Almanya’daki “trafik lambası“ koalisyonunu oluşturan, SPD (Alman Sosyal Demokrat Partisi), BÜNDNIS 90/DIE GRÜNEN (Yeşiller) ve FDP (Hür Demokrat Parti) partileri tarafından kurulan hükümetin iktidara gelmesinin, ardından çok fazla vakit geçmeden Ukrayna savaşının başlamasının 1. yıldönümünü geride bıraktık.
Geçen bu bir yıldan fazla süre içinde Almanya’da en çok göze çarpan, neredeyse akılları durduran gelişmelerden biri, Putin’in Ukrayna topraklarında gaddarca başlattığı ve lanetlenmesi gereken saldırısının ertesinde Almanya’da muazzam boyutlarda bir militarizmin baş döndürücü bir hızla geliştiği ve sıçradığıdır.
Saldırının hemen ertesinde Almanya’nın şansölyeni Olaf Scholz, 27.Şubat 2022 tarihinde, Alman Parlamentosunda yaptığı açıklamada kıtanın tarihinde bir “dönüm noktasına“ (Zeitenwende) (1) gelindiğini vurguluyor ve şu noktalara değiniyordu:
“Ama kendimizi kandırmayalım: Daha iyi ekipman, modern operasyonel ekipman, daha fazla eleman – bu çok pahalıya mal oluyor. Bundan dolayı Bundeswehr (Alman Ordusu – Ç.) için özel bir fon oluşturacağız ve bu yüzden Federal Maliye Bakanı Lindner’e (FDP Parti Başkanı – C.O.) desteği için çok minnettarım. 2022 federal bütçesi, bu özel fona bir defaya mahsus 100 milyar Euroluk bir miktar sağlayacaktır. Kaynakları, gerekli yatırımlar ve silahlanma projeleri için kullanacağız. Bundan sonra her yıl gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 2’sinden fazlasını savunmamıza yatıracağız.“ (2)
Burada, 100 milyar Euro’nun sanki sadece bir avuç leblebi imiş gibi bir anda silahlanmaya boşaltılması kararının nasıl alındığı da değinilmeye değer “küçük” bir teferruat. Sonradan anlaşıldığı üzere, bu dikte edilen özel fon kararı, iktidar partilerinin sadece en üst düzeyindeki birkaç üyesi ve kapalı kapılar arkasında, yani kendi parlamento gruplarına bile önceden sunulmadan hazırlanmış. Kendi partileri içindeki demokratik işleyiş mekanizmalarını bu kadar rezilce, utanmazca çiğneyebilme kabalığını gösteren bu burjuva temsilcisi üç partinin diğer yandan ve aynı zamanda hem genelde hem de kendi partilerinin içindeki işleyişte demokrasiyi dillerinden düşürmemeleri de tam bir sahtekarlık ve iki yüzlülük elbette.
Olaf Scholz, bu konuşmasında böbürlenerek şaşırtıcı başka bir açıklama da daha bulundu. Bu, NATO’nun her NATO üyesi devlet için öngördüğü GSYİH’nin yüzde ikisinin orduya yatırılması yönündeki meşhur hedefini Almanya’nın bundan böyle karşılamakla kalmayıp hatta aşacağı yönündeydi. Bilindiği gibi, Galler’deki 2014 NATO Zirvesi’nin imza beyannamesinde şöyle deniliyordu: “Müttefikler … on yıl içinde %2 yönergesine yaklaşmaya çalışsınlar”. Halbuki burada hiçbir yasal yükümlülük belgelenmemiş, dayatılmamış ve sadece bir “uzlaşma” için “çaba” ilan edilmişti. Yani bu sadece, Federal bütçeyi onaylayan Federal Meclis’i sonuçta bu doğrultuda harekete geçmeye zorlamayan bir deklarasyondu.
Buna rağmen Scholz’un bu %2 yönergesinin yerine getirileceği konusundaki açıklaması, savunma bütçesinin aniden ve sadece bir gün içerisinde 71,4 milyar Euro’ya fırlaması anlamına gelmektedir. Bu, değinilen 100 milyarlık özel fonun dışında ayrıca ortaya çıkan bir hesap ve miktar. Bütçede yapılan bu yağmalamayı meşru göstermek için Putin’in saldırısını bahane olarak sunmak elbette tam bu koalisyona uyan bir demagoji. Çünkü, bu yağmalama ile Putin’in saldırısı elbette durdurulamazdı. Bitmeyen, hala süren ve ne zaman, hangi koşullarda biteceği belli olmayan savaş zaten bunu ispatlıyor. Aslında “trafik lambası” koalisyonunun buradaki hedefi, uzun zamandan beri Alman silah sanayisine hâkim olan sermaye fraksiyonlarının ve bunların parlamentodaki sözcülerinin özlediği ve dayattığı arzuları, siparişleri yerine getirmek, tabuları yıkmaktı. Üçlü “trafik lambası” koalisyonunun NATO’nun bu %2 hedefine sadık olması, dünyayı daha güvenli ve barışçıl mı yapacak? Elbette ki hayır, aksine, özellikle Avrupa kıtasının daha fazla askerileşmesine ve dolayısıyla daha fazla çatışmaya yol açacak silahlanma tırmanışına yol açacaktır. Alman sermaye fraksiyonları ve devleti hükümetle beraber bu tırmanışla orduya yeni bir hedef ve rol biçmiş durumda artık. Buna göre, önümüzdeki zaman içerisinde, ordu için bu tırmanışın sağladığı silahlanma tamamlandığında, güya şimdiye kadar bir savunma ordusu olan Bundeswehr güçlü bir müdahale (bunu nefsi müdafaa olarak değil, saldırı olarak okumak lazım) ordusu olmaya doğru açılabilecektir. Scholz’un üstüne basarak değindiği “Zeitenwende“ yani “dönüm noktası“ kelimesi aslında bu paradigma kaymasını ifade eder.
Putin’in saldırısı sayesinde Alman militarizmi kelepçelerinden kurtulabilmek ve rahatça hareket edebilmek için kendisine artık güzel bir bahane bulmuş durumda. Amerikan emperyalizmi için 11 Eylül 2001 tarihi nasıl bir önem sağladıysa, Putin saldırısının başlangıç tarihi olan 24 Şubat 2022’de Alman militarizmine benzer bir şekilde önem sağlamıştır. Geçtiğimiz yüzyıldan, 1. ve özelliklede 2.Dünya savaşından kalma, hala Rus dünyasına, insanına, kültürüne karşı olan, bastırılmış ve hazmedilememiş ilkel, ırkçı ve faşizan görüşler, intikam ve rövanş dolu dürtülerin böyle bir ortamda hortlaması elbette bir tesadüf değil.
Kısa görev süresi boyunca, “trafik lambası“ koalisyonu içinde garip davranışlarıyla dikkatleri üzerine çeken, kendisinden kaynaklanan, sorumluluk taşımaya başladığı konular hakkında acemi olma, bir dizi aksilik, hata ve işlediği gaflar yüzünden istifa etmek zorunda kalan SPD’li savunma bakanı Christine Lambrecht, istifa etmeden önce 12 Eylül 2021’de, Alman Dış İlişkiler Konseyi’nde (DGAP – Deutsche Gesellschaft für Auswärtige Politik) yaptığı bir konuşmada, gelecekteki ulusal güvenlik stratejisi açısından Alman savunma politikasının konumunu ve yönünü belirleyen açıklamalarda bulunmuştu. (3)(4)(5)
Alman ordusunu “Alman güvenliğinin çekirdeği” ve “genel çıkarlara yönelik hizmetlerimiz için merkezi otorite” olarak gören ve ulusal güvenlikte “yol değişikliği” ve “kültür değişikliği” propagandası yapan Bakan Lambrecht’in değinilen açıklamalarında şu noktalar göze çarpmakta:
– Kendisi, son zamanlarda Alman militaristlerinin yeniden bağırarak talep ettiği askeri lider olma arzularını hararetle desteklemekte
– Almanya’nın silahlanmasını kontrol eden engellerin en düşük ortak Avrupa paydasına indirilmesi gerektiğini güçlü bir şekilde vurgulamakta
– Gelecekteki Alman nüfusunun Alman Ordusununsilahlanması için kemerlerini kalıcı olarak sıkması gerektiği açıkça belirtilmekte
Kendisine göre artık “farklı bir ülke” olan Almanya, “farklı bir özgüvene” sahiptir. Bu nedenle “askeri olarak da daha büyük sorumluluk” üstlenmeyi içeren yeni bir “rol anlayışına” ihtiyaç duyulmaktadır. Lambrecht’e göre bu “Kısacası, genellikle lider güç olarak adlandırılan bir şey.”
Burada bir yandan dünya barışı için Alman ordusunun ne kadar olumlu bir rol oynayabileceği palavraları savrulmakta, aynı zamanda da “kendi çıkarlarımızı korumalıyız” gibi eklemelerde eksik edilmemektedir. Burada elbette “kendi çıkarlarımız” ile kast edilen konu, silah sanayisine sunulan, milyarlarca Eurolara ulaşan açık çekleride içermektedir. Diğer Avrupalı emperyalist güdümlü devletlerle, özellikle Fransa ile ortak olarak planlanan milyarlık silahlanma projelerinde Almanya’nın silah ihracatını sadece biraz zorlaştıran yasalardan artık tamamen kurtulmak istenmektedir. Bakan Lambrecht zaten konuşmasında bu doğrultuda nelerin geleceğini açıklamıştır: “……bu nedenle, savunma ile ilgili teçhizatlar konusundaki işbirliğine Avrupa’da güçlü bir siyasi ivme kazandırmak için Almanya’nın ihracat kurallarına el atmalıyız.”
Bu yazının başında kısaca değinilen 100 milyar Euroluk “özel fon” kavramı bile başlı başına tartışılması gereken bir kavram. Bu aslında ayrıca borçlanmadan başka bir şey değildir ve sadece beş yıl ile sınırlanmış olduğu için bitecektir. Bu nedenle, Lambrecht konuşmasında şimdiden bir tür ardıl planın tanıtımını yapıyor: “Eğer Zeitenwende sürdürülebilir olacaksa, eğer gelecekteki güvenlik görevi başarılı olacaksa, o zaman savunmaya da daha fazla harcama yapmamız gerekecektir. Ve bu da soyut rakamlarla değil, çok somut bir para ile olacaktır ve bu gerçeği kimseden esirgeyemem.”
Buradaki yönerge açıktır, yani “özel fon” sona erdikten sonra, gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) en az yüzde ikisinden kalıcı olarak oluşturulan bir askeri bütçe hedeflenmektedir: “Nihayetinde bu paraya ihtiyacımız var, amasız ve fakatsız ve her şeyden önce uzun vadede ihtiyacımız var. Bu 100 milyara, şu anda sarf ettiğimiz bu çabalar boşa gitmesin diye uzun vadede ihtiyacımız var.”
Alman İşçi Sınıfı Partisi SPD’yi bir bahane ve bir darbeyi andıran ağır bir ihanet ile 1914’de burjuvazinin hizmetine ve savaşına sokan SPD önderi dönek Karl Kautsky’nin ideolojik bir mirasçısı olduğunu sadece şansölyen Olaf Scholz ve savunma bakanı Lambrecht değil, aynı zamanda SPD Eş Genel Başkanı Lars Klingbeil’de göstermektedir. Kautsky geleneğinin sadık bir izleyicisi olan Klingbeil’de ” Zeitenwende” yanidönüm noktası ile ilgili olarak Scholz’un ve Lambrecht’in aynı rotasında 21 Haziran 2022 tarihinde yapmış olduğu bir konuşmada şu noktalara değinmiştir: “Neredeyse 80 yıllık bir geride durma/suskunluk döneminden sonra Almanya’nın artık uluslararası koordinatlar sisteminde yeni bir rolü var. […] Almanya lider bir güç olduğunu iddia etmelidir. […] Neredeyse sanki birilerinin ne kadar az Bundeswehr olursa savaş ihtimalinin de o kadar azalacağını düşündüğü gibi bir izlenim vardı. Oysa durum tam tersidir. […]Benim için barış politikası aynı zamanda askeri gücü de meşru bir siyasi araç olarak görmek anlamına geliyor. […] Bazılarının şimdi alarma geçtiğini tahmin ediyorum.” (6)
Mevcut kararlara göre, resmi askeri bütçe 2026 yılında 50,1 milyar Euro seviyesine ulaşacaktır. GSYİH’nın %2’sinin özel borçtan çekilerek son kez ulaşılabileceği rakam muhtemelen 75 ila 80 milyar Euro arasında oynayabilir. Fakat bu zaman diliminden sonra, yani “özel fon” dönemi sona erince, bu gelişme nasıl devam edecektir? GSYİH’nın %2’sinin askeri faaliyetlere harcanacağı açıklanmıştı, bu da yaklaşık 70 ila 75 milyar Euro’ya tekabül ediyor. “Trafik lambası“ koalisyonuna göre, askeri bütçede yaklaşık 2026’dan 2030’a kadar 15 ila 20 milyar Euroluk bir artış daha olması gerekecektir. Hükümetin Temmuz 2023’den Eylül başına kadar bütçe ile ilgili sunduğu taslaklardan, kararlardan, sonuçlardan anlaşıldığı kadarıyla, silahlanma ile ilgili bu sayılarda, yukarı veya aşağıya doğru, çok fazla bir değişiklik olmayacaktır. Yani, silahlanmaya muazzam boyutlarda para akıtılmaya devam edilecektir.
Olaf Scholz’un medyada sık sık “Bundeswehr’in muhtemelen Avrupa NATO sistemindeki en büyük ordu olacağını” duyurması, Christine Lambrecht’in “Almanya’nın büyüklüğü, coğrafi konumu, ekonomik gücü kısacası: ağırlığı bizi lider bir güç yapıyor” demesi, Lars Klingbeil’in değinilen açıklamaları, Yeşiller (BÜNDNIS 90/DIE GRÜNEN) partisinden Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un New York’daki konuşması(7) ve başka açıklamaları temel alındığında, görülen durum ortada. “Trafik lambası“ koalisyonu Alman devletinin Avrupa’nın en güçlü askeri gücü, batının ikinci büyük gücü ve küresel boyutta bir askeri üs lideri olmasını hedefini koymuş durumda. Bu yüzden “özel fona” ihtiyaç duyulmakta.
Ulusal Güvenlik Stratejisi (UGS)
24 Şubat 2022 tarihi gerçekten de bir dönüm noktasının habercisi olmuş durumda, yani savaş sonrası Almanya’nın izlediği dış politika çizgisinden tam bir kopuşa işaret ediyor – artık kısıtlama, dizginlenme aşaması sona ermiş durumda. Artık alman emperyalizminin yukarıda değinilen açıklamalarına, gelişmelerine, beklentilerine, hedeflerine uyan bir stratejinin çizilmesinin süreci gündemde. Bu amaca uygun olarak hükümet 14.06.2023 tarihinde basına/kamuoyuna 76 sayfadan oluşan Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni sunmuş durumda.(8)
Federal Almanya Cumhuriyet tarihinde bir ilk olan bu stratejinin merkezinde üç kavram durmakta: savunulabilirlik (Wehrhaftigkeit), dayanıklılık (Resilienz) ve sürdürülebilirlik (Nachhaltigkeit). Burada analizcilerin dikkatleri çektiği nokta, Yeşiller partisinden Annalena Baerbock’un sorumluluğunda olan Dışişleri Bakanlığının öncülüğünde sunulan bu stratejinin içeriği, kelime seçimine kadar sanki ABD’nin Ekim 2022 tarihli yeni güvenlik stratejisinin kopyası gibi olduğudur.(9) Bu elbette bir tesadüf değil. Ne de olsa Baerbock, kariyerinde yazı kopyalayan/aşıran biri olarak tanınıyor. Buna ilaveten, bu şahıs, Yeşiller partisinin tarihindeki diğer birçok politikacı gibi Amerikan emperyalizmin kuyruk sokumu altında politika yapmaktan ayrılmayan birisi. Bu böyle olunca, bu stratejinin aynı zamanda NATO’nun “Stratejik Konsepti“(10) ve AB’nin “Güvenlik ve Savunma için Stratejik Pusulası”(11) ile hem kavramsal hem de içerik olarak sık bir şekilde örtüşmesi de tesadüf değil. Çünkü bu iki kuruluş genelde ABD’nin çıkarlarına ve isteklerine uyan ve servis veren, kendisiyle beraber tavır koyan kuruluşlardır. Böylece Almanya’nın ve genelde Almanya’da ki nüfusun tüm stratejik çıkarları tek bir süper güç olarak görülen ABD’nin çizdiği çerçevenin içine sıkıştırılmış durumda kalıyor.
Detaylar
Alman hükümetinin çizdiği bu Ulusal Güvenlik Stratejisi (UGS), Almanya’yı Rusya ve Çin’e karşı bir güç olma mücadelesine sıkı sıkıya bağlıyor ve tüm toplumu her şeyi kapsayan bir sözde güvenlik kavramına tabi tutuyor. Sunulan belgeye göre, dünya şu anda yeni güçlerin yükseldiği “çok kutupluluğun arttığı bir çağda” bulunuyor. Çin hem “ortak” hem de “rakip ve sistemik rakip” olarak görülürken, Rusya, başka nasıl olabilirdi ki (!), “öngörülebilir gelecekte Avrupa-Atlantik bölgesinde barış ve güvenliğe yönelik en büyük tehdit” olarak tanımlanmaktadır. Bu doğrultuda UGS, Alman ordusu Bundeswehr’in kapsamlı bir şekilde yenilenmesi, “Avrupa’nın en etkili konvansiyonel silahlı kuvvetlerinden biri” haline gelmesi ve Almanya’nın NATO için de bir askeri merkez olması gerektiğini teyit ediyor.
Burada Baerbock’un özellikle Rusya’yı en büyük hedef olarak göstermesi de aslında anlaşılabilir bir durum. Kendisi Nazi ordusunda Sovyet cephesinde savaşmış olan dedesi ile gurur duyan(12), Ukrayna savaşı durumundan dolayı Rusya’yı mahvedecek tedbirlerin devreye sokulacağını ilan eden, savaşmaktan yorulmamak gerektiğini açıklayan ve bu konular hakkında daha birçok ilkel, cahilce ve şapşalca karşılaştırmalar, açıklamalar yapan, uluslararası diplomaside züccaciye mağazasında dolaşan fili andıran bir şahıs. Bu anlamda UGS aynı zamanda bu şahsın ruh haline gayet iyi hitap eden bir stratejidir.
Jeopolitikalar
Şu anda görülen ve gelişen durum, Almanya’nın, AB’nin ve genelde transatlantik Batı’nın küresel etkisinin zayıflamaya başladığıdır. Çin yükselişini hızla sürdürmekte ve kendisini Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki çok sayıda devlete, eski Batılı sömürgeci güçlere yönelik tek yönelime bir alternatif olarak sunmaktadır. Şu anda batı tarafından baş düşman olarak gösterilen Putin ise, beklenilenin ve NATO‘nun arzusunun aksine, bazı ülke ve bölgelerde, örneğin Suriye ve Batı Afrika’da ilişkileriyle Batılı güçlerin etkisini derde sokmakta ve hatta kırmaktadır. Nijer’in de bulunduğu bölgelerdeki son gelişmeler bunun ifadesidir. Buna ilaveten Ukrayna’ya saldırısı ile Avrupa’da bile Batı’nın güç kullanma tekeline hala meydan okuyabilmeyi sürdürebilmektedir. BRICS, Şanghay İş birliği Örgütü (ŞİÖ/SCO) gibi yeni ittifaklar hızla ilgi ve zemin kazanırken, hatta artık doların önder para birimi olup olmaması konusunda tartışmaların bile yapılabildiği, bu rivayetlerin döndüğü bir ortamda, çok kutuplu bir dünya düzeninden, yani ABD gibi baskın bir süper gücün ve NATO merkezli Batı gibi tümüyle baskın bir güç bloğunun olmadığı bir dünya düzeninden bahsetmek artık anlamsız bir ifade olmaktan çıkıp giderek daha fazla gerçekliğe tekabül etmektedir. Elbette somutlaşmaya başlayan bu gerçekliği, çok kutupluluğun arttığını Alman hükümeti de görmektedir ve zaten UGS, geleceğin kurtlar sofrasında Alman emperyalizminin de saygın bir yer alabilmesinde izlenebilecek olan bir strateji arayışının ifadesidir.
Avrupa Birliği, şu anda Putin’e karşı güç mücadelesinde şimdilik NATO’ya açıkça bağımlı kalmış durumda ve NATO içinde baskın güç olan ve ipleri ellerinde tutan ABD emperyalizmi elbette bu bağımlılığın böyle kalmasını arzulamakta. Bunu bilen, fakat bunu açıkça ifade etmekten kaçınıp ve görmemezlikten gelen Alman sermaye fraksiyonları Avrupa Birliği’ni, uzun vadede kendi güvenliğini ve egemenliğini bağımsız olarak garanti edebilen, jeopolitik olarak yetenekli bir aktör olabilen bir seviyeye ulaştırmayı hedeflemektedirler. Buna göre ilk adım olarak NATO’nun Avrupa ayağı güçlendirilmeli; hesaba göre bu böylece “bağımsız Avrupa hareket kapasitesi” sağlayacaktır. Bu bağlamda UGS “Avrupa Birliği üye devletlerinin modern ve etkin silahlı kuvvetleri” ile “etkin ve uluslararası alanda rekabetçi bir Avrupa güvenlik ve savunma sanayii” ön görmekte. “Teknolojik ve dijital egemenlik” Berlin’in sunduğu bu stratejide geniş bir ekonomik bağımsızlığın hâkim olmasına yol açabilecek başka bir alan olarak görülmekte. Bu alan için, Avrupa devletler kartelinin gelecekte zorlayıcı ekonomik tedbirleri eskisinden daha kapsamlı bir şekilde kullanması arzulanmakta.
Dayanıklı olabilme
Hükümetin UGS içinde özel bir önem atfettiği konu, Almanya’da ki nüfusun bir çatışma durumunda gerekli direnci geliştirebilme becerisinde ne kadar dayanıklı olduğu ile ilgilidir. Ön görülen stratejiye göre, arzu edilen dayanıklılığı garanti altına almak için sadece “iyi eğitimli güvenlik makamlarına“, “polis dışı güvenlik örgütlerine”, “güçlü bir ekonomiye” ve yetenekli “güvenlik araştırmalarına” sahip olmak gerekmiyor. Buna göre mesele sadece “halkın temel mal ve hizmetlerle korunması ve tedarik edilmesi” ve “silahlı kuvvetlere lojistik destek de dahil olmak üzere sivil desteğin sağlanması” değildir. Belgede “Savunma kabiliyetimizin vazgeçilmez temeli, buna katkıda bulunmaya hazır olan vatandaşlardır” diye değinilen satırlarda, “sivil toplum örgütleri” ve aynı zamanda “her bir birey … buna katkıda bulunabilir ve bulunmalıdır” deniyor. Bu böyle olunca, elbette UGS’in üç temel konseptinden biri olan Savunulabilirlik (Wehrhaftigkeit) tümüyle baskın, esasen totaliter neredeyse Orwell’ci bir zorunluluk haline gelmektedir. Baerbock’un “Güvenliğimize yönelik meydan okumalar hayatın her alanına yayılıyor” demesi(13), başında bulunduğu Dışişleri Bakanlığının Twitter’den “Şimdi mesele Ulusal Güvenlik Stratejisini tüm toplumda yaşama meselesidir” diye yazması bu durumun bir ispatıdır.
“Ulusal Güvenlik Stratejisi”nin temel amacı
UGS’e göre bütün ülke ve toplum neredeyse her şeyi kapsayan ve her şeye nüfuz eden düşmanlarla çevrilidir ve her taşın altında saklanıp sinsice planlar kuran bu düşmanlara karşı her alanda hazır bulunmak gerek. Burada güvenlik kavramı aşırı olarak abartılmış paranoyak boyutlarda topluma aşılanmaya çalışılmaktadır. UGS’in yaratmaya çalıştığı bu ruh halini, daha çok Türkiye’de ki gibi totaliter/faşizan rejimlerden tanımaktayız, bu rejimlerin yarattığı korku efsanelerinde “iç ve dış düşmanların” silahları bol. Bunlar bazen kafaları zararlı görüşlerle aşılamaktadır, bazen siber saldırılarda bulunmaktadır, bazen seçimleri manipüle etmektedirler, bazen dezenformasyon yaymaktadırlar, bazen kritik altyapıya müdahale etmektedirler vs. Özelliklede “kritik altyapı”, UGS’e göre, “savunmasız” olarak görülen sanayi toplumlarının en çok üzerinde durması gereken konulardan biri. Geçmişte kritik altyapıya genelde enerji ve su temini, gıda ve sağlık dahil edilirken, şimdi ulaşım ve trafik, bankalar ve sigorta şirketleri, bilişim ve telekomünikasyon, eğitim ve bakım, medya ve kültür ile kamu yönetimi de dahil edilmekte ve buna göre güvence altına alınmalı, izlenmeli, sertifikalandırılmalı ve denetlenmeli, yani “güçlendirilmelidir”. Burada ülkenin vatandaşlarına da görev biçilmiştir, yani kendileri yaşadıkları tehdit korkularını, sadece Rusya, Çin gibi “haydut” dış güçlere karşı değil, aynı zamanda iklim değişikliği ve salgın hastalıkların artık önlenemeyen yıkıcı etkilerine karşı da “dayanıklı” bir şekilde, bir savunma direncine dönüştürmelidir. “Özgürlüğümüzü” “özgürlüğün düşmanlarına” karşı savunmak için, toplum sürekli bir seferberlik halinde “kendinizi dayatmalara ve yüklere hazırlayın” dercesine, kendini savunmaya ve uyum sağlamaya hazır olacak şekilde eğitilmelidir. “Ulusal Güvenlik Stratejisi”nin temelinde bu da yatmaktadır.
Gelecek gelişmeler
Gelecek süreçte hükümet kamuoyuna sunulmuş olan UGS’in vatandaşlar tarafından tartışılmasını ve kabul edilmesini hedeflenmekte. Özellikle Dışişleri, İçişleri ve Savunma bakanlıklarının umudu bu yönde. Ancak UGS belgesinde yer alan pek çok muğlak, soyut, içi boş ifadeler de göz önüne alındığında, sıradan insanları UGS strateji konusunda bir tartışmaya çekebilmek pek kolay olmayacaktır. Nüfusun, emekçi kesimlerin çoğunluğu başka, kendine ait reel ve ciddi dertlerle meşgul. Bu kesimler ile hâkim sınıfların, sermaye fraksiyonlarının çıkarlarına, planlarına, beklentilerine servis veren hükümet arasındaki mesafe artmaktadır. Toplumda sadece bu mesafe değil aynı zamanda gerilimlerde artmaktadır. Örneğin hükümetin toplumdan kendisini iyice soyutlamaya doğru gittiğini iyi takip eden ve kendisini otoriter, gerici, faşist, ırkçı görüşlerin çekim noktası olarak kurnazca ve kabiliyetli olarak sunan Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) büyük bir hızla sayısal olarak toplumun ciddi sayılabilecek bir kesimini kendi potasında eritmeye başlamış durumda. Bunun karşılığında ise, özellikle Ukrayna’ya olan saldırının ertesinde savaşa karşı olan tutarsız tavırlarıyla NATO’nun kuyruğuna takılan Sol Parti (Die Linke) içindeki kesimlerin/şahısların yarattığı ve büyüttüğü kriz, bu partinin gücünü ve itibarını düşürmüş ve artık bu partinin toplum içinde ciddiye alınamayacak boyutlara ulaşmasına yol açmış durumda. Halbuki sadece Almanya’da değil, aynı zamanda Avrupa’daki NATO ülkelerinin çoğunda bir anda savaşa akıtılan yüz milyarlarca Euro bu ülkelerde toplumun yararına olan yatırımların azalmasını, ertelenmesini ve/veya silinmesini doğurmakta, bu ise bu toplumlarda büyük orandaki bir nüfusun hızla yoksullaşmasını, sınıf savaşının keskinleşmeye başlamasını beraberinde getirmektedir. Bu durumlar aslında bu ülkelerde sol hareketlerin ivme ve güç kazanmasına olanak sağlayabilecek ortamlar ve ayrıca bütün bu durumlara refakat eden, yakın gelecekte kontrol edilmesi ve engellenmesi mümkün olmayan, tehlikeli boyutlarını ve sonuçlarını sürekli olarak Avrupa kıtasında da artıran bir klima felaketi var hep gündemde. Bu yüzden Almanya’da ki sol hareketlerin, parlamentoya bağlı olsun veya olmasın, önündeki en büyük ve acil hedef, militarizme/savaşa karşı olan güçlü bir mücadele ve barış hareketi yaratmak ve bu mücadeleyi kapitalizme karşı olan klima/ekoloji hareketleriyle birleştirmek olmalıdır. Bu gerçekleştirilemediği sürece Almanya’da ki hâkim sınıflar topluma daha birçok “dönüm noktaları” ve “Ulusal Güvenlik Stratejileri” dayatacaktır.
(1) “Zeitenwende”, dönüm noktası anlamına geliyor. Wiesbaden’deki Alman Dili Derneği’nin jürisi, 2022 yılının kelimesi olarak “Zeitenwende” terimini seçmişti. Şansölye Scholz, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı üzerine yaptığı konuşmasında, savaş sonrası Avrupa düzeninde yeni bir döneme geçişi anlatmak için bu kelimeyi kullandı ve bu artık Almanya’da, medyada, özelliklede SPD’nin dilinden düşmeyen bir kelime olmuş durumda.
(3) Konuşmanın metni: https://www.bmvg.de/de/aktuelles/grundsatzrede-zur-sicherheitsstrategie-5494864
(4) Konuşmanın videosu: https://www.bmvg.de/de/aktuelles/lambrecht-bundeswehr-muss-kern-deutscher-sicherheit-sein-5494860
(5) Konuşmanın sesli kayıdı: https://dgap.org/de/veranstaltungen/grundsatzrede-von-verteidigungsministerin-christine-lambrecht-mit-podiumsdiskussion
(6) https://vorwaerts.de/artikel/sozialdemokratie-hat-chance-europa-praegen
(8) https://www.nationalesicherheitsstrategie.de/Sicherheitsstrategie-DE.pdf
(11) https://data.consilium.europa.eu/doc/document/ST-7371-2022-INIT/de/pdf