Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Avrupa örgütü İsviçre’nin Zürih şehrinde iki günlük bir ekoloji sempozyumu gerçekleştirdi. “Ekolojik Kriz ve Toplumsa Mücadele” başlığı altında gerçekleşen sempozyuma Türkiye, Almanya, İspanya ve İsviçre’den çeşitli konuşmacılar katıldılar.
SYKP Kurucu Eşbaşkanı Tuncay Yılmaz selamlama konuşmasında sempozyumun SYKP Avrupa örgütünün “Kapitalizmde gelecek yok! Yaşanabilir bir dünya için ayağa kalk!” kampanyası çerçevesinde düzenlendiğini belirtti. Yılmaz SYKP’nin kuruluşuna ön gelen süreçte yaptıkları tartışmalarda sosyalist bir yenilenmenin ekoloji mücadelesini içselleştiremeden mümkün olmadığını tespit ettiklerini ve bu yüzden partinin amblemi olan yıldızın üç renginden birinin yeşil olduğunu söyledi. Tuncay Yılmaz, önümüzdeki süreçte ekoloji mücadelesinin daha da sıcak bir gündem haline geleceğini vurgulayarak, sosyalist hareketin görevinin ekoloji mücadelesiyle dayanışmak değil bizzat bu mücadelenin parçası olmak, ekoloji mücadelesini sınıf mücadelesine içkinleştirmek ve bir varlık-yokluk meselesi haline gelen soruna kapitalizmi aşan bir ufuk kazandırmak olduğunu vurguladı.
Kürkçü: Kapitalizm dünyanın sonunu getiriyor
Yılmaz’ın ardından sempozyumun açılış konuşmasını yapmak üzere kürsüye gelen HDP Onursal başkanı ve SYKP kurucularından olan Ertuğrul Kürkçü, ekoloji meselesinin herkes açısından hayat memat meselesi haline geldiğini söyleyerek bu durumun ortaya çıkmasında ana sorumlunun kapitalist üretim tarzı olduğunu belirtti. Kürkçü, dünyanın başına son bir yılda gelen felaketlere dahi bakıldığında gidişatın ne kadar iç karartıcı olduğunun açıkça görülebildiğini işaret ederek, “insanlık, yerküreyi tutuşturan, Kuzey ve Güney kutup bölgelerinde her saniye milyonlarca metreküp buzulu eritirken ekvatoral iklim kuşağını kuzey ve güneye doğru artan bir hızla genişleten küresel ısınmayı bu yüzyıl içinde 1 santigradın altında tutmayı başaramazsa bildiğimiz dünyanın sonuna gelmiş olacağız” dedi.
Marx’ın kapitalizmle birlikte büyüyen ve bir kopuş noktasına varan doğa- insan ilişkisine (“Metabolik çatlak”) dikkat çekmesine rağmen ardıllarının bunu yeterince dikkate almadığını belirten Kürkçü, reel sosyalizm deneyimlerinin artlarında daha da derinleşmiş bir çatlak bıraktığının altını çizdi. Ertuğrul Kürkçü, sempozyumun, kapitalist uygarlığın biricik itici gücü olan azamî kâr ilkesinin belirlediği insan-doğa ilişkilerini değiştirmenin gerekliliğini tartışmayı hedeflediği kadar, kapitalist üretim tarzının yerini alacak olan özgür üreticiler toplumunun nasıl olup da bu çatlağı onaracağına dair bir yeniden kuruluşçu paradigmaya da işaret etme hedefi güttüğünü belirterek sözlerini sonlandırdı.
İki gün süren sempozyuma, Türkiye’den HDP İzmir milletvekili Serpil Kemalbay, Prof. Beyza Üstün, Metin Yeğin, Mehmet Horuş, Almanya’dan Hambach Ormanları direnişçileri, Aşkım Loca, Ali Ekber Doğan, İsviçre Nükleer Karşıtı Hareket’ten Heini Glauser, İsviçre Yeşiller Partisi’nden Sibel Arslan, PdA’dan Anne Polikeit, SYKP kurucularından Mahir Sayın ve SYKP Kurucu Eşbaşkanı Tuncay Yılmaz sunumlar gerçekleştirdiler.
Sempozyum’da “Ya Kanal, Ya İstanbul” koordinasyonunun insan zincirine Zürich’ten bir ses verildi ve tüm salon el ele vererek “Kanal değil İstanbul!” istediklerini belirtti.
“Politikleşmiş bir ekoloji mücadelesi”
Sempozyumun ilk oturumunda Türkiye’den gelen HDP Ekoloji Komisyonu üyesi Prof. Dr. Beyza Üstün ekolojik krizde gelinen nokta üzerine bir sunum gerçekleştirdi. Profesör Üstün konuşmasında, kapitalistlerin ekolojik krizin farkında olmalarına rağmen yıkımı durduracak politikalardan uzak durduklarına, hatta krizi derinleştirecek uygulamaları hızlandırdıklarına dikkat çekti. Ekolojik kirlenmenin geldiği boyutla doğayı bitme noktasına yakınlaştırdığını söyleyen Üstün, insanları ise daha anne karnındayken etkilemeye başladığına dikkat çekti. Su, hava, ormanlar gibi müşterekleri ticarileştiren kapitalizmin iklim / ekoloji zirvelerinde alınan kararlara asla uymadığının altını çizen Beyza Üstün, bu krizi durduracak olanın politikleşmiş bir ekoloji mücadelesi olduğunu belirtti.
Bu oturumun diğer konuşmacısı olan Mahir Sayın ise endüstri 4.0 ile kapitalizmin ekolojik dengeyi bozmakta yeni bir boyuta geçeceğine dikkat çekti. Yapay zeka, karanlık fabrikalar, hiç durmayan üretim bantlarıyla, hem sınırlı doğal kaynakların tüketimi hem de aşırı üretim/tüketim zincirinin yaratacağı kirlenmeyle “geri dönülemez noktaya” çok daha hızlı ulaşılacağı uyarısında bulundu.
Sayın, bilim ve teknolojideki bu gelişimin eşitlikçi ve kolektif bir sistemde ise komünist bir üretim tarzının pratikleşmesine devasa imkanlar sunabileceğini belirtti.
Genetik manipülasyon
GDO ve Toplum Sağlığı oturumunun konuşmacılarından olan Onur Hamzaoğlu’nun yurtdışı yasağı kalkmasına rağmen pasaportunun verilmediği belirtildi. Oturumun diğer konuşmacısı ise Almanya’dan Aşkım Loca’ydı. Aşkım Loca Genetik, GDO ve insan sağlığına etkileri üzerine bir sunum gerçekleştirdi. Loca sunumunda gen teknolojisindeki ilerlemeleri aktararak kapitalistlerin bunları kâr ve ticari amaçlarla kullandığını, ancak bu ilerlemenin büyük kısmının insan ve bir bütün olarak doğa lehine de kullanılabileceğine dikkat çekti.
Loca pek çok gıda ürününde gen manipülasyonu bulunduğunu ancak firmaların bunları çeşitli reklam teknikleriyle gizlediğini belirtti. Üzerinde “Bio” (organik) yazan pek çok ürünün laboratuvar koşullarında üretilen enzimler içerdiğini söyleyen Loca özellikle gıra üretiminde kullanılan kimi pestisitlerin kanserojen etkileri olabileceği uyarısında bulundu.
Mücadele deneyimleri
Türkiye’den Mehmet Horuş, İsviçre Antinükleer hareketten Heini Glauser ve Almanya Hambach Ormanları direnişinden aktivistlerin deneyim paylaşımları yaptığı “Ekolojik mücadele deneyimleri” oturumunda enternasyonal bir ekoloji mücadelesinin olmazsa olmaz olduğunun altı çizildi.
Horuş, sermayenin fütursuzca doğal kaynaklara saldırdığını belirttiği ve buna ilişkin Türkiye’den örneklemeler yaptığı konuşmasında, bu saldırıya karşı koyuşun hukuksal ya da lokal direnişlerle yeterli olamayacağını vurguladı. Kapitalizmin yapısal olarak doğayı bitme noktasına getirdiğini ve buna karşı ancak bütünlüklü bir “ekoloji politik” mücadelesinin sonuç alıcı olabileceğinin altını çizdi.
İsviçre antinükleer hareketten Heini Glauser ise İsviçre’nin atom santralleri konusunda en büyük tehlikeyi barındıran ülkelerin başında geldiğine dikkat çekti. Küçük bir ülke olmasına rağmen 4 adet atom santrali olan İsviçre’de, pek çok yeni santral için de planlama yapıldığını söyledi. En eskisi 50 yaşında olan santrallerden kimilerinin yürütülen mücadele sonucu kapatıldığını, kimilerinin ise açılışının engellendiğini anlattı. Glauser, Türkiye’de inşa edilen nükleer santrallerden de haberdar olduklarını ve büyük endişe duyduklarını belirterek, nükleer karşıtı hareketin küresel düzeyde bir ortak mücadele yürütmesi gerektiğine dikkat çekti.
Kömür madeni açmak için kesilmek istenen 12 bin yıllık Hambach Ormanlarını savunan direnişçilerden iki aktivist ise, sermaye ve devletin saldırısını, halkın ve direnişçilerin karşı koyuşunu anlattı. Bir süredir Hambach Ormanlarına yerleşerek ormanın kesilmesini engellemeye çalışan direnişçiler, oradaki yaşamlarını, dışarıyla ilişkilerini, uluslararası dayanışmayı, şirket, polis, faşist saldırılarını ve kendi direnişlerini anlattılar.
İkinci gün: Kent ve Komün
“Ekoloji, Kent, Komün” oturumuyla başlayan sempozyumun ikinci gününün ilk konuşmacıları Barış Akademisyeni Eli Ekber Doğan ve gazeteci-aktivist Metin Yeğin’di.
Ali Ekber Doğan kapitalizmin derinleştirdiği ekolojik krizin acil ve önemli bir mücadele meselesi haline geldiğini söyledi. Doğan, Lenin’in 20. Yüzyıl için yaptığı “proleter devrimler çağı” tespitine sonrasında ezilen / sömürge halkların mücadeleleriyle yeni bir boyut eklendiğini, bugün ise ekoloji mücadelesinin sistemi kıracak “zayıf halka” konumuna doğru yükseldiğini belirtti. 1960’lardan itibaren başlayan ekolojik sorgulamanın gelinen noktada hem kapitalizm eleştirisi hem de sosyalizm iddiası için önemli bir derinlik kazandığının altını çizen Doğan, ekoloji mücadelesinin sistem karşıtı mücadeleden ayrı düşünülemeyeceğini anlattı.
Son 15-20 yılda yaşanan toplumsal mücadeleler ve kent direnişlerinde ekonomi, demokrasi, özgürlük ve eşitlik temalarının yanına ekoloji gündeminin de yerleştiğini söyleyen Doğan, bundan sonraki halk direnişlerinde ve isyanlarında bu konun daha da merkeze oturacağını belirtti.
Ekolojik etkilerle yaşanan göçe de dikkat çeken Ali Ekber Doğan, sistemin temel doğrultusunu belirleyen finans kapitalin bu yönelimlerinden kendiliğinden vaz geçmeyeceğini, ekoloji mücadelesini sınıf mücadelesine içselleştiren bir mücadelenin geliştirilmesinin olmazsa olmaz olduğunu vurguladı.
Metin Yeğin: Endüstriyalist sistemden kurtulmalıyız!
Metin Yeğin konuşmasına kapitalizmin doğal kaynakları ve birikimleri patentleyerek ticarileştirmesine dikkat çekerek başladı. Kapitalizmin neobileralizmle birlikte bütün dünyaya karşı kimlik, doğa ve meta eksenlerinden büyük bir saldırı sürdürdüğünü söyleyen Yeğin, bununla mücadelenin elbette sınıfsal olması gerektiğine dikkat çekti.
Yeğin konuşmasında, Monsanto, Cargill, Bayer, Dupont gibi büyük gıda/tohum/kimya tekellerinin bütün dünyayı kontrol altına aldığını ve sistemi kendi çıkarlarına göre reorganize ettiklerini belirterek, bu şirketlerin karlarını maksimize etmek için akıl almaz yasalar çıkarttırdıklarını vurguladı. Kendilerine balkonda yetiştirilen maydanoza kadar müdahale hakkı atfettiklerini söyleyen Yeğin, uyguladıkları üretim modelinin dünyanın sınırlı kaynaklarını büyük bir hızla tükettiğini belirtti.
Mega projelerin sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın başının belası olduğunu belirten Yeğin, Kanal İstanbul’un aynı zamanda uluslararası bir mega proje olduğunun altını çizdi. Emperyalist güçlerin Erdoğan iktidarından vazgeçmeme sebeplerinden birinin de Erdoğan iktidarının fütursuz mega projeleri olduğunu söyledi.
Metin Yeğin, kapitalistlerin ekolojik krizi de bir ticaret nesnesi haline getirdiğini işaret ederek ekolojik yıkımı durduracak olanın palyatif çözümler değil, endüstriyalist yaşam biçiminden uzaklaşan köklü bir dönüşüm yaratacak devrimci mücadeleler olduğunu vurguladı.
İklimi mi sistemi mi değiştirmeli?
Sempozyumun son oturumunda İsviçre’den ve Türkiye’den siyasal öznelerin ekolojik krize nasıl yaklaştığı ele alındı.
İsviçre Emek Partisi (PdAS) Merkez Yürütme Kurulu üyesi Anne Polikeit kapitalistlerin ekolojik krizin boyutlarının ve bunun karşısında neler yapılması gerektiğinin bilincinde olduklarını ancak üzerlerine düşeni yapmadıklarını belirtti. Polikeit, kapitalizmin bugünkünden daha yeşil olabileceğini ancak tam anlamıyla ekolojik bir sistem olamayacağını söyledi. Kapitalistlerin uygulamaktan imtina ettikleri önlemleri uygulasalar dahi gezegenimizin krizini çözmekten uzak olduklarını vurguladı.
PdA’nın seçim programında rekabete değil dayanışmaya dayalı uzun vadeli bir ekonomi sistemi değişimine işaret ettiklerini söyleyen Polikeit, ancak bu dönüşüme başlamak için devrimin beklenemeyeceğinin altını çizdi.
PdA Merkez Yürütme Kurulu üyesi Anne Polikeit, sermayenin bugünden silahsızlanma, karbon salımı, nükleer santrallerin kapatılması, ücretsiz ya da ucuz toplu taşmanın devreye sokulması, enerji verimliliği, ağaçlandırma, enerji şirketlerinin kamulaştırılması gibi konularda sıkıştırılması gerektiğinin altını çizdi.
Sibel Arslan: Kapitalizmin yeşili yok!
Polikeit’tan sonra sözü alan İsviçre Yeşiller Partisi Ulusal Parlamento milletvekili Sibel Arslan sözünün başında tam anlamıyla “yeşil bir kapitalizmin” mümkün olamayacağına dikkat çekti. Arslan tek tek insanların da kontrolsüz bir tüketim kültüründen uzaklaşmasının önemli olduğunu belirtirken esas olarak kapitalist sistemin değiştirilmesine yönelmek gerektiğini vurguladı.
Arslan, toplumun geneli endüstriyalizmin kendilerine sunduğu lüksten vazgeçmeden ekolojik bir yaşama ulaşmanın mümkün olmadığının altını çizdi. Sermaye sürekli arz üreterek, reklamlarla bunu iyi propaganda ederek ekolojik dengeyi alt üst eden bu sistemi ayakta tutuyor. Uluslararası anlaşmaları uygulamıyor ya da kimi hilelerle bypass ediyor, ancak karşısında ciddi bir muhalefet görmüyor. Oysa toplumun bu refahtan kısmen de olsa vaz geçmesi ve sermayeyi sıkıştırması gerekiyor.
Serpil Kemalbay: Neoliberal saldırganlık ekolojik krizi derinleştiriyor
HDP İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay neoliberal kapitalizmin saldırgan bir ekonomi politikası uyguladığını ve bunun dünya genelinde de Türkiye’de de ekolojik yıkımı derinleştirdiğini vurguladı. Erdoğan’ın AKP’sinin neoliberal politikaları en iyi uygulayan iktidarlardan olduğunu söyleyen Kemalbay, ülkede kurumsallaştırılmaya çalışılan faşizmle birlikte saldırının düzeyinin de arttığını belirtti.
Serbil Kemalbay, dünyanın her yerinde ekolojik yıkıma karşı çeşitli biçimler ve başlıklar altında direnişler olduğunu belirterek bu lokal direnişlerin merkezî, evrensel bir boyut kazanmasının, birbirinden öğrenmesinin ve ortak hedefler etrafında buluşmasının çok önemli olduğunu dile getirdi.
Kapitalizmi sorgulamadan, sistemin bize dayattığı yaşam biçimleriyle hesaplaşmadan ekolojik krizle baş edilemeyeceğini söyleyen Kemalbay, ekoloji mücadelesinin aynı zamanda sınıf mücadelesi olduğunun altını çizerek bu mücadelenin ancak enternasyonalist bir anlayışla başarıya kavuşabileceğini söyledi.
HDP’nin bugün Türkiye’de ekolojik yıkıma karşı ortak bir direniş mevzisi olduğunu belirten Kemalbay, HDP’yi tasfiye etmek isteyenlerin aynı zamanda bu ekolojik direniş mevziini de dağıtmak istediğini* ancak buna sonuna kadar direneceklerini ve mutlaka kazanacaklarını belirtti.
Tuncay Yılmaz: Yeni sosyalizm iddiamız ekolojik olmak zorunda!
Sempozyumun son sözünü kullanan SYKP Avrupa temsilcisi Tuncay Yılmaz, kapitalizm ekolojik krizi kritik bir eşiğe getirmiş olsa da esas olarak bu krizin çok daha eski bir kaynağı olduğunun, insan merkezli bir yaşam formu ortaya çıktığı andan itibaren krizin adım adım geliştiğinin altını çizerek sözüne başladı. İnsanlığın bütün olarak bir yaşam formu kriziyle karşı karşıya olduğunu söyleyen Yılmaz, kapitalizmin bu krize onu büyütmek dışında verebileceği hiçbir cevabı olmadığını söyledi. Kapitalizmin yapısal olarak, düşen kâr oranlarını yükseltebilmek için doğaya saldırmaya devam etmek zorunda olduğunu belirten Yılmaz, 1970’lerden bu yana tehlikenin farkında olmalarına rağmen tek bir olumlu adım atmamalarının da bu yapısal durumdan kaynaklandığını vurguladı.
Yılmaz sosyalizmin yeniden insanlığın umudu haline gelebilmesi için bir ekoloji politik perspektifiyle kendini yenilemesi, reel sosyalizm denemelerindeki ekolojik hatalarla yüzleşilmesi gerektiğini belirtti. Marx’ın paradigmasının “metabolik çatlak” tespitiyle ardıllarına ekoloji politik için önemli bir ayak izi bıraktığını belirten Yılmaz, üretim verimliğini merkeze koyan bir sosyalizm anlayışının gezegenimizi ekolojik yıkım tehlikesinden kurtaramayacağının altını çizdi.
Ekolojik kurtuluşun bir toplumsa dönüşüme, devrime ihtiyaç duyduğunu söyleyen Yılmaz, bu her ne kadar bugünden denemeler, değişimler, örnekler yaratmayı zorunlu kılsa da kalıcı ve tam bir dönüşüm için kapitalizmi yıkmayı, aşmayı hedefleyen bir politik devrim iddiasının da asla ufuktan yitirilmemesi gerektiğini vurguladı. Mevcut üretim, tüketim ve mülkiyet ilişkileri içerisinde yaratılacak her ileri örneğin kapitalizmin küresel iktidarının hedefi olacağı ve var güçleriyle bu ileri örneklere saldıracaklarını belirten Yılmaz, hem bugünden dönüşümü zorlayacak hem de kapitalizmi aşacak bir kapasiteye kavuşacak mücadele çizgisinin hakim hale gelmesi için çabaladıklarını söyledi.
Yılmaz ekoloji mücadelesinin bir yan ya da dayanışma mücadelesi olmadığını, bugünün sınıf mücadelesinin bir diğer veçhesi olduğunu belirterek, ekoloji politik perspektifi kazanmamış bir sosyalizm iddiasının geniş kitleler nezdinde karşılık bulmayacağını vurguladı.
Ekoloji mücadelesinin kapitalizm karşısında yeni bir enternasyonal direniş damarı yaratma imkanına dikkat çeken Yılmaz, iklim grevi için aynı anda 200 merkezde sokağa çıkan Friday For Future hareketinin bu enternasyonal mücadelenin güzel bir ön örneği olduğunu söyledi. Sistemin de bu hareketi kontrol altına almaya çalıştığının altını çizen Yılmaz, ideolojik hegomanya sağlamanın yolunun boylu boyunca bu hareketin içine girip onu içinden etkilemekle, ekoloji mücadelesini sınıf mücadelesinin yapı taşlarından biri haline getirmekle mümkün olduğunu söyledi.
Yılmaz bu sempozyumu düzenlerken hedeflerinden birinin de Avrupa’daki ekoloji mücadelesiyle Türkiye ekoloji mücadelesi arasındaki ilişki ve etkileşimi arttırmak olduğunu belirterek, bunu bir “ilk adım” olarak gördüklerini, ileriki süreçlerde daha kolektif ve kapsamlı çalışmalar organize edeceklerini de belirtti.