Tayyip Erdoğan Türk Metal Sendikası Kadın İşçiler 20. Büyük Kurultayı’nda yaptığı konuşmada, Kabataş olayının doğruluğunu tartışmalı hale getiren bütün gelişmelere rağmen aynı şeyleri söylemeye devam etti: “Bir anne, yanında çocuğu da olduğu halde bir grubun Kabataş’ta tacizine maruz kaldı. Ahlaksızca o kadının üzerine gittiler, gitmeye devam ediyorlar.”
Türk Metal Sendikası’nın Kadın İşçiler Kurultayı’nın ilk sıraları kalın ense, şiş göbek erkek sarı sendikacılarca doldurulmuştu. Kadınlar ancak arka sıralarda zar zor seçilebiliyordu. Irkçı-milliyetçi bir sendikanın fıtratına uygundu bu görüntü. Kadın Kurultayı’nda nedense kadın sözünü de erkekler söylüyordu. Bu atmosferde söz alan Erdoğan, ortaya çıkan bütün gerçeklere rağmen Kabataş olayını gerçekmiş gibi yansıtmaya devam etti.
“Kimse o kadını taciz edenleri konuşmadı”
Erdoğan, “Gezi olayları esnasında bir genç kadın ki genel başkanı olduğum partinin bir belediye başkanının gelinidir bu. Bir anne, yanında çocuğu da olduğu halde bir grubun Kabataş’ta tacizine maruz kaldı. Kimse o kadını taciz edenleri konuşmadı, onları kınamadı, onların peşine düşmedi. Tacize uğrayan kadına ise etmedik hakareti bırakmadılar. Terbiyesizce, ahlaksızca, vicdansızca o kadının üzerine gittiler, gitmeye devam ediyorlar” dedi.
Erdoğan “Hani tacizde esas olan kadının beyanıydı, hukuk böyle diyor. ‘Müftünün karısıyım’ diyerek istismar yapanlara sesini çıkarmayanlar, tacize uğrayanın acısını deşmek için seferber oldular.” şeklinde konuştu.
Bilindiği gibi Kabataş olayını AKP Medyası gündeme getirmişti. Olayın anlatılma biçiminde ciddi inandırıcılık sorunları olduğu neredeyse bir çok gazeteci ve yorumcu tarafından ileri sürülmüştü. Bu sırada Star Gazetesi yazarı Elif Çakır olayın “mağduru” kadınla röportaj yapmıştı. Olayın mağduru olduğu söylenen kadın röportajda basında çıkanları doğruluyordu. Ardından Hüriyet Gazetesi yazarı İsmet Berkan olayın “kayıtları”nı izlediğini iddia etti ve “çok acı ama çok acı bir olay ve maalesef gerçek” dedi. Bu gelişmeler üzerine “kadının beyanını esas” alan çevreler olayın mağduru olan kadınla dayanışma ilişkisi içinde olmakta bir mahzur görmedi. Olay açık bir biçimde kınandı. Bu çevreler savundukları prensiplere uygun davranmışlardı.
AKP medyası, Gezi İsyanı’nın meşruiyetine gölge düşürmek için Kabataş olayını ağzına sakız etti, köpürte köpürte kullanmaya devam etti.
Ancak mızrak çuvala sığmadı. Gelişmeler arka arkaya geldi. Yok denilen kamera kayıtları ortaya çıktı. Görüntülerde anlatılanlardan eser yoktu. Kadın ile Gezi katılımcısı bir grup arasında birkaç saniyelik bir münakaşa oluyordu. Olan bitenin hepsi buydu.
Görüntülerin yayımlanması olayın üzerine bir atmaca gibi atlayan her boydan gazeteciyi ve siyasetçiyi açmaza aldı. Kıvranmaya başladılar. Sonunda kayıtları izlediğini söyleyen İsmet Berkan ilk itirafçı oldu. İtiraf şu cümlelerde hayat buldu: “… Görüntüleri izledim. Hem de ham olanları. Yaklaşık 16 dakikalık bir görüntü var evet. Ve bu görüntüye göre de mağdurun anlattığı olayların tamamen asılsız olduğunu söylemem gerekiyor.” Buna özeleştiri mi yoksa zavallılık mı demek gerekiyor. Ya da belki derin mevkilerden yapılan bir görevlendirme sonucu “çok acı ama çok acı bir olay ve maalesef gerçek” demişti Berkan.
Son günlerde bir gelişme daha gündeme geldi. Star gazetesinin eski yazarlarından Elif Çakır’ın, Gezi Parkı protestoları döneminde avukatlığını yapan Fidel Okan, bir belediye başkanının da gelini olan türbanlı bir kadının, bebeğiyle birlikte Kabataş’ta eşini beklerken bir grup gösterici tarafından darp ve taciz edildiği yönündeki iddiaların gerçek dışı ve kurmaca olduğunu söyledi. Olayı şöyle anlatıyordu Okan:
“Görüntüler ortaya çıktığında aslında bir gerçekle karşı karşıya kaldık; Ortada büyük bir kandırmaca vardı. Peki olayın aslı neydi? Şöyleydi; Genç kadın Kabataş İskelesi’nde bebeği ile birlikte eşini bekliyordu. O sırada Gezi’ye destek veren bir grup, genç kadının yanından geçerken aralarında bir kaç saniyelik sözlü sataşma olur… Kadın ürker… Bu arada beklediği kocası gecikir. Geldiğinde de kadın, kendisini bekleten sorumsuz kocasına, öfkesini kusarken yaşadığı olayı da bire bin katarak anlatır. Kadının belki de amacı kocasına sorumluluğunu hatırlatmaktır. Olayı duyan koca panik ve tabii ki suçluluk duygusu ile konuyu İlçe Belediye Başkanı olan babasına hikayeyi daha da abartarak anlatır. Ak Partili Belediye Başkanı, kendisine anlatılan ve iki kez abartılmış olan hikayeyi daha da abartarak durumu parti yöneticilerine bildirir. Gezi’nin sıkıntılı döneminde parti yöneticilerine gerçekmiş gibi aktarılan hikaye basına bildirilir. Hemen kadınla röportaj yapılır. Birbirinden bağımsız olarak üç kez abartılmış bu olay gazete manşetine daha da vurucu cümlelerle geçirilir.”
Okan’ın anlatımlarında Tayyip Erdoğan’ın ve çevresinin kandırıldığı ima edilmeye çalışılıp siyasal iktidar aklanmak isteniyor. Anlatımın verdiği izlenim bu. Buna inanmamız mümkün değil tabi. Elinde devletin bütün olanakları olan siyasal iktidar, kamera kayıtlarına beş dakikada ulaşıp olayın gerçek olup olmadığını anlayabilirdi. Şundan da kuşku duymamak gerekir. Kayıtları izlemişlerdir, anlatılanların gerçek olmadığını görmüşlerdir ancak gerçeği itiraf etmek mümkün olmamıştır. Nasıl itiraf edeceklerdi ki? Nasıl Geziciler namuslu, biz “namussuz”uz diyeceklerdi ki. Yalancının mumu Kabataş’a kadardı…
Ortaya çıkan gerçeklerle birlikte, Kabataş olayının bilinçli bir biçimde tezgahlanmış bir yalan olduğu konusunda kuşku duymak için artık bir neden kalmadı. Kalmadı ama Erdoğan başta olmak üzere sakız gibi çiğneme devam ediyor. Muhtemelen bambaşka bir Türkiye’de bu yalan, devletluların, egemenlerin çok sevdikleri ifadeler ile söylersek “halkı galeyana getirmek”, “yurttaşlar arasında kin ve nefret tohumları saçmak” vb. vb. nedenlerde dava konusu olacak. Kuşkusuz ki o Türkiye’de bu yalanı üretenlerin, yayanların, siyasal çıkarları için kullananların yakasına yapışacak savcılar da olacak. İşte siz o zaman görün Türkiye’nin güzelliğini…