Halkların Demokratik Partisi Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları ile Filistin’deki açlık grevleri ve ‘Yüzyılın Antlaşması’ üzerine konuştuk: “Yüzyılın Anlaşması “yüzyılın işgali” anlamını taşıyor. Hem Filistin hem de bölge için”
SiyasiHaber/Ankara – Berkay VAROL
İsrail devletinin Filistin’e yönelik saldırıları devam ediyor. Filistin yetkililerinin açıklamalarına göre 230’u çocuk olmak üzere İsrail cezaevlerinde 5700 Filistinli bulunuyor. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
İsrail’in Filistin saldırıları hiç hız kesmedi. Son birkaç hatırlatma yapmak gerekirse 2017’nin Aralık ayında Trump “Kudüs İsrail’in başkentidir” çıkışını yaptığı zaman da İsrail’in Filistin halkı üzerindeki şiddeti çok artmıştı. Aynı şekilde İsrail, Nekba’nın 70. yıldönümü dolayısıyla Filistinlilerin başlattığı “Büyük Geri Dönüş” yürüyüşünü kana buladı. Nekba diğer adıyla Büyük Felaket, İsrail’in Filistin’i işgal ederek devlet olarak tanınmasının adıdır. 30 Mart Toprak Günü’nde Filistin “Büyük Felaket” e karşı, “Büyük Geri Dönüş” yürüyüşü başlattı. Amaç İsrail’in işgal politikalarını lanetlemek, teşhir etmek ve topraklarına kavuşmaktı. Bu eylemlerini silahsız, barışçıl, sivil itaatsizlik direniş ruhuyla gerçekleştirmek istediler. Kameralı, dikenli, elektrikli tel örgülerle zoraki oluşturulan sınırları ortadan kaldırmak; mazlum Filistin insanlarını ve topraklarını birbirine kavuşturmaktı. İsrail on binlerce insanın katıldığı Büyük Geri Dönüş yürüyüşüne saldırdı. Bütün dünya kamuoyunun gözleri önünde onlarca Filistinliyi katletti, yüzlercesini yaraladı.
Doğrudur, İsrail işgal ettiği Filistin topraklarında kendi inisiyatifi dışında biten ota bile kurşun sıkıyor. Binlerce çocuk, kadın, genç, yaşlı Filistinli İsrail’in korkunç zindanlarında yaşam kavgası veriyor. Ama bu zulüm Filistin halkının direnişini durduramıyor. Tanklara karşı taşla direnen çocuklar İntifada tarihi yazdı. On yıllardır kesintisiz devam eden savaşa ve bitmek bilmeyen işgale karşı kimi zaman ivmesi düşse de kesintisiz devam eden bir direniş öyküsüdür Filistin.
İsrail cezaevlerinde bulunan Filistinli tutukluların başlatmış olduğu açlık grevi devam ediyor. Filistinlilerin başlatmış olduğu açlık grevi hakkında neler düşünüyorsunuz?
Cezaevlerinin koşulları çok kötü. Süresiz açlık grevine ilk önce 150 tutuklu başladı. En son edindiğimiz bilgiye göre şimdi 400 tutuklu açlık grevine devam ediyor. Şu taleplerde bulunuyorlar: İnsan sağlığını tehdit eden cep telefonu sinyal kesici cihazların kaldırılması. Genel kullanıma açık ankesörlü telefonların bağlanması. Baskın operasyonların sonlandırılması ve tıbbi hizmetin sağlanması. Gazze’deki tutuklular için aile ziyaretlerinin yeniden başlaması.
İsrail yetkilileri bu taleplere hala cevap vermiş değil. Tıpkı Türkiye’deki gibi. Leyla Güven’in başlattığı açlık grevi 6 ayını geride bıraktı. Binlerce tutuklu, cezaevlerinde, dünyanın birçok kentinde açlık grevini sürdürüyor. Tek talepleri var: Devletin 20 yıldır kendi yasalarını dahi alenen çiğneyerek uyguladığı İmralı tecridini sona erdirmesi. 30 Nisan’da cezaevlerinde açlık grevinde bulunan 15 tutsak, grevi ölüm orucuna dönüştürdüler. Artık değil günlerin saatlerin önemli olduğu bir süreç içindeyiz. Türkiye’de yaşananlar İsrail zulmünü aratmıyor. AKP Hükümeti, bir yandan İsrail zulmünü sözde protesto ederken diğer yandan kendi ülkesi içinde aynısını yaşatıyor.
Her iki ülkenin yetkilileri açlık grevcilerin meşru ve haklı taleplerine kulak vermeli. Bu zulüm bir an önce bitmeli. Sınırları nerede olursa olsun, hangi dilden/dinden/milletten/renkten olursa olsun zulmün yarattığı acılar aynıdır. Mazlum Filistin ve Kürt halkı arasında bu anlamda büyük bir benzerlik var. Halklar arasında acıların köprüsü kadar, dayanışmanın köprüsü kurulmalı.
ABD’nin Filistin sorununa ilişkin “Yüzyılın Anlaşması” olarak sunduğu sözde barış anlaşması hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu konuda ABD Filistin devletiyle temaslarda bulundu mu?
Yüzyılın Anlaşması diye ortaya attıkları ve kamuoyuna barış anlaşması olarak lanse ettikleri plan, Filistin’i yeniden ve daha geniş çaplı bir işgal planıdır. Bu planla Filistin’in ayrı bir egemen devlet oluşu ortadan kaldırılıyor. Kudüs tamamen İsrail toprağı addediliyor. Kudüs’ün küçük bir köyünü (Ebu Dis Köyü) sözde Filistin’in başkenti olarak bırakacaklarmış. Batı Şeria’nın bir bölümü daha ilhak edilecek. Filistinli mültecilerin uluslararası yasalar gereği sahip oldukları geri dönüş hakları iptal edilecek. Yani İsrail vahşetinden göç etmek zorunda kalanlar hem kendileri hem çocukları ilelebet sürgünde kalacak.
21. yüzyılda siyaset damatların diyarı olmuş ya. Bu projenin başında Trump’un damadı Jared Kushner var. Sömürgeci, işgalci anlayışın derinleşmesi hedefleniyor. Filistin’e yeni bir Nekba (Büyük Felaket) yaşatmayı Filistin’i haritadan silmeyi önüne koymuş bir proje bu. Burada esas hedef İsrail’in gücünü perçinlemek. ABD bölgede bir miktar inisiyatif kaybetti. Bölgede bir yandan askeri ve siyasi hegemonyasını tazelemek, öte yandan Doğu Akdeniz’de çıkan doğal gaz rezervlerinde söz sahibi olmak için de konumunu güçlendirmek istiyor. Bunu da İsrail’i daha kapsamlı biçimde arkalayarak yapmayı planlıyor.
Bu çerçevede İsrail’in Filistin üzerindeki egemenliğini derinleştirirken Suriye’ye de müdahale ediyorlar. Golan Tepeleri bunun en açık örneğidir.
Suriye İsrail’i her daim bir düşman olarak gördü. Filistin davasını geçmiş dönemden bugüne kadar sahiplendi, açık destek verdi. Suriye’nin kimyasıyla oynamayı hedefleyen ABD/İsrail, Golan Tepeleri çıkışıyla; 8 yıllık çok ağır bir savaştan galip çıkmak üzere olan Suriye devletini moral ve siyasal olarak çökertmek, geriletmek, Filistin’e olan desteğini bitirmek istiyorlar. Bu kartla ayrıca İran’ı da sıkıştırmayı hedefliyorlar. Suriye’ye “Ya İran’ı ve Hizbullah’ı topraklarından gönderirsin ya da hedefimizdesin” diyorlar.
Kısacası Yüzyılın Anlaşması “yüzyılın işgali” anlamını taşıyor. Hem Filistin hem de bölge için.
Suudi Arabistan’ın Filistin’e “Barışı kabul et, 10 milyar dolarını al” teklifinin altında yatan nedenler sizce neler?
Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman ABD’nin sunduğu “Yüzyılın Anlaşması”nı kabul etmeleri için Mahmud Abbas’a 10 milyar dolarlık rüşvet teklif ettiği haberleri yayıldı. Ayrıca Suudi Arabistan ve diğer bazı Arap ülkeleri Filistin’e maddi destek sağlayabileceklerini, hatta Batı Şeria’da ekonomik kalkınma için projeler geliştirebileceklerini ifade ederek rüşvet tekliflerini büyütüyorlar. Tabii Batı Şeria Filistin toprağı kalırsa. Basına yansıdığı kadarıyla Mahmud Abbas bu teklife karşılık “Yüzyılın Anlaşması Filistinliler için Yüzyılın Tokadı anlamı taşır. Bu teklifi kabul edersem siyasi kariyerim biter” şeklinde cevap vermiş.
Suudi Arabistan Prens Salman’la beraber Ortadoğu ve Körfez ülkelerinde daha çok söz sahibi olan, ekonomik/siyasi/askeri olarak açılımcı bir lider ülke portresi çiziyor. ABD de bazı zamanlar gerilimler yaşasa da Suudi Arabistan’ın önünü bu açıdan açıyor. Suudi Arabistan ürettiği petrolle pazarı belirleyen, mesela İran’a uygulanan ambargonun filen karşılık bulması için de petrolüne ihtiyaç duyulan bir ülke. Ayrıca Prens Salman Suudi Arabistan’ı finansal yatırımlarla için bir çekim merkezi yapmayı hedefliyor. Büyük abi edasıyla İslam lemi adına söz kuran bir vizyonla davranıyor.
Suudi Arabistan daha dar anlamda bu teklifi neden yapmış olabilir? Filistin ve Golan Tepeleri üzerinden Suriye’ye dolaylı olarak vurmak istiyor. Ayrıca ABD/İsrail tarafından Suriye üzerinden İran ve Hizbullah’a bazı yaptırımlar uygulanması Suudi Arabistan’ın da işine geliyor.
Filistin mücadelesi gerek Arap coğrafyasında gerekse Türkiye’de yalnız kalıyor. Filistin davasının, Arap ülkelerinde ve Türkiye’de yalnız kalmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Arap yönetimler Filistin davasına yeterince sahip çıkmadı. Hatta bazıları tam tersi bir çizgide durdu. Arap coğrafyası bütünsel olarak Filistin’e sahip çıksaydı, şu an İsrail bu güce sahip olamazdı. Esasen Arap halkları en samimi duygularla Filistin halkının yaşadığı acıları hissediyor ve Filistin davasının yanında duruyor. Ancak çürümüş, yozlaşmış Arap diktatörlükler görünürde -halklarının baskısıyla- Filistin davasını desteklerken, ABD’yle bağımlılık ilişkisi kurmuş ve el altından İsrail’le temas halinde olmuştur. Bugün ise başta Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve onların desteklediği Mısır diktatörü Sisi, yüzlerindeki maskeyi de atarak İsrail’le açıktan anlaşmaya yöneldiler. İsrail bugün Ortadoğu’da istediği gibi at koşturabiliyorsa, Filistinlilere her türlü zulmü uygulayabiliyorsa, bunun sorumlusu, ABD’li hamileri kadar işbirlikçi, çürümüş Arap diktatörlükleridir. Ama Arap halkları, Tunus’ta, Cezayir’de, (Sisi öncesi) Mısır’da, bugün Sudan’da nasıl yozlaşmış yöneticilerini başlarından def ettiyse, Filistin davasına ihanet eden bugünkü diktatörleri de devireceklerdir.
Türkiye ise, özellikle AKP iktidara gelince Müslüman Filistin halkının yanında bir imaj çizdi. Söylemleriyle bu imajı güçlendirmeye çalıştı. Erdoğan “One Minute” çıkışıyla İsrail Başbakanı’na meydan okudu. Ama bu kadar! Mavi Marmara olayını sineye çekmek, alınan paralarla Mavi Marmara saldırısını unutmak bu imajı yerle bir etti. Yalnız bu değil; İsrail’le askeri, ticari anlaşmaların hiçbirini askıya almadığı gibi ticari ilişkilerini geliştirmeye devam etti. AKP iktidarı, ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma, Tel Aviv’deki Büyük Elçiliği’ni Kudüs’e taşıma kararını verdiği zaman Türkiye İslam İşbirliği Teşkilatı’nı toplayarak Kudüs’ü İsrail ve Filistin arasında doğu/batı diye pay eden işgal anlaşmalarını teyit etti. Bu, Filistin davasına sahip çıkıyor görünürken onu hançerlemek anlamına geliyordu. İsrail’in yaptığı tüm katliam ve insanlık dışı uygulamalar karşısında AKP iktidarının tek yaptığı şey kuru gürültü çıkarmak, ama İsrail’i gerçekten zorlayacak tek bir adım bile atmamaktır.
AKP iktidarının bu ikiyüzlü politikasını boşa çıkaracak olan, yine Filistin halkının davasına samimiyetle sahip çıkan Türkiye halklarıdır. Biz Türkiye’nin emekçileri, ezilenleri, kadınları, gençleri başımızdaki faşizm belasından kurtulduğumuzda aynı zamanda kardeş Filistin halkının haklı davasını en güçlü biçimde savunma imkânı da bulacağız.