Açık Radyo’da katıldığı programda genç kadınları saygıyla selamlayan Filiz Kerestecioğlu, “Osmanlı ve Kadın (Kadınlar Vardır) Belgeseli’nin hazırlanma süreci ile birlikte, Türkiye’de feminist hareketin gelişme süreci ve İstanbul Sözleşmesine dair aktarımlarda bulundu.
Açık Radyo’da Güven Güzeldere’nin sunduğu Açık Bilinç programının konuğu HDP milletvekili, Türkiye kadın hareketinin öncü isimlerinden biri olan Filiz Kerestecioğlu idi.
Güven Güzeldere’nin “Feminizm nedir” sorusuna, “genelde feminizmi hep kadınlarla konuşmaya alışkınım. Belki ilk defa erkeklerle konuşuyorum bu programda” diye cevap verirken yine Güzeldere’nin “…eğer eşitlikçi bir dünyaya inanan bir erkekseniz o zaman bu dünyadaki insanların yarısı için ben buna inanıyorum diğer yarısı ile ilgilenmiyorum deme lüksümüz yok aslında. Dolayısıyla feminizm erkekleri de ilgilendiren bir konu diye düşünüyorum” yaklaşımına da “…böyle bir şey değil benim kast ettiğim. Ezenler erkekler çünkü, yani bunun bir öznesi var. Tıpkı nasıl işçilerin patronlarla beraber olmasını beklemiyorsanız bu da biraz ona benzeyen bir durum. 87’de “Dayağa Karşı Yürüyüş”ü yaptığımız zaman bizi desteklemek isteyen erkeklere şunu söylemiştik, “tabii ki çocuklarınızı alıp arkamızdan yürüyebilirsiniz ama önce bir ön açın.” Onlar da öyle yapmışlardı ve çok cesur ve takdir edilesi bir şeydi aslında 1987 yılı için bunu düşündüğümüzde. Biraz bu anlamda söylüyorum. Şiddet uygulayanlar da, ezenler de erkekler aslında bunu da unutmayalım, devlet değil tek başına” şeklinde cevap veriyor.
Genç kadınları saygıyla selamlayan Kerestecioğlu programda, hazırlamış olduğu “Osmanlı ve Kadın (Kadınlar Vardır) Belgeseli’nin hazırlanma süreci ile birlikte, Türkiye’de feminist hareketin gelişme süreci ve İstanbul Sözleşmesi’ne dair aktarımlarda bulundu. Görüşmenin metni aşağıda.
Feminizm, kadınları ilgilendiren bir kavram gerçekten. Çünkü erkek egemenliğine, erkek egemen düzene, patriyarkaya karşı yürütülen bir mücadele. Dünyayı dönüştürmeye yönelik bir bakış açısı. Tabii bunun farklı açılımları da var. Erkeklerle eşitlenmeyi savunanlar var ama bu sistemin tamamen, patriyarkal sistemin değişmesi gerektiğini savunan daha radikal feminizmler var. Sosyalizmle birlikte düşünüp, sosyalizmle birlikte de aynı zamanda feminizmin olmazsa olduğunu ve böyle bir dünyayı hedefleyen sosyalist feministler var, anarşist feministler var. Dolayısıyla feminizm tek bir “nedir” sorusuyla cevaplanabilecek bir şey değil ama sonuçta toplumsal cinsiyet rollerinin olduğu, kadın ve erkeğin biyolojik roller olmadığı ve bu toplumsal cinsiyet rollerine dayanarak sadece Türkiye’de değil bütün dünya üzerinde ayrımcılık olduğu ve bu ayrımcılığın ortadan kalkması gerektiği ve yeni bir düzenin kurulması gerektiği üzerine kavramsallaşan, dediğim gibi kimisi için eşitlikçi kimisi için eşitliğin de ötesinde yani bu düzende ‘kaymakam, vali vs. olmakla yetinemem aynı zamanda her cenahıyla cinsiyetçi ve erkek egemen olan bu düzenin değişmesi gerekir’ diyen bir feminizm anlayışına ben dahilim. Yani ben bu düzenle eşitlenmek istemiyorum çünkü bu düzen aynı zamanda militarist bir düzen, askeri donanımlı kapitalist bir düzen aynı zamanda. Bu düzenin kadın bakış açısıyla değişmesi gerektiğini söyleyenlerdenim.
“Osmanlı ve Kadın (Kadınlar Vardır) Belgeseli”ni yaptığım zaman 1995 yılında, 80’lerin sonundan itibaren feminist mücadelenin içerisinde yer aldım. O güne gelen bir birikim vardı. Fakat şöyle bir şey var, Türkiye’de bu genel olarak belki bütün muhalifler için geçerli bir şey, biraz tarihi kendimizden başlatma meraklısıyız, daha öncesinde ne olduğu, neler yapılmış olduğuna çok fazla da bakmıyoruz. Serpil Çakır, Yaprak Zihnioğlu gibi Osmanlıcayı da okuyabilen, geçmiş tarihi araştırabilen kadınlar sayesinde öğrenebildik. Bu önemli arşiv, bugün Kadın Eserleri Kütüphanesi’nde duruyor. Ben de aslında onların çevirdiği kitaplarla buna tanıklık ettim. Gerçekten bilmediğimiz bir şeydi. Cumhuriyet’ten sonra olanları biliyorduk ama buna feminizm demek mümkün değildi. Cumhuriyet’le birlikte baktığımız zaman daha çok uluslaşma ve o süreç içerisinde kadınların seçme seçilme hakkı ya da üniversitelerde yer alabilme, meslek edinme gibi haklar söz konusuydu ki bu da sadece tepeden inme verilen şeyler değildi. Osmanlı’ya baktığımız zaman orada bunun taşlarının döşenmiş olduğunu gördük açıkçası. Onlarca dergi çıkarmış kadınlar. Onlarca toplantı yapmışlar. Mesela Beyaz Konferanslar diye bir şey var ki gerçekten çok etkilenmiştim gördüğüm zaman. O Beyaz Konferanslar’a hepsi beyaz kıyafetler içerisinde kadınlar gidiyorlar, aslında bugün barışın da simgesi olan bir şey, o gün için öyle bir anlamı var mıydı bilmiyorum ama feminizm sözünü ve feminizm perspektifini açıkça kullanıyorlar ve “biz eşit yurttaşlarız ve öyle olmak istiyoruz, bu şekilde yer almak istiyoruz, bizim de temsil hakkımızın olması gerekiyor” diyorlar. Sadece kadınlarla toplantılar yapıyorlar.
Osmanlı ve Kadın belgeseli için;
https://www.youtube.com/watch?v=fuxaGKm17KI
Kadınlara Mahsus Gazete, Kadınlar Dünyası ve farklı dergiler çıkartılıyor. Nezihe Muhiddin gibi çok önemli, tarihte yeri olan kadınlar var. Kadınlar Halk Fıkrası’nı kurmak istiyorlar ama engelleniyorlar ve Türk Kadınlar Birliği kuruluyor parti olarak kurulmasına izin verilmediği için. Cumhuriyet dönemine geldiğimizde, yanılmıyorsam 1935’te “artık kadınlık adına söylenecek söz kalmamıştır” denilerek kapatılıyor. O kadar trajik bir şey. Kadınlık adına söylenecek ne kadar fazla sözün olduğunu bugün de görüyoruz.
‘30’lardan sonra kadınların meslek edildiklerini, avukat, hakim vs. olabildiklerini, az sayıda da olsa üniversitelerde yer aldıklarını görüyoruz. Sol muhalefet, sosyalist mücadele ile birlikte daha çok partilerin ya da örgütlenmelerin kadın kolları gibi yer aldığını görüyoruz ama burada da tam bir feminist bakış açısı yok. Mesela İlerici Kadınlar Derneği, Devrimci Kadınlar Derneği var ama bu derneklerde de kadınların gene tencere tavalarla, o roller onlara aitmiş gibi yoksulluğa dair ekonomik gerekçelerle yürüyüşler yaptıklarını görüyoruz. Bu örgütlenmelerin de tabii yeri var ve önemli taşlar koyuyorlar gerçekten ‘80’lere gelene kadar.
Sevgili dostum Şirin Tekeli’yi özellikle anmak isterim. Asıl olarak ‘80’lerden sonra, Şirin Tekeli, Şule Torun, Stella Ovadia, Gülnur Savran gibi kadınların Somut gazetesinde çıkan yazılarını görüyoruz daha genç, onlardan bir sonraki kuşak olarak. İlk defa feminizm sözünün bu kadar açıkça telaffuz edildiğini ve feminist yazınlar oluşturduklarına tanıklık ediyoruz. Ülkenin farklı illerinde bunları okuyan kadınlar olarak bundan etkileniyoruz.
‘80’lerde İstanbul’da Kadın Çevresi etrafında bir araya geldik ve orada ilk kadın yayınlarını yaptık. Simone de Beauvoir’un, Juliet Mitchel’in, “Evlilik Mahkumları”, “Kadınlık Durumlar”ı gibi kitapları Türkçeye çevrildi ve bunlar da Şirin’in, Gülnur’un, Stella’nın çok büyük payları var.
1980’lerin sonunda Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği’nden kadınlar, Sosyalist Feminist Kaktüs dergisini çıkaran kadınlar, benim de içinde olduğum Feminist dergisini çıkaran kadınlar ve bağımsız kadınlar bir araya gelerek “Dayağa Karşı Kampanya”yı örgütledik ve ilk sokak eylemini yaptık 17 Mayıs 1987’de. Özellikle Anneler Günü’nü seçerek yaptık. Çünkü kadınlar “çiçektir, böcektir”, “cennet annelerin ayağı altındadır” vs. gibi güzellemelerin aslında ne kadar riyakar olduğunu ve özel olanın, özel denilen şeyin politikasını yapmak gerektiğini vurgulayarak “kol kırılır yen içinde kalmaz, hepimiz bunun muhatabıyız” dedik. Buna gerekçe olan şey de, bir asliye hukuk hakiminin “kadının sırtını sopasız, karnını sıpasız bırakmamak gerek derler” diyerek bir boşanmaya ret kararına gerekçe olarak yazdırdığı sözlerdi. Buna karşı manevi tazminat davası açtık ve “Dayağa Karşı Yürüyüş”ü örgütledik. İşte o ilk sokak hareketi aslında sonrakilerin kuruluşunun da önünü açan bir şey oldu. Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı, Kadın Eserleri Kütüphanesi, üniversitelerde kadın araştırmaları bölümleri, Kadın Adayları Destekleme Derneği gibi birçok kuruluşun ve yasal olarak da birçok değişikliğin adımı atıldı.
2002’de Medeni Kanun değişti, 2005’te Ceza Kanunu değişti ve bunlar için de çok büyük mücadeleler verdik. 4320 sayılı Tedbir Kanunu 98’de çıktı bugünkü 6284’ün aslında öncelidir. İstanbul Sözleşmesi’ne, Kadınlara Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne varıncaya kadar bütün bu yasal kazanımlar da bu tarihi süreç içerisinde bugünlere kadar geldi.
İstanbul Sözleşmesi kısaca söylemek gerekirse şiddeti önleyen bir sözleşme. Bunun idari ve kişilere getirdiği yükümlülüklerle ve çerçevesiyle çok kapsamlı olarak ele alan bir sözleşme İstanbul Sözleşmesi. Sadece kadınlar için değil aslında, şiddete uğrayan bireyler için gerçekten önem arz ediyor. lgbti+’lar için önem arz ediyor. Zaten geri alma tartışmaları da, biraz lgbti+’ları dışlamak, muhafazakar, otoriter rejim içerisinde başka bir yere koymak ve buradan yürümek için yapılan bir şeydi ama tutmadı. Bugünkü iktidarın kendi destekçileri arasında da hiç tutmadı neyse ki. Ben, Meclis’te aynı zamanda Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu üyesiyim ve biz baya bir mücadele ile orada İstanbul Sözleşmesi’nin Etkin Uygulanması ve İzlenmesi Komisyonu’nun da kurulmasını sağladık. Bu komisyon bütün partilerin ortak önermeleriyle kuruldu ve oraya kim geldiyse, barolar, hakimler, savcılar, adli tabipler, bütün kadın örgütleri, hepsini dinledik ve hepsi İstanbul Sözleşmesi’nin ne kadar gerekli ve uygulanması gereken bir sözleşme olduğunu vurdular. Bu gruplara iktidara yakın kadın örgütleri de dahildi. Dolayısıyla başta söylediğimiz gibi, kazandığımız bu hakları asla gasp ettirmemek konusunda çok kararlıyız. O yüzden de zaten “sokakları da, alanları da, geceleri de boşaltmayacağız ve terk etmeyeceğiz” diyoruz.
Kadın hareketi herhalde bir tehdit oluşturuyor iktidarlar için. Ki bu sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde bunu görüyoruz. Kadın grevine çağrılar oluyor. Polonya’da kürtaj hakkı ile ilgili binlerce kadın sokağa çıkıyor. Arjantin’de, Amerika’da aynı şekilde. Türkiye’de de galiba böyle bir tehdit olarak görüyor iktidar kadın hareketini ve bu yüzden de çok rahat bir şekilde fazla üstümüze geliyorlar.
İlla feminizm, sosyalist hareketle ya da sol hareketle birlikte gider diye bir şey yok. Çünkü kadınların soldan ve sosyalizmden de bağımsız, farklı, kendine özgü sorunları var ve sadece onun çözemeyeceği sorunları da var ama tabii ki bütün dünya sistemine baktığımız da ben de kendimi buna yakın buluyorum, yani dünya düzeninin değişmesi gerekiyor. Hem militarist, hem kapitalist hem sömürgeci aklın ve o zihniyetin, o patriyarkal aklın ama sadece bunlarla açıklanabilir bir şey değil değişmesi ve dönüşmesi gerekiyor. Bu tabii ister istemez solla daha fazla birlikteliği de getiriyor diye düşünüyorum.
80’lerden bugüne çok önemli bir yere geldiğimizi düşünüyorum. Genç kadınları saygı ile selamlıyorum. Gerçekten çok büyük işler başarıyorlar ve feminizmin bu denli yaygınlaşmasını, artık her alanda heyecanla zikredilmesini sağladılar. Biz çünkü daha küçük bir harekettik. Belki fikren öncülük ettik o zaman ama bugün bu yaygınlaşma ve yeni akımlar hakikaten çok değerli. Şirin’in sözü ile bitirmek isterim. Şirin bir röportajında “21. Yüzyıl kadınların yılı olacak” demişti. Ben de buna inanıyorum. 21. Yüzyıl kadınların yılı olacak ve gerçekten daha yaşanır bir dünya olacak inancındayım.
Programın tamamı için;
https://acikradyo.com.tr/acik-bilinc/kadin-haklari-filiz-kerestecioglu-ile-soylesi