CHP Genel Başkanı K. Kılıçdaroğlu, seçimlere sayılı günler kala bir mega proje açıkladı ve ardından da Başbakan bu projenin kendilerine ait olduğunu ileri sürerek projelerinin adeta aşırıldığını ima etti. Tartışma konusu olan projenin dayandığı ana fikrin gerçekte kime ait olduğu tartışması bu yazının konusu, ancak öncelikle proje hakkında kısa bazı bilgiler verelim.
Basına yansıdığı kadarıyla “Merkez Türkiye” adıyla tanıtılan proje ile Anadolu’da (henüz tam olarak bilinmeyen bir yerde) 20 yılda (2035’e kadar) 200 milyar dolar finans maliyetli bir mega kent ya da bölge kurulması hedefleniyor. Projenin finansman ihtiyacı olarak; 40 milyar dolarlık kısmının kamu, kalan 160 milyar dolarlık kısmının ise yerli ve yabancı sermaye ile dolayısıyla da bir tür özelleştirme olan kamu-özel ortaklığı modeli ile karşılanması öngörülüyor.
Proje ile yıllık % 6 ekonomik büyüme, yıllık 147 milyar dolar katma değer ve “bilgi, teknoloji ve insan kaynağı bütünleşmesinden yepyeni 2 milyon 200 bin kişilik iş gücüne” yeni istihdam sağlanacağı ileri sürülüyor. Projenin yönetimi ise son dönemlerin sıklıkla dile getirilen neo liberal yönetişim, yani sermaye ve sivil toplum örgütlerinden (işçi sendikaları zikredilmiyor) oluşan bir yönetim modeli ile gerçekleştirilecek. Ayrıca bu kentin özel bir yasa ile kurulması ve özel yetkili bir vali aracılığıyla devletle ilişkilerinin sağlanması bekleniyor.
Bölge; deniz, kara, hava ve demir yolu şeklinde yeni alt yapı yatırımları ile küresel kapitalizme entegre edilecek. Yani Türkiye “bir küresel ticari entegrasyon merkezi” haline gelecek ve mega kent asıl olarak dünyada üretilen mallar için lojistik hizmeti verecek.
Somutlarsak; Kılıçdaroğlu’nun açıkladığına göre, “örneğin Çin’de üretilen bir ürün Mersin Limanına gelecek, depolanacak ve sonrasında mega kentte de işlenecek (belki), ambalajlanacak ve kurulacak olan devasa ulaştırma alt yapı ağı ile Orta Asya’ya, Afrika’ya ya da Kafkaslara gönderilecek”.
Açıklamada belirtilmese de, böyle bir projenin hayata geçirilebilmesi için buradaki yatırımcının her türlü vergisel ve finansal teşvikten öncelikli olarak yararlandırılması, bürokrasinin ve devlet düzenlemelerinin asgariye indirilmesi bekleniyor.
21.Yüzyılda ülke ekonomisini geliştirecek, Türkiye’yi insani gelişmişlikte dünyanın ilk yirmi ülkesi arasına sokacak bir “ekonomik yükseliş projesi” olarak sunulan bu proje sonucunda, kişi başına gelirin 30,000 doların üstüne çıkması ve ortaya çıkacak olan ekonomik fayda ve değerlerden tüm halkın eşit olarak payını alması hedefleniyor.
Yukarıda da belirtildiği gibi, bu yazının konusu bu projeyi bizim nasıl değerlendirdiğimiz değil, bunu bu yazıyı takiben ayrıca yapacağız. Burada özellikle Başbakan Davutoğlu’nun üç gündür miting alanlarında diline doladığı bu projenin, Başbakan’ın 15 yıl önce kitabının arka kapağında sözünü ettiği, bu nedenle de kendisine ait bir proje mi, yoksa CHP’nin özgün bir projesi mi olduğu sorusunu ele alacağız.
Aslına bakarsanız Türkiye’nin uluslar arası ticaretteki coğrafi / lojistik konumu dikkate alınarak hazırlanmış gibi gözüken bu projenin ana fikri her ikisine de ait değil. Zira projenin ana fikri 1957 yılına kadar gidiyor ve hali hazırda projenin ikinci, belki de üçüncü fazına geçmiş olan bir kapitalist bir dünya var. Bu konuda başı ABD, Çin, AB gibi ülke ve bölgeler çekiyor.
Nitekim ABD’li bir sosyal bilimci olan Gottman1, ilk kez 1957 yılında, Boston-Washington Kuzeydoğu- Güneybatı aksında yer alan ve fiilen oluşmuş olan 600 millik bir alan ve 30 milyonluk bir nüfustan oluşan yerleşimi tanımlamak için “megapolis” kavramını kullanmıştı.
“Mega Bölge” kavramı ise megapolis ya da megakent kavramından hareketle ortaya atıldı. Metropoliten merkezler ve onları çevreleyen alanlardan oluşan bir geniş ağı anlatıyor ve çevre sistemleri, alt yapı sistemleri, ekonomik ilişkiler, yerleşim politikaları, arazi kullanımı ve ortak kültür ve ortak tarih ilişkilerini temel alıyor.
ABD’de şu ana kadar “Teksas Üçgeni” ya da” Florida Mega Bölgesi” gibi planlanmış on mega bölge var. AB’ de ise “Amsterdam-Rotterdam”, “Brüksel- Antwerp”, “Britanya Mega Bölgesi”, “Büyük Paris Mega Bölgesi” gibi projeler mevcut.
Kavramın en çok örtüştürüldüğü Çin’de ise, nüfusları on milyonu aşan kentlerde ortaya çıkan sorunların aşılabilmesi için mega bölgeler oluşturuldu. Bu büyük kentlerdeki merkezileşme bu yolla aşılmaya çalışıldı. Yani tek merkezlilikten çok merkezliliğe geçilmeye çalışıldı.
Çin’in mega bölgeleri, metropoliten şehirlerle birlikte, ekonomik gelişmenin motoru, ulusal çaptaki ve bölgesel çaptaki politikalar için de “hedef alanlar” olarak tasarlandılar. Bu mega bölgeler arasında en çok bilinenleri “Capital Economic Zone” ve “Pearl River Delta”. Çin’deki mega bölgeler ülke milli hasılasının çok önemli bir bölümünü üretiyor, toplam 10 mega bölge Çin’in toplam arazisinin sadece % 20’sini işgal ederken, nüfusunun yarısından fazlasını barındırıyor.
Bu bölgelerin oluşturulması sırasında en çok savunulan argüman bu bölgelerin kitlesel ekonomik faydalar sağlaması. Böylece ekonomik faaliyetler tüm bölgeye yayılarak alternatif bir mekansal ekonomik faaliyet örgütleniyor.
Bu bölgelerde yer alan “temel” ya da bizde önerildiği gibi “merkez şehirler” iktisadi büyüme açısından pivot bir rol oynuyorlar. Yine 1950’lerde bir başka sosyal bilimci Perroux’a göre bu merkezler büyüme kutuplarını oluşturuyorlar. Bu kutuplar hem merkez kaç, hem de merkezcil kuvvetler yaratarak örneğin ilkinde ekonomik faaliyetleri çevreye yayarlar, ikinci halde ise çekim merkezi oluşturarak faaliyetleri bünyelerine çekip, sonra yayarlar. Bu teoriye göre iktisadi büyüme, değişme ve gelişim bu merkezlerde başlar. Yine bir başka ABD’li kalkınma iktisatçısı Hirshman’a göre4, bu merkezlerdeki büyüme ve refah artışı “damlama etkisiyle” diğer alanlara yayılacak ve oraların da gelişmesini sağlayacaktır.
Diğer taraftan mega bölgeler emek ve sermayenin kendi habitatları içinde en düşük maliyetlerle yeniden konumlanmasını sağlayan şehirler seti olarak tasarlandılar. Bu bölgelerde yönetsel ve politik sınırlar önemsizleştirildi, politik engeller asgariye indirildi ve tüm bunların sonucunda kâr oranlarında hedeflenen artış gerçekleşti. Yüksek hızlı trenler, hava limanları, otobanlar, limanlar ve enerji santralleri gibi yeniden üretim ve dağıtım için zorunlu olan, ancak kamu tarafından da hazır sunulduklarında sermayenin verimliliğini ya da kârlılığını önemli ölçüde artıran yatırımlar böyle merkezlerin ve onlardan oluşan mega bölgelerin yaratılmasında çok önemli oldular.
Bu noktada ekonomik büyümenin daha da geliştirilmesi ve daha eşitlikçi olmasının sağlanması ve tek merkezliliğin yarattığı ulaştırma, çevre kirliliği ve yüksek emlak fiyat ve kiraları gibi sorunların aşılabilmesinde, projenin üçüncü fazında (sırasıyla; merkez kentler, mega bölgeler ve çok merkezli bölgeler) tek merkezlilikten çok merkezliliğe geçilmesi fikri ise ilk kez Hague ve Kirk tarafından önerildi.
“Etkinlik”, “verimlilik”, “ölçek ekonomileri”, “dışsal ekonomiler” gibi iktisadi kavramlara dayanılarak, ana akım akademi dünyası ve IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlarca savunulan bu merkez ya da mega kent fikri ucuz, esnek ve örgütsüz emek olmaksızın gerçekleşemiyor. Nitekim bu bölgelerin hemen hemen hepsinde çevre kirliliği, trafik sorunları, yüksek emlak ve kiraları ve yaşam maliyetlerinin yanı sıra ucuz bir emek sömürüsü ve çevre tahribatı modelin ayrılmaz bir parçası olarak karşımıza çıkıyor.
Bu projelerin emek ekseninden bir değerlendirmesini ayrıca yapacağız, ama buraya kadar söylediğimizi şöyle özetleyebiliriz: Finans ve üretimin küreselleşmesinin başat hale geldiği bu neo liberal evrede, uluslar arası sermayenin ihtiyaçlarına göre tasarlanmış olan “Merkez Türkiye” projesinin patenti dışarıda gibi gözüküyor. Çünkü yarım yüzyılı aşkın bir zaman önce ortaya atılmış ve dahası üçüncü fazdaki uygulaması hali hazırda Çin’de mevcut.
Kuşkusuz bu noktada, “fikir kime ait olursa olsun, önemli olan işsizlik, yoksulluk, düşük büyüme gibi temel ekonomik sorunlara bir çözüm olup olmadığıdır” biçiminde haklı bir eleştiri getirilebilir.
Bu bağlamda böyle projelerin küresel sermayenin aşırı birikimden kaynaklı kâr ve uluslar arası ticaret ile ilgili sorunlarının aşılmasını sağlamaktan öteye geçerek; azgelişmişlik sorunlarını, emek sömürüsünü, yoksulluğu, gelir ve servet bölüşümü adaletsizliğini ortadan kaldırıp kaldırmadığını da, teorisiyle ve pratik uygulamalarıyla, bir sonraki yazımızda ele alacağız.
1 J. Gottmann, Megalopolis or the Urbanization of the Northeastern Seaboard. Economic Geography, 33(3), 1957, 189–200.
2 Çin’deki mega bölgelerle ilgili bilgiler şu kaynaktan derlenmiştir: Jiawen Yang, Ge Song, and Jian Lin, “Measuring Spatial Structure of China’s Mega-Regions,” Lincoln Institute of Land PolicyWorking Paper 2012, s. 1-19.
3 F. Perroux, “Economic Space: Theory and Applications”, Quarterly Journal of Economics, 64, 1950, 89–104.
4 A.O.Hirschman, The Strategy for Economic Development. New Haven, Conn.: Yale University Press, 1958.
5 C. Hague and K. Kirk, Polycentricity Scoping Study. London: Office of the Deputy Prime Minister, 2003.