NEVRA AKDEMİR yazdı: “Yeni rejim ve onun ideolojisini küçümseme şansımız yok. İttifaklarını sadece partiler olarak değerlendirme şansımız yok. Bu yeni rejim, biz muhalefettekilere yeni bir yaşamın, krizle ortaya çıkan yeni ekonomik ve politik baskı biçimleri altında meta-dışı bir gündelik hayatın düşünün peşine düşülmesinden başka çare bırakmıyor.”
NEVRA AKDEMİR
Türkiye yerel seçimlere gidiyor. Tuhaf bir yerel seçim kampanyası sürüyor, zamanın ruhuna uygun. Propaganda dilinin sertliğine, dışlayıcılığına “alıştık” ama mekan politikasının veya yerel olana dair hiçbir şeyin duyulmadığı bir yerel seçimi yeni yaşıyoruz, hatta “çılgın proje” bile yok. AKP açısından durum açık zaten. Temellerini deneye yanıla attığı yeni rejimi, dayandığı geniş ittifakla birlikte sorgulanmaksızın onaylatmaya çalışıyor. Yeni rejim suça, vaat ettiği refahın kaynağı olan sermaye birikim mekanizmaları talana ve ittifak ise suç ortaklığına dayalı, bunları biliyoruz. Yerel seçimlerin ise zaten kayyum, fiili olağanüstü hal ve hukukun intikam ve rehin aracı olarak kullanılmasıyla inandırıcılığı kalmamış durumda aslında. Tüm bunlara rağmen, Erdoğan ve türevlerinin yoğun mesailerini anlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Onların bu mesaileri, ittifaklarındaki çatlakları, muhalefet olanaklarını ve 17 yıllık iktidarlarının nasıl sona erebileceğine dair işaretleri de beraberinde taşıyor.
AKP’nin 2002 yılından beri sürdürdüğü iktidar ve koruduğu oy oranları çok büyük bir tartışma konusu. 17 yıllık süreçte pek çok kopuş ve kırılma noktası var. Sürtünmesiz bir süreç değil. Ancak, Gezi Direnişinden ve HDP’nin barajı yıktığı ve Erdoğan’ın başkanlığının karşısında tek gerçekçi engel olarak ortaya çıktığı süreçten beri AKP sağın asli yüzü ile hepimizi yüzleştirdi. AKP’nin kendini gerçekleştirme ve iktidarını sürdürmesi, muhafazakâr erkeklik ittifakından ve talana dayalı sermaye ittifakından aynı ölçüde besleniyordu, hâlâ öyle. Sosyal yardımların, din ve hukuki normlarla kutsanmış çocuklu aile şartıyla verilmesi, kadınların çalışma süreçlerinde eşitsiz ve eğreti konumlarının çalışma ilişkilerinde yapısal reformlarla sürekliliğinin sağlanmasının örneklerini sıklıkla gördük. Kadınlara yönelik söylemsel saldırılarında annelik ve fıtrat kelimelerini eşitlik değil adalet mottosunda sembolize edilen ideolojiyi gösterdiği de aşikâr. Kadınların sadece bir evlilik bağı altında anne olduklarında değerli görüleceğini her fırsatta söyleyen bir muhafazakâr çerçeve bu. Bu yüzden çalışma haklarında eşitlik veya mesleklerin cinsiyet dağılımı konularını tartışmak neredeyse bizim coğrafyamızdan azade edilmiş gibi bir süredir.
Zaten oldukça yakıcı olan kadına yönelik şiddet, kadının beden ve cinselliğine yönelik tahakkümü belirleyen gündelik hayatın da giderek erilleşmesi ve İslamileşmesi kadınların temel gündemi haline geliyor. Daha ötesinde mekânsal yeni düzenlemelerin, geçmişte olan kadınlar arası dayanışma örüntülerini yok ederek yerine piyasa ilişkilerini geçirdiği bir ortamda yerel seçimlerin göze çarpmayan başka bir önemi daha var. Mahallelerin yok olması, köylerdeki ilişkilerin tarımın yapısının değişmesi, sokakların güvensizleşmesi bu mekânsal düzenlemeler. Kapitalizmin kadınlara yönelen emek gücü ihtiyacı için devletin sosyal hizmetlerini işlevli kıldığı 1945-1970 yılları arasında dahi bu refah hizmetlerinin alınmadığı yerlerde, enformel yapıların ortaya çıkmasının zemini bir tür ortaklığın mekânsallaşması ile mümkün olmaktaydı. Zira örgütlenen fabrika grevlerinin işçi mahallelerinden örgütlenmesi gibi, aynı zamanda kadınlara yönelik baskıcı bir yapısı olsa da, ev işlerinin nispeten kolektifleşebildiği bir hali de örgütlüyor veya örgütlemek zorunda kalıyordu. Şimdiki yaşam alanlarımızda ise yalnız, borçlu ve tehdit altında hissediyoruz kendimizi. Aile dışında koşacak kapı kalmamış gibi. Kadına yönelik şiddetin mekanı, cinayet mahalli aynı zamanda tek güvence halini almış, eğri oturup doğru konuşmalı.
Yerel seçimler ve birikim
Türkiye sermayesinin büyük kamu yatırımları ile doğayı ve kentleri talan ederek sermayenin belirli gruplarına sermayeye tahvil edilebilecek hem siyasal hem ekonomik güç aktardığını ve bahsi sıklıkla geçen iktidar ittifakını genişlettiği çokça yazılmış durumda zaten. İttifakın devam etmesi için büyük şehir belediyesi değil ilçe belediyesi bile kaybetmemeleri gereken bir bıçak sırtı dengede seçime giriyorlar. Kent suçları, doğa talanının yanı sıra borçlandırma ve dolaylı olarak geniş halk kitlesini mülksüzleştirme görülebilir durumda. Kayyum atanan belediyelerin harcama ve gelir kalemleri ile ortaklık yaptıkları şirketlere bakıldığında bu iddia doğrulanabilir oluyor. Zira belediyelerdeki kadınların güçlenmesini sağlayan kurumların, kayyum sonrası kapatılan kurumlar olması aynı zamanda bu birikim biçiminin cinsiyetliliğine örnek verilebilir.
Yerel seçimler öncesinde yıllardır aynı yerde aynı şekilde yapılan 8 Mart ve 25 Kasım eylemlerine yönelen polis şiddetini bu bağlamda anlamalı. Erdoğan ve türevleri, “ezana ve bayrağa saygısızlık” diyerek kendi ittifaklarını güçlendirmek için girdikleri yolda, karşılarındaki ittifakı da işaret ediyor. Öyle güveniyor ki karşılarındaki muhalefetin birleşmeyeceğine ve öyle haklı ki. Kadınlar kendilerini emekçi, namuslu, inançlı veya makbul olarak değil, kadın olarak savunurken, erkeklerin, örgütlerin tanımlama çabası bir yanda diğer yanda ise kategorilerle ayrıştırılan hayat… Erdoğan ve türevleri hayata karşı, güçlerini savunmak ve artırmak isterken, iktidarını korumak isterken ve hayat bizi birleştirirken, Erdoğan iktidarının bu kadar azmanlaşması bu ayrışmalardan da besleniyor.
Erdoğan haklıdır
Hem savaş açtığı konularda hem de söylemlerinde Erdoğan haklı. Bu yeni rejimin tekamülü, yukarıda da dediğim gibi, suç ortaklıklarının devamına ve görünmezleşmesine bağlı. Kadınlar bu sistemde, hem eve kapatılmaya çalışıyor hem de çeşitli şekillerde üretim süreçlerine emek-gücü olarak dahil edilmeye. Artık bu iki hedef birbiriyle çelişmiyor da hatta. Kadının emeğinin bedeninin ve cinselliğinin denetiminde olduğu gibi sömürülmesinde de devlet, sermaye ve erkeklerin ortaklığı, dünyanın her yerinde çeşitli biçimler alıyor. Dünyanın her yerinde kürtaj karşıtı politikalar ve tıp pratikleri bu ortaklığın en temel işaretleri arasında. Kadınlar “benim bedenim, benim kararım” sloganını her yerde atıyorlar, zira her yerde sözkonusu ortaklığın geliştirdiği biyopolitika çemberi kadınları iğdiş ediyor. Kadınların Türkiye’de (her ölçekteki) iktidarın, mahalledeki mülki idareden, üniversite dekanına hatta aile içine kadar Erdoğanların politikalarına ve şiddetine direnişi ise bir tarih yazıyor. Bu defa görünmeyen bir tarih anlatısı değil bu.
Bu yüzden yeni rejim ve onun ideolojisini küçümseme şansımız yok. İttifaklarını sadece partiler olarak değerlendirme şansımız yok. Bu yeni rejim, biz muhalefettekilere yeni bir yaşamın, krizle ortaya çıkan yeni ekonomik ve politik baskı biçimleri altında meta-dışı bir gündelik hayatın düşünün peşine düşülmesinden başka çare bırakmıyor. Yeni rejimin sürekli değişen düşmanları, bizlerin ortaklığını genişletiyor. Bu bir yetimler ittifakı sözü, bir güzel ses değil sadece. Bizi oluşturan kimlik süreçlerinin tamamının, ülke, tarih, milliyet ve dilin yeni rejimin beka sorununa cevap olacak şekilde yamultulması ile yetim kaldık biz. En büyük iktidar, baba ve atadan görülen itaat et ve sistemi sürdür baskısını reddettiğimiz için yetim kaldık biz. John Berger, Hoşbeş kitabında “Tarihin, geçmişle geleceği birbirine bağladığı hissi tamamen ortadan kalkmasa da marjinalleşiyor. Bu yüzden de insanlar tarihsel bir yalnızlık hissinden muzdarip” diyor. Bu yalnızlığa, ortak düşlerimizi kaybetmiş olmamız ve bu düşlerin yerini satın alınabilen düşlerin ikame etmesi neden olabilir mi, belki…
Varlık yokluk mücadelesi
Varlık mücadelesi veriyoruz. Süreleri belli olan çalışma dönemlerimizi, iş bulamayacağımız zamanı telafi edecek kadar biriktirmeye çalışıyoruz. Sermaye hayallerindeki gibi bir dünyayı yaratırken bizlerin düşlerini ve yaratıcı enerjimizi, kendine tahvil ediyor, biriktiriyor ve güçleniyor, Marx’ın hala canlı duran kelimeleri gibi. İşçi sınıfı, bu geleceksizlik içinde öyle geniş bir ittifak zemini ki artık. İşsizlik-işçilik döngülerinde, sürekli aşağılanan onurumuza rağmen saygınlık kaleleri oluşturmaya çalışıyoruz, başkalarını ezecek yerler aradığımız, ezilirken. Emeği, bedeni ve cinselliği sömürülmemiş tek bir kadın bile yokken, cinsiyet rollerine sıkıştırılmışken… Bir anda trafikte, iyi organize edilmemiş tren sisteminde, eylemin ortasına atılan bir gaz fişeği ile, sadece ne kadar erkek olduğunu gösteren birinin düğünde veya kutlamada attığı mermiyle, tecavüze uğrayıp yakılarak veya plazadan atılarak, kâr hırsı ile iyi malzemeden yapılmamış binanın içinde durup dururken, kentleri betona dönüştürmek için yönü değiştirilmiş bir pınarın neden olduğu sel suları içinde kaybolarak, sağlık sistemi içinde denek olarak kullanılıp kanser olarak ölebiliriz, varlık mücadelesi veriyoruz. İçinde büyüdüğümüz, bizi zorunluluğuna ve tekliğine ikna eden sistemin bekası, bizi öldürmek istiyor, öldürmeden önce de yeterince sömürmek. İşte bu yüzden yetimiz hepimiz. Çok iyi anne-babalara sahip olsak da, yetimiz, hatta daha çok yetimiz. Sevginin mümkün olduğu dünyada doğup, safdillik olarak yeniden yapılandırıldığı dünyaya yürüdüğümüz için yetimiz. Sevginin toplumsal normlar ve hesaplarla oluştuğu, politikanın normlarının düşlerden uzaklaştığı ve a-politikleştiği bir dünyaya savrulduğumuz için yetimiz.
Yerel seçimlerde bu suç ortaklığını kırmakla başlamalı. Ama bundan da öte adına dayanışma ekonomileri, müşterekler veya meta-dışı alanlar ne dersek diyelim, birbirinin ihtiyaçlarını gözeten ve yerellikleri kurmadan yetim kalmaya devam edeceğiz. Yetimler ittifakını kurmak varlık mücadelemizin tek yolu artık.
13.03.2019