SİYASİHABER’DEN – Diğer Yazılar …
Bu ülkenin yüz ağartıcı aydınları vardır. Charlie Hebdo katiamının acısı hala yüreğimizi dağlarken Paris’ten ışınlanmış Jean Paul Sartre gibidirler. Konuştuklarında sizin yüreğinizin konuştuğu sanrısına kapılırsınız. Bilirsiniz, kelimeleri yan yana getirme yeteneğiniz onun becerdiği gibi büyülü bir dans tadı vermez. Ama yine de cümleleri sizin kurduğunuz yanılgısına sürüklenirsiniz.
Murathan Mungan’ın Hrant Dink’i anma konuşmasını dinlediğimizde, ister istemez, geçmişe gittik. 1978’de, henüz herhangi bir şiir kitabı yayımlanmamışken Birikim Dergisi’nde okuduğumuz “Brecht’le Başlamak” başlıklı yazısını anımsadık.
Mungan, ta o zaman, Jdanovculukla sakatlanmış “sosyalist gerçekçilikle” arasına sınır çizmeyi bilmişti.
Şöyle diyordu Mungan:
“Burada kolay saldırılara çok açık ve birçok Marksisti kızdıracak bir söz de edelim: Ayrıca sanat da öz olarak duygu işidir. Bir insanın, sanatçı olmakla makine mühendisi olmak arasındaki yeğleme ayrımı bu noktadan, bu olgudan kaynaklanır. Duygu düşmanlığı da, tepkisel bir özle yüklü olmakla birlikte, tek yanlı bir kavrayışın ürünü yine. Unuttukları şey şu ki: Devrimci sanatın görevi, yalnızca doğru düşünmeyi öğretmek değil; aynı zamanda doğru duygulanmayı da öğretmektir. Duygu ve düşünce diyalektiğini daha doğru ve daha sağlıklı bir biçimde kurmaya çalışmaktır. Düşüncenin eğitimi kadar, duygunun eğitimi de bir Marksist sorunsaldır”.
Mungan’ın Dink’i anma konuşması, bir bakıma bir tür “ezilenler manifestosu”ydu. Damıtılmış tarihsel maddecilikti. Ama ondan çok daha fazlasıydı. Baştan aşağıya, yukarıdaki satırların cisimleşmiş haliydi. İçimizi titretmesinin, yüreğimize değmesinin, ruhumuzun derinlerine işlemesinin nedeni buydu.
Manifesto tadındaki şu satırlara hangimiz katılmayız?
“İşte bu yüzden biz Hrant için, adalet için sekiz yıldır haykıranlar artık demokrasinin karikatürünü değil, kendisini istiyoruz. Acilen demokrasi ve koşulsuz ifade özgürlüğü istiyoruz. Kapalı kapılar ardında tezgâhlanan karanlık oyunların göstermelik demokrasisini değil, günışığı demokrasisi istiyoruz. Laiklikten ödün vermemiş bir demokrasi istiyoruz. Kimsenin kimsenin kanına, canına susamadığı bir toplumda, kurban almadan ve kurban vermeden yaşamak istiyoruz. Hemen her gün bir kadın cinayetinin işlenmediği, transların, eşcinsellerin öldürülmediği, çocukların devlet kurşunlarıyla katledilmediği bir ülkede yaşamak istiyoruz. Etnik, kültürel, dinsel, cinsel her çeşit ayrımcılığın ortadan kalktığı, kimsenin kimsenin yaşam biçimine, diline, dinine, mezhebine, inancına ya da inançsızlığına karışmadığı, herkesin eşit haklara sahip yurttaşlar olduğu, demokratik olgunluğa erişmiş bir toplumda barış, kardeşlik ve dayanışma içinde yaşamak istiyoruz. Ağaca, suya, parka, koruya, ormana, herkesin ve her canlının yaşam hakkına saygılı çok dilli, çokkültürlü, çokrenkli insanlar olarak yaşamak istiyoruz. Vesayet biçimlerinin tümüne kayıtsız şartsız karşı çıkıyor, 12 Martların, 12 Eylüllerin apoletleriyle ılımlı kindarlık, kravat takmış yobazlık arasında seçim yapmak istemiyoruz.”
“Çok daha fazlası” ise şu cümleler…
“Baskıcı iktidarlar korkunun bulaşıcı olduğunu bilir, bu yüzden toplumun korkularını sürekli diri tutmaya çalışırlar; onların bilmediği cesaretin de bulaşıcı olduğudur. Bu yüzden hayatın ve dünyanın gözlerinin içine bakarak cesaretle konuşmalıyız. O kelimelerin bizden başka sahibi yok! Bunu hiç unutmamalıyız.”
Ya da şu cümleler…
“Arkadaşlar, bu ülkede insanlar yalnızca dostlarının değil, düşmanlarının da kendilerine benzemesini isterler. Kendisine benzesin ki, kiminle mücadele ettiğini, neyle savaştığını tanıyıp bilsin isterler. Birbirlerine benzeyenler birbirlerinin silahlarını, yaralarını, oyunlarını ve nefretlerini tanırlar. Sevginin sahtesi olur, ama nefretin olmaz.”
Hangimizin yüreğine değmiyor, içine işlemiyor bu sözler?
Mungan haklı: Devrimci sanatın görevi, yalnızca doğru düşünmeyi öğretmek değil; aynı zamanda doğru duygulanmayı da öğretmektir.
Mungan bunu becerebilen çok az sayıda şair/yazardan biri olduğu için de bu ülkenin yüz ağartıcı aydınlarından biridir.