Taksim Dayanışması, 21 Mayıs’ta görülecek Gezi Davası öncesi basın toplantısı düzenledi. KESK, DİSK, TMMOB ve TTB başkanları dayanışma çağrısı yaparken, Davanın ‘sanık’larından Mücella Yapıcı “Gezi korku zincirlerini kırmıştır. Gezi yargılanamaz, Gezi ancak yargılar” dedi.
Taksim Dayanışması, 21 Mayıs’ta başlayacak Gezi davası sürecine ilişkin basın toplantısı düzenledi. Dosya kapsamında yargılanan isimler Mücella Yapıcı, Can Atalay ve Tayfun Kahraman ile DİSK, KESK, TMMOB ve TTB genel başkanlarının katıldığı toplantıda aynı iddialardan daha önce iki kez beraat kararı verildiği hatırlatıldı. Açıklamada, “İsterseniz bin kere yargılayın, söyleyeceğimiz söz aynıdır. Dayanışma, paylaşma, emek, yargılanamaz! Siz karanlığı, biz Gezi’yi savunuyoruz” denildi.
Gezi Davası 21 Mayıs’ta yeniden görülmeye başlanacak
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinin Gezi davasında 9 kişi hakkında verdiği beraat kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi tarafından bozuldu.
İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi, 5 Şubat’ta Osman Kavala’nın casusluk ve darbe teşebbüsü iddiasıyla yargılandığı dosyanın Gezi davasıyla birleştirilmesine karar vermişti. Yine Yargıtay tarafından bozulan Çarşı davasının da Gezi davasıyla birleştirilmesine hükmedildi.
Birleştirme kararı verilen Gezi davası 21 Mayıs’ta saat 10.00’da 30. Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek. Taksim Dayanışması, Gezi davası sürecine ilişkin online basın toplantısı düzenledi.
Basın toplantısı katılımcılarının konuşmaları şöyle:
Avukat Evren İşler: Hem duruşma salonunda hem de dışında Gezi’yi savunmaya devam edeceğiz
“2013 Haziranı’nda Gezi Direnişi devam ederken başlamıştı yargının ve iktidarın geziye ilk ilgisi. Direniş devam ederken başlatılan soruşturmalarda örgüt kurduğu iddiasıyla işte 2911 sayılı kanuna muhalefet edildiği iddiası ile çok sayıda soruşturma açılmış ve hatta bunlardan bir kısmı da dava haline gelip yargılamalar yapılmıştı. Bu süreçte Taksim Dayanışması’nın bileşenlerinin de içinde olduğu arkadaşlarımız yargılandı ve beraat ettiler. Daha Gezi devam ederken yapılan soruşturmalarda bile burada bir suç örgütü olmadığı, anayasal düzene karşı bir suç işlenmediği yargı kararlarıyla saptanmış durumdaydı. Fethullahçı çetenin yargıda hakim olduğu dönemde yürütülen hukuka aykırı soruşturmalarla, hukuka aykırı dinlemeler ve fiziki takiplerle yürütülen bu soruşturmalar yargının raflarında ihtiyaç olduğunda kullanılmak üzere bekletilmiş olmalı ki, Gezi direnişinin 6. yılında, Gezi direnişinden 6 yıl geçtikten sonra yeniden soruşturmalar ve bir dava ile karşı karşıya gelindi.
Aslında süreç Gezi Direnişi açısından ilerlerken bir yandan da yargı pratiğimiz açısından da bakmak gerekir. Çünkü bu memlekette bir dönem işkence ile elde edilerek yapılan soruşturmalar damgasını vurmuştu. Sonrasında delil imal edilerek yapılan soruşturmalarla ilerledi yargı süreçleri ve nihayetinde Gezi dosyasında bir ilk olduğunu söyleyebileceğimiz sürece geldik. Delile dahi ihtiyaç duyulmadan varsayımlar üzerinden, başsavcılığın görüşleri üzerinden yürütülen soruşturmalar ve hazırlanan iddianameler süreciyle karşı karşıyayız.
Bu anlamda Gezi Davası iddianamesine baktığımızda da çok sayıda varsayım olduğu; ‘böyle düşünülmüştür, böyle varsayılmıştır, olsa gerektir’ denilen bir metnin karşımıza iddianame olarak getirildiğini gördük. Bu iddianameyle başlayan yargılamada savcılık bu iş için özel olarak kurulmuş mahkemeyi bile ikna edemedi. O denli hukuka aykırı ve o denli varsayımlarla yürütülen bir süreçti ki mahkemede nihai olarak anayasal düzene karşı bir suç işlendiğine dair hiç bir delil olmadığı saptamasıyla arkadaşlarımız hakkında beraat kararı verdi. Bu beraat kararından sonra ise Gezi Dosyası istinaf incelemesine götürüldü. İstinaf incelemesi sonucunda dosyanın Çarşı Davası’yla birleştirilmesi ve dosya sanıklarından Osman Kavala açısından da hakkındaki 15 Temmuz’da bir rolü olduğu iddiasıyla açılan bir diğer dava dosyasıyla birleştirilmesi gerektiği düşüncesiyle bir bozma kararı verdi İstinaf mahkemesi. Şimdi burada şunu da söylemek gerekir ceza yargılaması açısından baktığımızda ceza dosyasının içinde olmayan bir veri ceza dosyası açısından, yargılamayı yürüten hakim açısından yoktur. İstinaf Mahkemesi bu incelemeyi yaptığı tarihte gezi dosyasının içinde Çarşı Davası’na ilişkin herhangi bir bilgi de yoktu. Kamuoyundan öğrenmiş olacaklar ki böyle bir birleştirme ihtiyacı duydular.
Aslında bunun ilk işaretleri Çarşı Davası’nın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yazılan tebliğnamede verilmişti. Çarşı davasını incelerken de Yargıtay Çarşı Davası’nın Gezi Davası’yla birleştirilmesine işaret etmişti.
Geldiğimiz aşamada bir torba dava ile karşı karşıyayız aslında. Gezi Davası Kavala açısından bir diğer dosyası ile birleştirildi. Hem Çarşı Davası’nda verilen Yargıtay kararı, hem Gezi Davası’nda verilen istinaf kararı doğrultusunda bu iki dosyanın da birleştirilerek görüleceğini öngörmek mümkün.
Şunu söylemek gerekir Gezi Dosyası içinde hiçbiri delil içermeyen bir iddianameyle yürütülmeye çalışılıyor. İstedikleri kadar hangi dosyayla birleştirirse birleştirsinler, bu delilsizlik hali var olduğu sürece Gezi Dosyasından beraat dışında bir karar çıkması asla ve asla hukuka uygun olmayacaktır. Gezi dosyasında iddia ettikleri şekli ile anayasal düzene aykırılığı işaret eden herhangi bir delil bulmaları da hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Çünkü Gezi bu toprakların onurlu haklı meşru bir direnişidir. İnsanların itirazlarını dile getirmesidir. İtiraz etmek Anayasal haktır. Direnmek Anayasal haktır.
Dolayısıyla şunu söyleyerek bitirmek isterim. Elbette ki hem duruşma salonu içinde hem duruşma salonu dışında geziyi savunmaya devam edeceğiz. Acil demokrasi taleplerimizi de dillendirmeye devam edeceğiz.”
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu: Gezi bu topraklardaki en onurlu direnişlerden bir tanesidir
“Gezi Direnişi demokratik, barışçı, anayasal temelde bu ülkede yaşayan 83 milyon insanın ülkesine sahip çıktığı demokratik bir mücadele sürecidir. İşçiler açısından, emekçiler açısından Gezi’nin yeniden yeniden yargılanmaya çalışılması, karalanmaya çalışılmasının bir tane anlamı vardır. O da aslında bütün bir topluma, işçilere, emekçilere bir çeşit gözdağı vermek, susturmaya çalışmak, hiçbir şekilde itiraz edilmemesini sağlamaktır. Yani sendikasızlaştırmaya, açlık sınırının altındaki asgari ücrete, pandemi sürecinde bile asgari ücretten hala vergi alınmasına, gençlerin, kadınların işsiz olduğu bu süreçte sesini çıkartmama anlamında bir baskının, sindirmenin bir parçası olduğunun altını çizmek istiyorum.
Gezi bu topraklardaki en onurlu direnişlerden bir tanesidir. Son derece haklı bir direniştir. Gençlerden kadınlara, işçilerden işsizlere bu ülkenin bütün yurttaşlarının parçası olduğu bir iradedir aslında Gezi. Gezi’nin bu haklı, demokratik, barışçıl kimliği asla yargılanamaz, karalanamaz. DİSK olarak ilk günden itibaren bütün üyelerimizle birlikte içinde bulunduğumuz bu sürecin, bu mücadelenin bu toprakların en onurlu hak mücadelesi olduğunu bir kez daha çizmek isterim. Tabi ki Gezi’ye dün olduğu gibi bugünde sahip çıkmaya devam edeceğiz. Çünkü Gezi’ye sahip çıkmak, emeğimize sahip çıkmaktır, geleceğimize sahip çıkmaktır, memlekete sahip çıkmaktır.”
KESK Eş Genel Başkanı Aysun Gezen: Gezi davasının yeniden açılması topluma verilen bir gözdağıdır
“Gezi davasının 8 sene sonra beraat kararlarını rağmen birleştirme kararları ile yeniden yeniden açılması, topluma verilen bir gözdağı ve gezinin aslında bireylerin üzerine yıkılarak, bireylerin cezalandırılarak Gezi’nin cezalandırılması pratiğinin bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Cezalandırılmak için seçilen isimlerin demokratik kitle örgütlerinden, temel hak ve özgürlükler mücadelesi içerisinde aktif yer alan isimler olması da aslında AKP’nin her türlü baskıcı otoriter politikasına, emek sömürüsüne karşı sesini çıkartacak, doğanın, kamu kaynaklarının talanına karşı sesini yükseltecek insanların tamamına verilen bir gözdağıdır. Gezi’yi dış mihraklara bağlayarak, Gezi’yi darbe mekaniği ile eşitleyerek, Gezi’yi darbeci bir girişim olarak adlandırarak itibarsızlaştırmak, kendiliğinden doğan bir halk hareketini cezalandırmaya çalışmak kabul edilemez.
Gezi, parkına, doğasına sahip çıkanların mücadelesiydi. Bu boyutuyla bir ekoloji hareketiydi. Gezi üniversitelerde artan tahakküme, polisin varlığına, gençlerin geleceksizleştirilmesine karşı bir gençlik hareketiydi. Kadının emeği, bedeni, kimliği üzerinde artan tahakküme karşı bir kadın hareketiydi. Emek sömürüsüne karşı bir emek hareketiydi. Toplumsal bağların, toplumsal yaşamın tamamen dinselleştirilmesine karşı bir laiklik talebiydi. Kamusal kaynakların, bizim kolektif emeğimizle oluşan bütçenin savaşa, sermayeye değil, emekçilerin, halkların ihtiyaçlarına kullanılması için bir kamusallık talebiydi. Bir araya gelebileceğimiz, sözümüzü birlikte üretebileceğimiz, kendimiz hakkındaki kararları kolektif bir şekilde verebileceğimiz kamusal alanların yok edilmesine karşı her türlü etnik, kimlik, inanç gibi temeller üzerinden yaratılan ayrımcılığa karşı da bir kamusallık, kamusal alan eşit haklar mücadelesiydi. Bir kent hakkı mücadelesiydi. O günlerde hepimiz birbirimize güvenerek birbirimizin yaşamlarını önemseyerek, dayanışma içinde eşit, özgür yaşam örülebileceğini, parktaki kolektif yaşamdan Türkiye’nin 80 iline yayılan direnişten gördük.
Aynı zamanda Gezi barış içinde birlikte yaşamak talebiydi. Tüm bu taleplerimiz bugün çok daha acil, çok daha gerçekten yakıcı duruma gelmiş durumda. Savunduğumuz değerlere karşı saldırılar da artmış durumda. Bugün Gezi’yi savunmak, bu değerleri savunmak demek. Bugün Gezi’yi savunmak bu toplumun geleceğini, kamusallığı, laikliği savunmak demek. Biz geçmişten bugüne, kurulduğu günden bugüne bu değerleri savunan bir Konfederasyon olarak Gezi’nin cezalandırılmasına itibarsızlaştırılmasına izin vermeden, Gezi’nin savunduğu tüm değerleri, Gezi’nin açığa çıkardığı tüm talepleri sahiplenerek bu mücadeleye devam edeceğiz. Bu mücadele içerisinde özellikle seçilip yargılanmak ve cezalandırılmak istenen arkadaşlarımızla birlikte Gezi’yi savunacağız.”
TTB Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı: Dava açılması gereken ‘Emri ben verdim’ diyen Erdoğan’dır
“Evet ortada bir dava var. Bu davanın neye karşı olduğu çok açık. Aslında yaşamımıza dönük, bizim mücadele alanlarımızda dönük bir dava var. Bir dava açılması gerekiyor gerçekten ama o davada kime açılmalı? Tabii ki iktidara açılmalı, tabii ki o dönem Başbakan olan şimdiki Cumhurbaşkanı’na açılmalı. Çünkü biliyoruz, o dönemde Türkiye’nin dört bir yanında insanların haklarını, insanların yaşamlarını savunmak adına seslerini yükselttiği koşullarda ne yazık ki maruz kaldıkları saldırılarla on binin üzerinde yaralanma ile karşı karşıya kalmıştık. Bunların sadece küçücük bir kısmını 297’sini Türkiye İnsan Hakları Vakfı hem tedavi süreçlerini düzenlemek hem de belgelemek üzere başvuru olarak almıştı. O başvurularda 10’un üzerinde insanın gözünü getirdiğini biliyoruz. İnsanların yaşamını yitirdiği polis saldırıları ile karşı karşıya kaldık ve o dönemde “Emri ben verdim” diyen bir başbakan vardı. Eğer bir dava olacaksa o dava doğrudan iktidara açılmalı, sorumlular oradadır.
Bizim yaşamımıza, bizim demokratik haklarımızı kullanma olanaklarımıza yönelik saldırıları kabul etmediğimizi ve bu dayanışmanın aslında Türkiye için önemli bir adım olduğunu bir kez daha hatırlamalıyız. Çünkü bu dayanışma uzun zamandır gerçekleştiremediğimiz kapsamda bir dayanışmayı örmüştü. Taksim Dayanışması o anlamda tüm Türkiye’ye yayılan yan yana durmayı, birlikte mücadele etmeyi ve bu mücadelede de hiçbir dikey hiyerarşinin olmadığı ortak, kolektif iradeyi ifade ediyor. İşte iktidarın kaygı duyduğu da aslında bu kolektif iradedir.
Bugün İkizdere’de ya da başka herhangi bir talan ettikleri alanda da bu dayanışmadan korktukları için, özel hayatın gizliliğinin arkasına sığınarak görüntü alınmasını bile engellemeye çalışan bir iktidar anlayışı var, bir tek adam rejimi var. Biz bunu kabul etmediğimizi, hayatımızın her alanında Gezi Parkı’nın bizim için bir simge olduğunu ifade etmeliyiz. Bugün salgın idare etme davranışları açısından da baktığımızda asıl korkularının insanların yan yana durabilecekleri açık alanlar olduğunu bir kez daha gösteriyorlar zaten. Parkları kapatarak, sahilleri kapatarak. Biz bu kapatmaları, yan yana durmamızı engelleme çabalarını kabul etmiyoruz. Dayanışma içinde mücadeleye devam edeceğiz. Türk Tabipleri Birliği olarak her aşamasında yer aldığımız Gezi mücadelesinin bugün de yanında olduğumuzu bir kez daha ifade ediyoruz.”
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz: Gezi’de kaybettiğimiz gençlerin hatıralarını kirletmek kimsenin haddi değildir
“Anlaşılan odur ki siyasi iktidar her defasında hedef aldığı Gezi direnişini kriminal bir vaka, bir suç eylemi olarak gösterebilmek için bu davadan arkadaşlarımızın berat etmesini istemiyor. Yargıyı da bu doğrultuda bir araç olarak kullanıyor. Oysaki Gezi direnişi hem kamuoyunun vicdanında, hem tarih içinde hem de hukuk önünde masumiyetini ve haklılığını defalarca kanıtlamış onurlu bir halk hareketidir. Bizler bu ülkenin mimarları, mühendisleri, şehir plancıları olarak içerisinde milyonların bulunduğu direnişin bir parçası olmaktan onur duyuyoruz, gurur duyuyoruz. Başta siyasi iktidar olmak üzere hiç kimsenin bu onurlu halk hareketine kara çalmaya hakkı yoktur. Gezide kaybettiğimiz gencecik arkadaşlarımızın hatıralarını kirletmeye çalışmak da kimsenin haddine değildir.
AKP’nin bu dava ile beklentisi toplumsal muhalefeti baskın altında tutmaktır. Bunu da kerameti kendinden menkul bir ‘terör’ tanımlaması ve ‘dış güçler’ zırvalığı ile yapmaktadır. Kendinden olmayan herkesi terörist ilan eden kendisine yönelik tüm eleştiri ve eylemleri terör eylemi gören siyasi iktidar hukuku da bu kirli propagandasının bir aparatı haline getirmiştir.
Gezi direnişi bu topraklarda ağaca, doğaya ve kamusal mekanlara sahip çıkma irademizin, geleceği kazanma mücadelemizin zirvesidir. Gezi direnişi insanlığın ortak değerlerini, haklara, özgürlüklere ve dayanışmaya sahip çıkma hikayesidir. Gezi direnişi toplumun her kesiminden insanın bir arada yaşamasının, paylaşmasının, dayanışmasının en güzel örneğidir. Gezi direnişi katılımcılığın, yaratıcılığın ve doğrudan demokrasinin ifadesidir. Siyasi iktidarı da asıl korkutan zaten Gezi’de kolektif olarak ortaya çıkardığımız bu değerlerdir. Arkadaşlarımızı yargılarken aslında bu değerler yargılanmak istenmektedir.
Gezi davası ülkenin geçmişinde yaşananlara ilişkin bir dava değil, ülkenin geleceğine yönelik bir saldırıdır. Eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik değerlere karşı açılan bir davadır. Çünkü, iktidar da biliyor ki, Gezi bu ülkenin geleceğidir. Bizler, Gezi’de en parlak ifadesini gördüğümüz bu ülkenin aydınlık değerlerine ve geleceğine sahip çıkmaya devam edeceğiz. Gezi Davası’nda yargılanan arkadaşlarımıza sahip çıkmaya devam edeceğiz. Tüm kamuoyunu 21 Mayıs’ta yeniden görülmeye başlanacak Gezi Davası’nda arkadaşlarımıza, Gezi’ye ve bu ülkenin geleceğine sahip çıkmaya çağırıyoruz.”
Gezi davası ‘sanık’larından Tayfun Kahraman: Gazi’nin yargılanması toplum vicdanında meşru değildir
“Gezi’de şu anda yargılanan aslında bizler nezdinde Taksim Dayanışması nezdinde Gezi’nin yarattığı değerler, Gezi’nin kolektif ruhu ve Gezi’de ortaya çıkmış olan dayanışmadır.
Daha önce de yargılandık. Kurmaca bir iddianame süreciyle bir yargılama süreci yaşadık. Mahkeme bizim haklılığımızı teslim etti. Bizleri suçsuz bularak beraatımıza karar verdi. Hemen ardından yeniden bir yargılama süreciyle karşı karşıyayız. Bir toplumsal hareketin yargılanması iktidar nezdinde meşru olabilir ama toplum vicdanında bunun meşruiyetinin olmadığını hepimiz biliyoruz”.
Gezi davası ‘sanık’larından Mücella Yapıcı: Gezi yargılanamaz, Gezi ancak yargılar!
“Aslında söylenecek söz bitti. Söylenecek her şey söylendi. Biliyorsunuz Gezi’nin en önemli başarılarından biri de toplumun üzerine serpilen o korku ikliminin yok edilmesidir. Gezi korku, zincirlerini kırmıştır. Onun için çok çok önemlidir. Şu aşamada tekrar o korku ikliminin inşası için birtakım kişiler seçilerek topluma gözdağı verilmek istenmektedir. Ancak gerçekten şunu söylemek gerekir. Bakın haklı olan kesimler korkmazlar ve susmazlar. Ne yaparsanız yapın bu böyledir. Tarihin akışı böyledir zaten, siz ne yaparsanız yapın, kaç kere yargılarsanız yargılayın öncelikle şunu söylemek lazım Gezi yargılanamaz.
Beni üçüncü kez yargılıyorsunuz. Aynı iddianame bir kere suç örgütü kurmaktan yargıladınız. Beraat ettim, beraatım kesinleşti. Sonra tekrar yargıladınız yine beraat ettim. Beraatı döndürdünüz, şimdi tekrar yargılayacaksınız. İstediğiniz kadar yargılayın, defalarca yargılayın. Buradan tekrar etmek istiyorum Gezi yargılanamaz, Gezi ancak yargılar.
Siz çok meşru, çok haklı, çok barışçı, anamızın ak sütü gibi helal bir direnişte olağanüstü bir şiddetle 8 tane gencimizi öldürdünüz., canını aldınız. Bir tane polis arkadaşı öldürdünüz, canını aldınız. 40’a yakın kişi gözünü kaybetti. Onların göz nurunu aldınız. Anneleri perişan ettiniz. Çocukların katillerine ödül gibi cezalar verdiniz. İşte yargılanacak olan bütün bunlar.
Tamam şimdi bizi tekrar yargılayın. Bu bizim için onurdur. Dünyanın kabul ettiği Türkiye’nin en onurlu, en barışçıl, en geleceğe açık, aydınlık direnişiyle birlikte anılmak hepimiz için onurdur. Biz yalnız değiliz.
Size mahkemeden önce şunu hatırlatmak isterim. Eğer korkacağımızı zannediyorsanız, korkmuyoruz, susmuyoruz. Çünkü şimdi korkmanın ve susmanın zamanı değil. İsterseniz bin kere yargılayın söyleyeceğimiz söz aynıdır: Gezi bizim bu toprakların onurudur, geleceğidir. kişisel olarak da hepimizin onurudur.”
Gezi davası ‘sanık’larından Can Atalay: AKP yeni tarih yazımıyla ilk yenilgisini tattığı Gezi’yi karalama uğraşında
“Adalet ve Kalkınma Partisi bir tarih yazımı çabası içinde. Şu ana kadar kirletemediği, ilk yenilgisini tattığı en beyaz, en temiz direnişi karalamak için uğraşıyor. Gezi’nin vardığı yüksek mertebeyle başa çıkamadığı için bütün çabası bu yargılama pratiği bir tarih yazımı çabası.
Fakat aynı zamanda geleceğe ilişkin olarak da en meşru itiraz organını, bizim elimizdeki belki de tek megafonu, sokakları kapatma çabası. Bunlara izin verilmeme zorunluluğu açık. Hem dünümüz açısından bu zorunludur, bu tarih yazımı kabul edilemez hem de geleceğimize beton dökülmemesi açısından. Gezi eşitlik, adalet, özgürlük umudunun sadece Türkiye için değil, Ortadoğu düzleminden önemli işaret fişeklerinden bir tanesidir. “
Gezi umuttur yargılanamaz!
Konuşmaların ardından Taksim Dayanışması adına basın açıklamasını ise Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Esin Köymen okudu. Açıklama şöyle:
“Ülkemizin toplum, kent ve demokrasi tarihinin en parlak ve onurlu sayfalarından biri olan Gezi Direnişi, hukuka ve gerçeğe aykırı iddialarla, bir kez daha yargılanmak isteniyor.
Daha önce iki kez verilen yargı kararlarıyla Anayasal bir zeminde meşru olarak gerçekleştiği tescil edilen Gezi Direnişi, mesnetsiz ithamlarla üçüncü kez karalanmak isteniyor.
Toplumsal muhalefetin en temel hak ve talepleri suç unsuru gibi gösterilmek, barışçıl direnişin tarihsel ve meşru gerçekliği ısrarla çarpıtılmak isteniyor.
Taksim Dayanışması olarak daha önce de son derece açık ve net bir şekilde ifade ettiğimizi bugün bir kez daha yineliyoruz:
Gezi’yi lekelemeye yönelik beyhude çabalarınızı reddediyoruz!
Gezi Direnişi’ni suçla, terörle, darbeyle, kalkışmayla anılan bir eyleme dönüştürmenize asla izin vermeyeceğiz.
Tarihsel gerçekliği çarpıtma gayretiyle; tarafsızlığı çoktan tartışmalı hale gelmiş kurum ve kişilerin sipariş senaryolarıyla, bu ülkenin özgürlük umudu Gezi’nin, demokratik hak ve taleplerimizin, parklarda, meydanlarda, sokaklarda özgürlük, demokrasi ve insanca yaşam için direnen milyonların, Abdocan’ın, Mehmet’in, Ethem’in, Medeni’nin, Hasan Ferit’in,
Ali İsmail’in, Ahmet’in ve Berkin’in düşlerinin kirletilmesine izin vermeyeceğiz.
Çünkü Gezi’yi biz yaşadık, biliyoruz!
Tıpkı ülkemizde yargının siyasal iktidarın bekasını korumakla görevli bir birime dönüştüğünü bildiğimiz gibi…
Barış talep eden akademisyenlerin terör faaliyeti kapsamında yargılanıp cezalandırılmaları; mesleki ve anayasal görevlerini icra eden avukatların seslerini kısmak için akıl almaz suçlamalarla hapsedilmeleri; gerçeğin peşine düşen gazetecilerin delilsiz, mesnetsiz iddialarla terörist ilan edilmeleri, birkaç oy daha fazla almak için hukukun, adaletin, demokrasinin ve hatta vicdanların ayaklar altına alınması, siyasal iktidarın muhalif fikirlere ve seslere karşı düşmanlığından ve yürüttüğü yanlış politikaların toplum nezdinde yarattığı derin rahatsızlığın farkında olmasından kaynaklanmaktadır.
Tam da bu nedenledir ki, Gezi sürecine dair asıl hesap vermesi gerekenler, bu itham süreçlerinde Davacı ve Mağdur sıfatlarıyla ısrarla yer almaktadırlar.
Onlarca arkadaşımızın ölümüne, onlarcasının gözlerini kaybetmesine, binlercesinin yaralanmasına sebep olan akıl almaz polis şiddetinin emirlerini verenler, bu şiddeti uygulayanları koruyup kollayanlar, kendi yurttaşlarının yurdun dört bir yanından barışçıl eylemlerle haykırdıkları haklı ve meşru taleplerine kulak vermek yerine devletin adalet mekanizmasını bu demokratik talepleri bastırmak ve toplumun bir kesiminden düşman yaratmak için kullanmak isteyenler yargılanmalıdır.
Oysa bugün, Taksim Dayanışması’ndan kent, demokrasi ve hukuk emekçisi arkadaşlarımız Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman ve Can Atalay’ın da aralarında yer aldığı itham edilenlerin şahsında, ülkemizin 80 kentinde Gezi’ye katılarak anayasal haklarını kullanan, demokrasiye güç vermiş milyonlarca yurttaşımız bir kez daha yargılanmak isteniyor.
Tekrar ediyoruz:
Gezi Direnişi’ni suçla, terörle, darbeyle, kalkışmayla anılan bir eyleme dönüştürmenize asla izin vermeyeceğiz!
Bu akıl ve hukuk dışı dava derhal geri çekilmeli, kurgu ithamlarla yargılanmak istenen arkadaşlarımız hakkındaki iddialar düşürülmeli, somut hiçbir delil olmadığı halde siyasi bir tutsak olarak tutukluluğu devam eden Mehmet Osman Kavala serbest bırakılmalıdır.
Taksim Dayanışması’ndan suç örgütü çıkarmaya çalışarak kendi hukuksuzluklarının üzerini örtmeye çalışanlara bir kez daha sesleniyoruz:
Bu çabanız, hukuksal olarak dayanaksız olduğu gibi tarihsel olarak da anlamsızdır. Zira dünyanın yargıladığı yolsuzluk, hırsızlık, talan ve polis şiddetinin sorumlularını yargılamamak için her türlü hile ve hukuksuzluğa başvurarak tarihe ve insanlığa karşı suç işlemeye devam edilirken;
Kent yağması ve talanına, insanları bunaltan baskıcı-otoriter yönetim anlayışına karşı somut ve haklı talepler; parkımı yıkma, özel hayatıma karışma, kentimi yağmalama, çok bağırma, sesimi duy, saygı göster ve taleplerimizi karşıla haykırışı, yargılanamaz!
Ülkemiz demokrasi tarihinde, ortadan kaldırılamayacak bir iz bırakan; gençlerin yaratıcı zekâsı, annelerin kucaklayan şefkati, işçilerin emekten gelen gücü, kadınların gür sesi, LGBTİ bireylerin biz varız çığlığı, yaşlıların yeniden canlanan hayat enerjisi, yargılanamaz!
Dayanışma, paylaşma, emek, yargılanamaz!
Gençlerin enerjisinin, öfkesinin, coşkusunun yansıdığı konserler, tiyatrolar, şenlikler, demokrasinin işletildiği forumlar, cinsiyetçiliği reddeden söylemler, Yeryüzü sofraları, penguene alternatif medya kanalları, kadınların, gençlerin, işçilerin, yoksulların, ötekileştirilenlerin taşıdığı meşaleler, yargılanamaz! Gezi, yargılanamaz!
Taksim Dayanışması olarak; 2012 yılının Şubat ayında ilk toplantımızı yaptığımız andaki taleplerimizin de, Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesildiği ve çadırlarımızın yakıldığı günlerdeki tepkimizin de, gencecik çocuklarımıza kıyan polis şiddetinden hesap soran tutumumuzun da, parklarda, meydanlarda, sokaklarda, balkonlarda özgürlük, demokrasi ve insanca yaşam için direnen milyonların taleplerinin de kararlılıkla arkasında durmaya devam edeceğiz.
Siz karanlığı, biz Geziyi savunuyoruz!
Çünkü biliyor ve inanıyoruz ki,
GEZİ Birleştirir!
GEZİ Umuttur, Umut Yargılanamaz!”