DİSK/Sosyal-İş Sendikası Genel Başkanı Metin Ebetürk: “DİSK’in ve bağlı sendikaların son yıllarda kullandığı bir slogan var: Demokrasi İşçinin Ekmeğidir! İşçinin özgür olmadığı yerde işçinin ekmeği olmaz, diyoruz. Eğer böyleyse biz DİSK’li işçiler, DİSK’li sendika yöneticileri demokrasiye sahip çıkmak zorundayız.”
Röportaj: SiyasiHaber
DİSK’e bağlı Sosyal-İş sendikası 10-11 Ocak 2020 tarihlerinde Ankara’da “Geleceği Birlikte Örüyoruz” şiarı ile 15. Olağan Genel Kurulu’nu toplayacak. SiyasiHaber olarak Genel Kurulu öncesinde Sosyal-İş’in Genel Başkanı Metin Ebetürk ile sendikanın tarihi, sendikal anlayışı, toplumsal sorunlara ilişkin tutumu ve geleceğe dönük hedefleri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sosyal-İş’in geçmişini kısaca anlatır mısınız…
Öncelikle sendikamıza göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı teşekkür ediyorum.
Sosyal-İş’in işçi sınıfının tarihinde, sınıf savaşı içinde önemli bir yeri olduğunu vurgulamak isterim.
Sosyal-İş sendikası 1966 yılının Aralık ayında, bugün memur sayılan Sosyal Sigortalar Kurumu’nun işçileri tarafından bir işyeri sendikası olarak kuruldu. SSK’da kısa sürede yapılan örgütlemeyle kazanılan başarı 1 sayfalık bir toplu sözleşmeyle taçlanıyor. Bu, Türkiye’deki diğer büro işçilerinin dikkatini çekiyor. Demek oluyor ki böylesi devasa bir kurumda, SSK’da sendikalar örgütlenebiliyor, başarı sağlayabiliyor ve toplu sözleşme yapabiliyor.
O dönemlerde sendika mevzuatı, işyeri sendikasını esas alıyor. Sonradan işkolu sendikacılığının önü açılınca Sosyal-İş de işkolu sendikasına dönüşüyor. Bunun ardından Sosyal-İş sendikası gerek meslek odalarında, gerek üniversitelerde, gerekse -o zamanki mevzuata göre- bankalarda da örgütlenmeye başlıyor. Örneğin Fransız sermayeli Osmanlı Bankası’nda örgütlenip orada çok güzel toplu sözleşmeler yaparak işkolundaki en önemli sendikalardan biri haline geliyor. Örneğin ODTÜ’de, İstanbul Üniversitesi’nde örgütleniyor. Kooperatiflerde örgütlenme çalışması yapıyor.
‘Sendikamızın unutulmaz başkanı Özcan Kesgeç’i saygıyla anıyoruz’
Tabii sendikamızın kurucularına büyük saygı duyuyoruz; gerçekten temiz bir sendika kurmuşlar ve bize temiz bir sendika bırakmışlar. Sendikamızı kuran ve DİSK’in kuruluşunda öncülük yapan tarihsel Türkiye İşçi Partili abilerimize vefa borcumuzu belirtmek istiyorum. Sendikamız Sosyal İş in kurucuları gibi 1967 yılında Türk İş den ayrılarak DİSK'in kuruluşunu gerçekleştirerek, Sınıf Sendikacılığını başlatan önderleri de ayrıca saygıyla anıyorum.
Sendikamızın unutulmaz genel başkanı diye tanımladığımız, geçmişimizdeki en önemli figürlerden biri olan Özcan Keskeç de TİP’li sendikacılardan biridir. Kendisini saygıyla anıyorum ve ışıklar içinde yatsın, diyorum. Sosyal-İş sendikası sosyalist dünya görüşünü, sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışını Keskeç ve arkadaşlarından almıştır.
1970’li yıllarda sendikanın durumu nasıldı?
İşkolu sendikacılığı mevzuatı biraz daha belirleyici olmaya başlayınca sendikamız SSK’nın dışına çıkarak, kabuklarını kırarak çok güçlü bir örgütlülük ortaya koydu. İşkolunda çok önemli yerlere geldi. Sosyal-İş, sınıf mücadelesini kitlelerle buluşturan ve kitlelere sınıf mücadelesini kavratan bir sendikadır. Buna bağlı olarak o günlerde devasa boyutlara ulaştı. 70’li atılım yıllarında DİSK’in en önemli sendikalarından biri oldu. Adını Türkiye işçi sınıfı tarihine yazdırdı.
1980’de kapatılıyor sendika… Sonra neler oldu?
12 Eylül Askeri Faşist Darbesinin saldırılarına DİSK’in diğer sendikaları gibi Sosyal-İş de maruz kaldı. Genel Başkanımız, tüm yöneticilerimiz, şube yöneticilerimiz hatta işyeri sendika temsilcilerimiz gözaltına alındı, işkence gördü, tutuklandı ve uzun yargılamalara, uzun mahpusluğa maruz bırakıldı.
Burada yine Özcan Keskeç’i anmadan geçemeyeceğim. Kendisi idamla yargılandı. Emniyet’te sorgulamalarda verdiği ifadeler elimize ulaştı. Emniyet’te sorgu altında alınan bu ifadelerdeki onurlu ve dik duruşu bizim hala göğsümüzü kabartmakta.
1980 darbesinin geçmesinden sonra, 1991-92 yıllarında DİSK’in beraat etmesi ve faaliyetine izin verilmesiyle birlikte sendikamız Sosyal-İş tekrar sınıf içinde sendikal mücadelesinde yerini aldı.
Sosyal-İş 12 Eylül yasaklarını deliyor
O günlere ilişkin anlatacağım ilk önemli sendikal başarı, benim de çok emeğimin geçtiği bir örgütlenme deneyimidir: 1991 yılında ben turizm işçisiydim, otel işçisiydim. Gösterdiğim sendikal faaliyet nedeniyle oteller arasında kara listeye alındığım için bu alanda iş bulamayınca farklı sektörlerde çalışmaya başladım. Çankaya Belediyesi’nin kurduğu tanzim satış mağazalarında işe girdim. Orada, DİSK’in faaliyete yeniden başladığını öğrenir öğrenmez hemen biz DİSK’te ve Sosyal-İş’te örgütlenmeye başladık.
12 Eylül’ün getirmiş olduğu 2821 ve 2822 sayılı yasaların koyduğu yasaklar nedeniyle, yüzde 10 işkolu barajı nedeniyle Sosyal-İş’in barajın altında bulunması gerekçe gösterilerek toplu sözleşme yapmamıza izin verilmiyordu. Biz yine de Çankaya Belediyesi’nin tanzim satış mağazalarına hükmeden Belde A.Ş.’de örgütlendik. Önümüzde böylesi bir toplu sözleşme yapamama çıkmazı olmasına rağmen orada Borçlar Kanunu’na dayalı bir toplu sözleşme bağıtlayarak 12 Eylül yasaklarını deldik. Hatta o günün aktüel dergilerinden biri olan Nokta’da bizim bu başarımız kapaktan duyurulmuştu. 12 Eylül’ün yasaklarının dahi işçi sınıfının iradesiyle, sendikal örgütlenmeyle yıkılabileceği gerçeğini somut olarak ortaya koymuştuk.
Bu başarıdan sonra sendikamız Belde A.Ş. dışında işkolumuzdaki birçok işyerinde de örgütlenme faaliyetini genişletti. Meslek odalarında, kooperatiflerde örgütlendik; eskiden örgütlü olduğumuz kimi işyerlerinde işçiler sonradan üye oldukları sendikalardan koparak bize geldiler. Yine DİSK’e bağlı Fındık-İş sendikası kendisini feshederek sendikamıza katıldı. Büyümeye başladık.
Yasaklar ve engellemeler
Ama 12 Eylül’ün getirmiş olduğu yasa ve yasaklamalar zinciri… bir noter masrafı, bir yüzde 10 barajı, sendikal örgütlenme üzerinde yaratılan korku önümüze engel olarak çıkıyordu. Örgütlenme korkusu bütün ana akım basın ve yayın organlarında işleniyordu. Buna rağmen Sosyal-İş büyümesini sürdürdü. Ama üç defa yargı kararı olmasına rağmen, rakip sendikalar tarafından yapılan itirazlarla yüzde 10 barajını aşamamış bir konuma getirildik. Bu, karşı sendikaların sendikamıza yönelik ürküntüsünün, korkusunun göstergesiydi. Sosyal-İş yeniden çıkacak, sınıf ve kitle sendikacılığını ortaya koyacak, bu uğurda mücadele edecek ve 1980 öncesinde olduğu gibi işkolundaki işyerlerini örgütleyecek ve onları geriletecek düşüncesiyle her zaman karşı çıktılar, her zaman yargı sürecinde bize itiraz ettiler.
Bu bizim önümüze engeller çıkardı tabii… Bizim örgütlü olduğumuz işyerlerinde yaptığımız toplu sözleşmelerin devamlılığını engelledi. Yapılan itirazlarla, o işyerinde normal olarak sürdürdüğümüz yetki prosedürünü durdurdular. Bunlar da elbette bizim örgütlenmemizi olumsuz etkiledi.
Örneğin, ilk kez sendikal örgütlenmenin gerçekleştiği Anadolu Üniversitesi’nde çok başarılı, çok beğenilen bir toplu sözleşme yapmışken, baraj altında kalmamız ve bir süre barajın üstüne çıkamamamız nedeniyle bu işyerini kaybettik. Bunun gibi birçok işyeri kaybettik. Rakip sendikalar, yaptıkları itirazlarla işkolunda yeterince güçlenip lider bir sendikal duruşu, kitle ve sınıf sendikacılığını hayata geçirmemize engel oldular.
Geçmişten bugüne uzanan süreçte Sosyal-İş’in faaliyetine yön veren temel sendikal ilkeler nelerdir?
Öncelikle şunu söylemek isterim: Bugün sendikalar şu işlere hapsedildi: Koca koca sendika binaları olur, sendika yöneticilerinin altında lüks arabalar olur, sendikacılar üyelerinin istek ve görüşlerine aldırmadan, sadece birkaç işçiyle toplanıp kendi başlarına kararlar alırlar, giderler işyerlerinde toplu sözleşme yaparlar, bağıtladıkları toplu sözleşmeden dolayı bir aidat alırlar ve yaşamlarını böyle sürdürürler.
Bizim inandığımız ve DİSK’li sendikaların paylaştığı sendikal mücadele anlayışı bu değildir. Elbette sendika işçinin ücretinin yükselmesi, haklarının genişletilmesi için mücadele edecek. Kaldı ki bu işi en iyi bizim, DİSK’li sendikaların yaptığı açıktır. Bütün yasaklamalara, engellemelere rağmen her siyasal düşünceden işçilerin bizimle örgütlenmesinin nedeni budur.
‘Demokrasi İşçinin Ekmeğidir’
Bize göre sendikal mücadele demokrasi mücadelesinden ayrılamaz. DİSK’in ve bağlı sendikaların son yıllarda kullandığı bir slogan var: Demokrasi İşçinin Ekmeğidir! İşçinin özgür olmadığı yerde işçinin ekmeği olmaz, diyoruz. Eğer böyleyse biz DİSK’li işçiler, DİSK’li sendika yöneticileri demokrasiye sahip çıkmak zorundayız.
Ama demokrasiyi biraz açmak lazım. Kime göre demokrasi? Bir burjuvaya sorsanız demokrasinin tanımı farklıdır. Bir işçiye sorsanız tanımı farklıdır. Bir liberale sorsanız yine öyle… Sınıflara ve insanların toplum içindeki konumlarına göre demokrasi tanımları değişir. Bizim için demokrasi, sınıfın ve işçilerin geleceğe güvenle baktığı, işsiz ve aşsız kalma korkusu yaşamadığı, insanca yaşayabildiği bir ortam demektir. İnsanların ‘yarın işsiz kalacağım, yarın aç kalacağım, yarın sıkıntı çekeceğim’ kaygısı içinde olmayacağı bir ortam demektir demokrasi! Bu doğrultuda mücadele etmeliyiz.
Oysa bugün sendikal mücadele çok dar sınırlar içinde hapsedilmiş durumda.
Kadınlar: Sadece ücrette değil, toplumda eşitlik
Kadın cinayetlerini durdurmak, kadınların erkeklerle eşit haklar kazanması için çalışmak bir demokrasi görevidir. Hani DİSK’in bir ilkesi var ya… Eşit işe eşit ücret! Erkekle aynı işi yapan kadın işçi daha az ücret alıyor. Bu haksızlıktır, adaletsizliktir! Biz bunun için de mücadele etmek zorundayız.
Sadece eşit ücret değil… Kadının toplum içinde yaşadığı eşitsizliği de, uğradığı ayrımcılığı da, kadın cinayetlerini de, kadına yönelik erkek şiddetini de konuşmak ve bunlarla mücadele etmek zorundayız. Kadınların işyerlerinde yaşadığı tacizle, şiddetle ve haksız muamelelerle de mücadele etmek zorundayız.
‘Çocuklarımızı emek sömürüsünden kurtaralım’
Bugün dünyada en çok çocuk işçiye sahip bir ülkeyiz. Buna karşı çok ciddi bir mücadele vermeliyiz. Ben de eskiden bir çocuk işçi olarak bunun ıstırabını çeken biriyim. Ben 7 yaşında sokak satıcılığına başladım. 11 yaşında bir işyerine bağlı olarak çalıştım.
Bırakalım çocuklarımız çocukluğunu yaşasın. Gençlerimiz gençliğini yaşasın. Buradan çağrı yapıyorum: Ne olur çocuklarımızı işçilikten kurtaralım, ne olur çocuklarımızı emek sömürüsünden kurtaralım!
‘Doğayla savaşarak değil, uyum sağlayarak yaşayabiliriz ancak’
Bugün kapitalistler ve siyasi temsilcileri doğayı sonsuz ve dizginsiz bir kâr hırsı uğruna tahrip ediyorlar, yok ediyorlar. Eğer bir gün insanlar doğaya tamamıyla hükmedecek, doğaya karşı zafer elde edecek olursa o gün insanlık da yok olmuş olacak. Çünkü insan da doğanın bir parçasıdır. Doğayla savaşarak değil, uyum sağlayarak yaşayabiliriz ancak.
Bu nedenle doğanın tahribine ve talanına karşı çıkmak, doğayla uyumlu bir yaşam biçimini savunmak sendikaların da görevidir.
‘Seçilmişlerin görevden alınması halkın iradesinin yok sayılmasıdır’
Demokratik yöntemlerle göreve gelmiş, demokratik haklarını kullanarak belediye başkanı olmuş, demokratik yöntemlerle milletvekili olmuş, halkın iradesiyle oraya seçilmiş insanlar ne yazık ki bugün görevlerinden alınıyor. Hiçbir somut gerekçe gösterilmeden, soyut gerekçelerle bu insanlar görevden uzaklaştırılıyor. Yani oradaki milyonlarca insanın verdiği oylar, halkın iradesi yok sayılıyor. Bunlara karşı da ses çıkarmak zorundayız.
Çünkü bugün ona dokunan yarın bana dokunacak. Ona dokunmadan biz ses çıkarmak zorundayız. Bir sarı öküz hikayesi vardır: Sarı öküzü vermemek zorundayız. Sarı öküzü verdik, ama bugün benekli öküze sahip çıkmak zorundayız. Bugün Doğu ve Güneydoğu’daki belediye başkanları görevden alınıyor. Bazı milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılıyor. Bu, dünyanın hangi demokrasisinde var? Biz onlar için ses çıkarmazsak yarın bizim için ses çıkaracak kimse kalmaz.
AKP-Saray iktidarı altında sermaye sınıfının işçi haklarına ve kazanımlarına karşı öne çıkan saldırı girişimleri hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Biz sınıf mücadelesini önümüze koymuş bir sendikayız. Öncelikli görevimiz işçilerin hak ve çıkarlarını korumak. İşçinin hak ve çıkarlarını korurken, bütün siyasi partilere eşit mesafedeyiz. Ancak, biz bu siyasi partilerin emek siyasetlerine bakarız. Emeğe nasıl bakıyor? İşçiye nasıl bakıyor? Asgari ücret hakkında ne düşünüyor? Taşeronlaştırma hakkında ne düşünüyor? İstihdam politikaları hakkında ne düşünüyor? Kıdem tazminatı hakkımızla ilgili düşüncesi ne? Elbette bütün bu konularda işçiden, emekçiden yana tutum alan, bizim yanımızda olan siyasi partilere yakın dururuz.
Yeri gelmişken, bizim karşıtlığımız körü körüne bir AKP karşıtlığı değil, 17 yıllık iktidarı boyunca AKP daima emek karşıtı politikaları hayata geçirdi. AKP izlediği sermaye yanlısı tutumu ile; işçileri, emekçileri düşük ücretle açlık ve yoksulluk sınırlarında sefalet içinde yaşattığı, onlara adeta mezarda emekliliği reva gördüğü, istihdam yaratamayarak milyonlarca insanımızı işsizliğe mahkum ettiği, gerekli işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini alınmasını sürekli erteleyerek iş cinayetlerinde her yıl binlerce sınıf kardeşimizin yaşamını yitirmesine engel olamadığı için karşıyız öncelikli olarak.
İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz işçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşulları üzerinde nasıl etkilerde bulunuyor? Krizin yarattığı sonuçlara ilişkin görüşleriniz nelerdir?
Her ne kadar iktidar partisi ve iktidar yandaşları bunu gizlemeye çalışsa da, ülkemiz ciddi bir kriz sarmalı içinde. Krizi algılamak için illa akademisyen olmak gerekmiyor. Çarşı pazara gidip alışveriş yapmak yeterlidir krizin boyutlarını görmek için. Pazardaki fiyatların artışıyla ücretimize yansıyanları karşılaştırınca her şey açıkça görülüyor.
Ciddi bir ekonomik kriz var. İktidar partisi ne kadar “Ülkemiz güllük gülistanlık, böyle sorunlar yok” dese de kendi hayatımızda yaşadığımız sorunlar krizin ne kadar ağır olduğunu bize gösteriyor.
‘Halkta büyük bir tepki var, isyan var’
Sadece son aylarda duyduğumuz, okuduğumuz intihar haberleri bile meselenin vahimliğini gösteriyor. Yoksulluk, işsizlikle baş edemeyen çok sayıda insan intihara sürükleniyor. Halkta büyük bir tepki var, isyan var.
Bugün artık iş cinayetleri diyemiyorum, iş katliamları diyorum… Soma’daki, Torunlar’daki, Ermenek’teki cinayetler bunun toplu cinayetler, katliamlar olduğunu gösteriyor. Artık bunlara ‘dur’ demek zorundayız. Sadece işçi, emekçinin hak ve çıkarları için değil. Ülkemizde ciddi bir demokrasi sorunu var.
‘EYT mücadelesi demokrasi mücadelesinin bir parçasıdır’
Ülkemizde garip işler oluyor. Zamanında işe girerken yasalarla belirlenmiş bir emeklilik hakkına sahip olanlara bugün, “Artık o hakkın yok, elinden aldık” diyorlar. İşe girerken o işçiye denmiş ki, “Sen 25 sene çalışırsın, 5 bin işgününü doldurursan emekli olursun.” Ama bu insanlar, kendilerine söylenenden çok daha fazla çalışmışlar, primlerini ödemişler, yıllar geçmiş, emekli edilmiyorlar. Neden? “Türkiye genç emekliler ülkesi” imiş! O zaman, en azından Emeklilikte Yaşa Takılanlar diye tabir ettiğimiz bu kitlenin haklarını kendilerine iade ederek emeklilik yaşında yeni bir düzenleme yapılmalı. Geç emeklilik de sadece “mezarda emeklilik” olacağından, insanların son demlerini insanca yaşayacağı bir düzenleme yapmak gerekir.
Yine bu konu da, sınıf mücadelesinin ve demokrasi mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır ve EYT’lilerle dayanışma, sendikaların asli görevlerindendir.
Ama ülkemizde eksik olan şu: Ciddi bir sol politika yok, sol rüzgar yok. Sol politikacıların bugün şapkayı önüne koyup düşünmeleri gerekir. Bu ülkede sol politikalar geliştirip solu bir rüzgara dönüştürmek lazım. İnsanların haklarını savunması, hakları için örgütlenip topluca seslerini çıkarmaları lazım; “Ben geçinemiyorum, ben yaşayamıyorum, çocuğumun eğitim masrafını karşılayamıyorum, hasta olduğumda sağlığıma kavuşamıyorum” demesi lazım. Ancak o zaman tepedekileri halk için, işçi ve emekçiler için harekete geçirmek mümkün olur.
Sendikanızın önümüzdeki dönemde yürüteceği çalışmalar ve hedefleriniz hakkında neler söylersiniz?
Sosyal-İş, sınıf ve kitle sendikacılığını savunan ve bu uğurda mücadele eden bir sendika. Son dönemlerde kimi sendikal programlarımız, politikalarımız sekteye uğradı ya da yerine getirilemedi. Ama önümüzdeki dönem bu kitle ve sınıf sendikacılığından ödün vermeden çalışmalarımızı sürdüreceğimizi belirtmek isterim. Aksayan kimi çalışmalarımızı önümüzdeki dönemde gereğince yerine getireceğiz.
Katılımcı ve çoğulcu bir sendikal işleyiş
Sendikamızın çalışmalarında üyelerimizin karar süreçlerine katılımını ve dayanışmayı bir araya getireceğiz. Örgütlü olduğumuz işyerlerindeki çalışanların, üyelerimizin katılımını sağlamazsak maalesef doğru sonuçlar ortaya çıkmıyor. Üyelerimizin, olması gerektiği gibi, sendikanın kendi örgütleri olduğu fikrini içselleştirmeleri için sendikanın temel politikalarını belirlerken tüm üyeleri kapsayan danışma süreçlerini işleteceğiz. En doğru yol, çoğulcu bir anlayışı hayata geçirmek.
İşyerindeki çalışanların küçük bir azınlığı ile oturup karar almak doğru bir yöntem değil. Anketler yaparak, geniş toplantılar düzenleyerek tüm üyelerin görüşlerini alarak karara varılmalıdır.
‘Demokrasi mücadelesi aynı zamanda işçinin kendi hakkını savunma mücadelesidir’
Daha önce söylediğim gibi, sendikaların tek işi işçilerin ekonomik çıkarlarını savunmak değil, “ücret sendikacılığı” değildir. İşçilerin ekonomik sorunları, ülkenin genel sorunlarından bağımsız olamaz, demokrasinin, özgürlüklerin olmadığı bir ülkede işçiler de kendi haklarını savunamaz ve huzur içinde yaşayamaz. Bu nedenle, sırf ekonomik haklarımızı savunmak için bile demokrasi ve özgürlük mücadelesi vermeliyiz.
İş cinayetleri, iş katliamları sendikamızın da sorunudur. Çünkü bizim üyelerimiz de iş cinayetine maruz kalabilir. İş cinayetlerini, tüm emek güçleri ve dost güçlerin ortak mücadelesiyle durdurabiliriz.
Doğanın tahrip edilmesine mutlaka karşı çıkmak zorundayız. Çünkü gelecek, çocuklarımızın geleceğidir. Onların geleceğini karartmamak için doğaya sahip çıkmalıyız.
Kadınların eşitsiz koşullarda çalışmasına, kadınların işyerlerinde gördükleri kötü muameleye, tacize karşı çıkmalı, kadınların mücadelesine sendika olarak destek olmalıyız.
Bütün bunlar, demokrasi mücadelemizin birer parçasıdır. Demokrasi mücadelesi aynı zamanda işçinin kendi haklarını savunma mücadelesidir.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Bu anlatmaya çalıştığım politikalarımızı, yaklaşımımızı, eğilimimizi tüm dostlarımızla tartışmaya ve yapıcı eleştirilere açık olduğumuzu belirtmek istiyorum. Yeni dönemde Sosyal-İş sendikasının büyütülmesi ve geliştirilmesi için tüm emek dostlarına görev düşüyor. Dayanışma ve dostluk çerçevesinde bizlere destek olmaları çağrısı yapıyorum.
Sizlere de bu ilginizden dolayı teşekkür ediyorum.