Sermaye ile emek arasındaki varoluşsal bağıntı koparken, beden emeği ile zihin emeği arasında yeni tarzda bir varoluşsal bağıntı doğuyor. Kapitalizmin bugünkü gelişim evresinde, sermaye de emek de varoluşsal bağıntının dışına çıkıyor. Sermaye aklı kusarken, emek aklı kuşanıyor.
Başlık sizi şaşırtmasın, telaşa mahal yok(!)
Komünizmin amacı emeği ortadan kaldırmaktır. Komünistlerin derdi, emeğin özgürlüğünü gerçekleştirmek değildir. Çünkü “emeğin özgürlüğü”, işçilerin kendi aralarındaki serbest rekabettir. Emek, tüm uygar ülkelerde özgürdür; mesele emeği özgürleştirmek değil, onu ortadan kaldırmaktır. (Syf. 175, Alman İdeolojisi) Eğer komünizm, hem yurttaşların ‘kaygısı’nı hem de proletaryanın yoksunluğunu ortadan kaldırmak istiyorsa, bunu, her ikisinin de nedeni olan şeyi, ‘emeği’ ortadan kaldırmadan yapamayacağı kendiliğinden anlaşılır.” (Syf. 187, Alman İdeolojisi, Evrensel Yayınları)
Burada, emeğin ortadan kaldırılmasından kastedilen iş bölümüne dayalı zorunlu çalışmanın ortadan kaldırılmasıdır.
Proleter, ancak emek gücünü satarak geçimini sağlayabilen ücretli emekçidir. Buradan da anlarız ki, proleter, kendini geçindirebilecek üretim araçlarından yoksundur. Buna karşın bu üretim araçları bir başkasının (kurum ya da devletin fark etmez) özel mülkiyetinde ya da denetimindedir. Şimdi bu araçlar sermaye niteliğindedir. Böyle olduğu içindir ki, birbirinden kopan emekle emek araçları ancak sermayenin kumandasında bir araya gelebilirler ve üretilen ürün üreticinin değil, sermayenin mülkiyetine yazılır. Böylece “emeğin ürettiği nesne, onun ürünü, yabancı bir varlık olarak üreticiden bağımsız bir erk olarak ona karşı koyar.” (Marx, El Yazmaları, syf. 140, Sol Yayınları)
İşçinin ürettiği ürün sermayedarın malıdır. Sermayedar bu metayı satar. İşçi tarafından harcanan ve sermayedar tarafından karşılıksız el konulan fazla emek zamanı (artı değer) ücret karşılığı harcanan (gerekli) emek zamanı ile birlikte metada cisimleşmiştir. Fazla emek zamanının paraya dönüştürülmesi ile elde edilen kazancın (kâr) bir bölümü yeniden sermayeye ayrılır. Bu sermayenin bir kısmı üretim araçlarına, bir kısmı da ücretlere yatırılır. Böylece işçi bizzat kendisi tarafından üretilen para ile kiralanmış ve yine kendisi tarafından üretilmiş üretim araçlarına esir edilmiş kişi haline gelir. İşçi nesneleşir, nesne de (para ve üretim aracı) işçi karşısında kişilik kazanır. Bu, işçinin kişi olarak yoksunlaşması, bir üretim aletine, kullanıma hazır bir emek gücü nesnesine dönüşmesi anlamına gelir. Yabancılaşmadan kastedilen de bu yoksunlaşmadır.
KİM KALDIRACAK?
Emek, ürettiği nesnenin kölesi olur ama bir efendi (sermaye) ve köle (emekçi) ilişkisi vardır. İşçi sermaye üretir, sermaye yeni işçi üretir, bu böyle sürer gider. İşçinin emeği ondan bağımsız, ona yabancı ve onun karşısında bir erk durumuna gelir. İşçi ile nesnesi, emek ve sermaye her ne kadar birbirlerinin karşısında dursalar da, bu karşıtlık bir varoluşsal bağlantı olarak kalır. Varoluşsal bağlantı bakımından köle ile köle sahibi, feodal ile serf, işçi ile patron aynıdır. Biri ancak diğeri ile vardır, birinin yittiği yerde diğeri de yiter. Bunlar, birbirleriyle sürekli çatışma halindedir ama içinde hareket ettikleri koşullar, onların varoluşsal bağlantısını sürdürmeye elverişli olduğu müddetçe isteseler de birbirlerini yok edemezler. O halde ölümcül darbe, bu varoluşsal bağlantının içinde değil, bu bağlantının yittiği ve böylece onun dışına çıkma, bağlantıdan özgürleşme imkânının oluştuğu zamanda, bağlantının dışından vurulabilir. Feodalizmin yıkımına ve kapitalizmin doğumuna neden olanlar feodaller ve serfler değil, burjuvalar ve proleterlerdi.
İyi de, burjuvalar ve proleterler dediğimiz insanlar gökten zembille inmediler ya, feodal toplumun bağrında yetiştiler. Proleter dediğimiz kişiler, topraklarından zorla sürülerek işsiz güçsüz sefil yığınlar haline getirilen dünün serfleri ile şehrin yoksullaşmış zanaatçıları idi. Burjuvazi de, gelirini sermayeye dönüştüren dünün zanaatçısı, tüccarı ve bir kısım feodalinden başkası değildi.
Peki, emeği kim kaldıracak? Proletaryadan ve burjuvaziden yeni sınıflar mı doğacak? Hayır, bu mümkün değil. Mümkün değil, çünkü; sermaye her türlü özel mülkiyeti kendine dönüştürür, kendi tekelini tek tip özel mülkiyet biçimi olarak dayatır. Her türlü özel mülkiyet sermaye haline geldiğinde her türlü emek de ücretli emeğe dönüşür. Ücretli emeği ortadan kaldırmak, sermayeyi ortadan kaldırmakla gerçekleştirilebilir. Fakat ücretli emek, sermaye ile olan varoluşsal bağlantının dışına çıkmadıkça, bunu başaramaz. Diğer yandan bu “dışına çıkma” işi öznel değil, nesnel bir koşuldur. Bu da, proletaryanın sermayeden nesnel olarak özgürleşmesi demektir.
AKILSIZLAŞTIRILMIŞ PROLETARYA MI?
Emeğin üretkenliği arttıkça, “Ürün, bireyin doğrudan ürünü olmaktan çıkar ve kolektif emekçinin ürettiği toplumsal bir ürün, yani, her biri emek konusu üzerindeki işlemlerin az ya da çok bir parçasını yapan bir emekçi topluluğun ortak ürünü halini alır” (Kapital, Cilt I, syf. 484) Beden emeği ile zihin emeği, kolektif emekçinin birer unsurudur. Ne ki, bu birliktelik sermayenin egemenliği altında karşıtlık halini alır. “Doğal bedende kafa ile elin birbirine bağlı olması gibi, emek süreci de el emeğini kafa emeği ile birleştirir. Sonraları birbirlerinden ayrılır, hatta can düşmanı olurlar. (a.g.e, Marx)
Kapitalizm koşulları altında emekçi üretim aracından yoksunlaştırılmıştır. Emek süreci bireyci olduğu sürece üretim aracı emekçinin organik bir uzantısı gibidir. Emekçi, bu organik uzantıyı nasıl ve hangi amaçla kullanacağını kendi zihninde tasarlar. Makineleşmiş üretimde ise emekçi üretim aracının organik bir uzantısına dönüşür. İş tersine dönmüştür, emek aracı emekçiye değil, emekçi emek aracına tabidir şimdi. Diğer yandan, makineyi tasarlayanla onu kullanan ayrışmıştır. Bu toplumsal üretim tarzlarından bağımsız, doğal gelişim seyridir. Ama sermaye bu doğal gelişimi kendine tabi kılar. Sermayenin egemenliği altında proletarya nesneleştirilmiş ve akılsızlaştırılmış, kullanılmaya hazır bir emek gücü yığını olarak şekillenir.
Sermayenin nesnesi ve yine sermaye tarafından aklı alınmış olan proletarya, nasıl olacak da sermayeyi ortadan kaldırabilecek?
SERMAYE AKLI KUSUYOR
Sermaye, yekpare bir varlık değildir, birbiriyle rekabet halindeki sermayeler olarak var olabilir. Her biri diğerine kıyasla gelişebilmek için emeğin üretkenliğini kendi hesabına artırmak zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Bu da, teknolojik temelde sürekli devrimi koşullar. Ama aynı sürekli devrim sermayenin merkezileşmesini ve yoğunlaşmasını olağanüstü düzeyde büyütür. Bu büyüme, bir noktadan sonra sürekli devrimi tetiklemek yerine onu kösteklemeye başlar. Sermaye, kendi kendisinin engeli haline gelir.
Sermayenin böyle bir aşamaya ulaştığını nereden biliriz?
Bunun birinci belirtisi, kronik aşırı sermaye fazlalığıdır. Bunu, sermayenin kendini genişletme yeteneğini yitirmesi olarak da tanımlayabiliriz. Bunun karşısında, kronik aşırı emek fazlalığı duruyor. Buradan da çıkarabiliriz ki, sermaye ile emek arasındaki varoluşsal bağıntı nesnel olarak kopmuştur. Elbette bu, kopuşun tamamlandığı anlamında değil, bu kopuşun oluşmakta olduğudur. Bu, sermayenin oluşum tarihinde yeni bir niteliktir. Zihin emekçilerinin giderek daha çok proleterleştirilmeleri ve kronik aşırı emek fazlalığı içinde zihin emekçilerinin sayısının giderek artması da bir başka yeni niteliktir. Sermaye ile emek arasındaki varoluşsal bağıntı koparken, beden emeği ile zihin emeği arasında yeni tarzda bir varoluşsal bağıntı doğuyor. Kapitalizmin bugünkü gelişim evresinde, sermaye de emek de varoluşsal bağıntının dışına çıkıyor. Sermaye aklı kusarken, emek aklı kuşanıyor. Bu yeni emek, ancak sermayeyi ortadan kaldırarak kendini gerçekleştirebilir. Proletarya ancak proleter varlığına son vererek kendini kurtarabilir. Her geçen gün daha çok zihin emekçisi sermayenin eklentisi olmaktan koparılarak proletaryanın saflarına (işçi ya da işsiz) itiliyor. Her geçen gün daha çok işçi, bilhassa da genç insanlar, yoksulluk ve işsizlik girdabına itilerek hiçleştiriliyor. Dünyanın dört bir yanında giderek çoğalan ayaklanmalar, bu yeni niteliğin sokaklarda cisimleşmesidir.
* Atılım Gazetesi’nin 7 Şubat 2014 tarihli 102. sayısında yayımlanmıştır.