osmanlı’dan 2010’a, Epos Yayınları, 2010, Ankara, s.89.
11 Georges Harris, Türkiye’de Komünizmin Kaynakları, (Çev. Enis Yedek), Boğaziçi Yayınları, 1975, s. 21,22.